Geçen gün ihtiyaç oldu markete gittim. İhtiyaç sayılacak kimi şeyleri aldıktan sonra kasaya doğru sürdüm
market arabasını. Bir de ne göreyim! Marketin ortasına kadar kuyruk var. Sonra şirketlerin verdiği “Yemek
kartı” ile olan alışveriş sırasında da yanlışlıkta durduğumu fark edince, diğer sıraya geçtim. Galiba hayatımın
en uzun market sırası oldu. Tabi bunu bir şikâyet olarak söylemiyorum. Sonunda alışveriş ediyor olabilmek,
satın alma gücünüzün olabilmesi, alabileceğiniz ürünlerin olması büyük bir nimet değil mi? Bir de, sırada
bekleyebilmek de bir nimet” Hasta olmak var, başka sorunları yaşamak var, var da var. Yani sorunlara
odaklanıp, üzerimizde hak olan şükürlere gözü, gönlü kapamamak lazım.
Neyse bu bekleyiş esnasında bir arkamda bekleyen bir beyefendi ile biraz muhabbetimiz oldu. “Sıranın
çokluğunun, “biraz marketin kapanış saatine yaklaşması, biraz da “Yemek kartları” alışveriş imkânları aybaşı
itibariyle yüklenen çalışan kesimin yoğunluğunda da kaynaklandığını” söyledi. Bu şekilde başlayan muhabbet
sonrası gözüm alış veriş yaptığı şeylere bir anda ilişti. Baktım birçoğu olmazsa olmaz şeyler değil. Sun’i
tatlandırıcılarla yapılan içecekler, albenilini poşetler içindeki yine sun’i tatlandırıcılı, renklendiricili ve bol E-
uzantılı katlı maddeleriyle yapılan ve tamamen “kuve-i zâika” yani dil endeksli haz odaklı şeyler. Gerçi sadece
o değil, birçok kimsenin sepetleri bunlarla doluydu.
Arkadaşa dedim ki; “bunların bir çoğu asli ihtiyaç değil,
faydalı da değil, hatta nötr de değil, zararlı şeyler! Kimi yerde zararı sonra sonra ortaya çıkacak tatlı zehirler
olduğunu” söyledim. O da “Ya işte çoluk çocuk ne yapacaksın” gibisinden birçok kimsenin yumuşak karnı olan
hususa değindi. Tabi kendi yedikleri de var. Dedim ki “Elinden geldiği kadar bunları çocuklarına yedirme,
kendin de yeme” zira şöyle şöyle diye biraz daha ayaküstü ayrıntı vermeye çalışıyordum ki, O da “ Evet,
benim babam şu “cipsler” var ya! Onların imalatında çalıştığı zaman bana nasıl bir yağda kızarttıklarının
videosunu atmıştı, görsen ………” dedi. Tabi buradan bunların üretiminde dikkat, hassasiyet ve helallik
noktasında titiz olmaya çalışan firmalara da bir sözümüzün olmadığını da belirtmiş olalım.
Yine dedim ki. “ Bizi en çok aldatan şey işte şu dilimizdir. Normalde bedenin gıdalanması noktasında en
önemli yer midedir. Dil ise bir güvenlik-denetim görevlisi ve bir kapıcı hükmündedir. İşte biz bu dile sürekli
sürekli hoşuna gidecek şeyleri verdikçe dil bunlara hayır demiyor, alışıyor, bir yerden sonra baştan çıkıyor.
Artık “haz rüşvetine” bağımlı oluyor. Fakat mide ise akıl gözüyle bunları istemiyor, “bunların sana faydası yok,
ben bunları hazmedemiyorum, vücuda zararı var, kilo alacasın” diyor. Diyor da biçâre mideyi dinleyen kim.
Dil bir kere yoldan çıkmış. İşte bu dilin asli vazifesi olan tadıp, şükretmek, nimetteki güzelliği hissedip taktir
etmek iken, çok gereksiz olan kimi lezzetlere alışınca hem sağlığımıza hem de kesemize zarar olduğunu”
söyledim. Misal hoşuna gitti.
Neyse bu konuşmanın ardından alışverişimizi yapıp evin yolunu tuttuk.
