23 Mart 1960 tarihi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin vefat yıldönümüdür.
Aramızdan ayrılalı 62 sene olmuş diyeceğim ama Üstad Bediüzzaman eserleriyle aramızda yaşıyor, hem de olanca canlılığıyla.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
“İnsan ölünce (salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez: Sadaka-i câriye (topluma yararlı sadaka), faydalanılan bir ilim ve arkasında kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakmak” (2)
Bu hadis-i Şerif üzere verilen müjdeden Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tarifsiz bir şekilde müstefit olduğu ortadadır. Zira eserleri sadaka-i cariyedir, faydanılan ilimdir. Ve dahi manevi evlatlarının günümüzde onun eserlerinden okumak, Hatt-ı Kur’an ile yazmak, imanını güçlendirmek, doğru İslam’ı anlamak üzere nice insanlarımız bu eserlerle meşgul olarak dualar etmektedir.
Eserler sadece Türkiye’de değil, 40 küsur dillere çevrilerek, farklı din, dil, ırk sahibi insanların da imâni, İslami anlayışlarına hizmet etmeye devam etmektedir.
Risaleler yazılmaya başlandığı dönemde ülkede gelişen siyasi gelişmeler ve devleti idare eden anlayışın dine ve dindara bakış açısındaki olumsuz değişikliğe Üstad Bediüzzaman da en üst düzeyde maruz kalmıştır.
Bunu kendisi şöyle anlatmaktadır.
“Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında memleket mahkemelerinde, memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”
Peki, böyle bir hayat tarzına maruz kalan Üstad Bediüzzaman ne yapmıştı?
Talebe, mürit toplayıp, devlete karşı ayaklanma mı yapmıştı?
Talebelerini devlete, bürokrasiye sokmanın derdine mi düşmüştü.
Bir tane talebesini anarşiye, kavgaya sokmuş muydu? Teşvik etmiş miydi?
Öyle olsaydı onlarca mahkemelerden sonra buna yönelik bir suçlama ve mahkûmiyet olmaz mıydı?
Ne yapmıştı da, imanın destanını yazan, ibadet, züht ve takva anlayışında kılı kırk yararcasına bir hayat tarzı tercih eden bir şahsiyet, “İntiharı bile” düşünecek kadar çile çekmişti?
Bunu kendisi de düşünmüş, hem de çok. “Konuşan yalnız hakikattir” başlığıyla bu yaşadıklarını hem beşer, hem kader planında değerlendirmektedir. Beşerin zulmedebileceğini ama kaderin onun hizmetini hiçbir şeye; ne dünyaya, ne de ahiretine dahi alet etmemek üzere bir hâl vermeye vesile olduğunu söyleyerek adalet ettiğini düşünmektedir. Kısaca özetlemeye çalışsak da “Konuşan yalnız hakikattir” diye olan mevzuyu okumayı tavsiye ederim.
Peki Bediüzzaman neyi tercih etmişti.
Üstad Bediüzzaman sabrı, sebatı, kardeşliği, İmanı, kendisine zulmedenlere dahi bu eserlerle imanlarını kurtarmaya çalışmalarını arzu ederek, haklarını helal etmeyi tercih etti. Hep müspet hareket etmeyi tercih etti.
Eserlerini yazarken yanında bir kitap, kütüphane yoktu. Ani, hızlı, def’i bir şekilde gelen manaları yanında olan talebelerine yazdırdı, çünkü kendisinin hattı-kalemi yok derecedeydi. Latince bilmezdi.
Yazdığı eserler için şöyle bir tespit yapalım.
Kur’an her asrın kitabıdır, fakat her asrın Kur’andan aldığı ders aynı değildir, çünkü her asır aynı değildir.”
Evet, bu tespit üzere; Risale-i Nûrlar bu asrın insanının yaşadığı dönüşüm, değişim, bakış açısı, felsefesi, sosyolojisi ve birikmiş nice soruları üzere; farklı bir üslup ve bakış açısıyla “Îknayı esas alarak” nakli ve akli delilleri mezcederek, bir araya getirerek bir inayet üzere, Allah’ın yardımıyla bu millete bu ümmete bu eserleri bir hediye olarak, bir yâdigâr olarak bıraktı.
Başta talebesi, yâreni, sırdaşı olan Ahmet Hüsrev Altınbaşak olmak üzere birçok fedakâr talebeleri onun asli çizgisini ve hizmet anlayışını günümüze taşıma noktasında, onlar dahi nice çileler çekti.
Risalelerde işlenen mevzular hakkında ayrı bir yazı yazmak lazım gelir. Fakat şu kadar söyleyelim ki;
En başta imanın asli erkânlarını ispat ederek, kâinattan getirdiği delillerle öncelikle marifetullaha vasıl kılmaya çalışarak; Allah’ı, Peygamberlerini, Kitabını, Melekleri, Haşri-Ahireti ve Kaderi ispat noktasını esas almakla birlikte. Kimi güncel konulara; Vehhabilik, Şia, Alevilik gibi konulara da yer vermiştir.
Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, Gençlik Rehberi, Hanımlar Rehberi gibi eserleriyle toplumu oluşturan birçok kesimlere de hayati öneme haiz bakış açıları ve dersler sundu.
Risaleler bir hadis usulü kitabı değil, lakin onda onun da çok önemli derslerini bulabilirsiniz.
Risaleler namazın nasıl kılınacağı gibi fıkhi hususları fıkıh kitaplarına havale edip, bir musibet olan namazsızlık konusunu dert edinmiş ve geçmişte yazılan kitaplardan biraz daha farklı bir üslup ve tarz ile namaz-ibadet gibi birçok konuyu işlemiştir.
Onda Uhuvvet (kardeşlik) gıybet, tabiat risalesi, ihlas risalesi, içtihat risalesi, sahabeler bahsi, mucizeler gibi konuları ve günümüzde tartışma konusu yapılıp, imanlara hücum edilen birçok mevzuları da bulabilirsiniz. Risaleler kuru bir ispatçılık üzere konuları işlemez. O Allah’ı, İbadeti sevdirir.
Burada Risale-i Nur’larda geçen mevzuları tek tek, konu konu yazmak elbette zor. Öyle güzel, öyle hayati konuları işler ki!
Biz bu vesile ile bu mübarek eserleri okumaya sizleri davet ediyoruz. Bunu yaparken de, mümkünse ve mümkündür. Hatt-ı Kur’an üzere Osmanlıca öğrenip, Risalelerin asli kaynağından okumanızı da bilhassa tavsiye ederiz. Eserler başta ağır gelebilir, zamanla kendini açıyor.
Bu vesile ile Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ve İmana, Kur’an’a hizmet eden bütün geçmiş ehli imana rahmetler olsun.
- Müslim, Vasiyyet, 14; Ebu Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36, Nesâî, Vesâyâ, 8; Dârimî, Mukaddime, 4; Ahmed İbn Hanbel, 2/372.
Allah razı olsun abi. gerçekten çok güzel bir yazı olmuş.
Allah hakkıyla talebe olmayı nasip etsin inşallah hepimize
Amin, Allah razı olsun kardeşim.