Sonrasında şu da aklıma geldi. Bu marketlerde satılan birçok şey aslında o kadar gereksiz, lüzumsuz ve evet
zararlı ki! Eğer onlar marketlerin raflarından çıksa raflarda ciddi bir boşalma olur.
Şöyle bir tespit okumuştum: Eskiden insanların ihtiyacı dört iken, şimdi medeniyet bunu yüze hatta şimdi
yüzlercesine çıkarmış, insanların helal ihtiyaçları bunları almaya kâfi gelmediğinden, insanları haramlara sulûk
etmeye yönlendirmiş”
Evet, medeniyet, teknoloji üretim kalemlerini milyarlarcasına çıkarmış. Bu üretim bir yerde evet nimet
olurken, özellikle gıda noktasında bir “nıkmete” yani azaba dönmüş durumda.
Bir taraftan nerede o eski domatesler, salatalar, kavunlar, karpuzlar…. derken. Ve dahi genetiği değiştirilmiş
gıdalardan beslendiğimiz şu ortamda. Bir taraftan da, çok lazım olmayan ama güzel güzel poşetlerle haz
odaklı olarak bizlere sunulan poşetli gıdasızlarla ciddi bir şekilde bir imtihan geçiriyoruz.
Günümüzde ortaya çıkan birçok sağlık sorununun önemli belki de en temel sebebinin işte bu tarz gıdalar
olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
Kendi adıma şöyle bir nimete nail oldum. 15-20 li yaşlarda tanıştığım Hayrat Vakfı müntesibi büyüklerim daha
ilk zamanlara bize yeme içme konusunda ciddi bir şuur aşılamıştı. Öyle ki, şüpheli şeylerden bile olabildiğince
uzak durmaya çalışıyorduk. Bu noktada o zamandan beri kola tarzı gazlı içeceklerden uzak olduğumuz gibi,
bilhassa “Margarin”, “Katı yağ” olarak bilinen yağlardan ve onlardan yapılan hiçbir yemeği, hazır gıdayı
yememek şeklinde de bir hassasiyetimiz oluşmuştu. Ve biz o zamandan beri çok meşhur kimi bisküvi-çikolata
markasını da yememiştik. Gelinen süreçte bakıyorum da iyi ki böyle yapmışız diyorum. Ve bize ta o
zamandan bu şuuru veren büyüklerime hep dualar ediyorum.
Evet, şöyle bir piyasa var. “İçinde bol katkı maddelerle, kimyasallarla o fabrikasyon, poşetli hazır gıdaların(!)
raf ömrünü olabildiğince uzatmak. Kısa sürede yetişmeyen, satışa hazır hâle gelemeyen gıdaları ise yine çeşitli
kimyasallarla zamanından çok önce hızlıca yetiştirmek.”
Şimdi böyle bir ortam da ne yapacağız?
Elimizden geldiği kadar kendimizi, çocuklarımızı bu zararlı gıdasız gıdalardan uzak tutmaktan başka çâre yok.
Bunun için de özellikle bu noktada bilinçlenmek, okumak şart. Türkiye’mizde son zamanlarda bu hususta
ciddi bir şekilde farkındalıklar oluşmaya başladı. Evet, duruma göre bisküvi, şekerleme, çikolata tarzı şeyleri
yerine göre arzu ediyoruz. İşte bu gibi meşru dairede olan, olabilecek olan kimi az, öz keyifli arzularımız için
olduğu gibi asli gıdalarda da bize yardımcı olan kuruluşlardan da yardım almak şimdilerde mümkün.
Bu noktada yılardır bu alanda hassasiyetiyle göz dolduran GİMDES helal sertifikalandırma müessesini özellikle
tavsiye etmiş olalım. Şimdilerde herkesin elinde olan akıllı telefonlarda bu uygulamayı indirip, helal belgesi
alan kuruşlardan yana tercih kullanmak bizim açımızdan çok yerinde olacağı şüphesizdir.
Helal ve Tayyip yeme içme anlayışı, hassasiyeti çok ama çok önemlidir. Çünkü sonuçları hem sağlığımıza hem
bütçemize ve en önemlisi de maneviyatımıza aksetmektedir.
Can boğazdan geldiği gibi, yine boğazdan gitmektedir. Ne kadar dikkat edilse, yeridir.
Sağlıcakla kalınız.
Allah razı olsun Enes hocam
Keşke bu yazıyı market girişlerine asabilsek…