Allah tarafından peygamberlere, kendi zamanlarında hangi şey revaçta ise, o şeyin daha üstünü mucize olarak verilmiştir. Örneğin Mûsâ (a.s) zamanında sihir revaçta olduğundan, ona asâ mucizesi; İsa (a.s) zamanında tıp revaçta olduğundan, ona da hastaları iyi etme mucizesi verilmiş idi. Peygamberimiz (s.a.v) döneminde belâgat, fesâhat ileride olduğundan, ona da belâgat, fesâhat alanında mucize olan Kur’ân verilmiştir. (es-Süyûtî, Celâleddin, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu-Nizar Mustafa, Mekke, 1998, c, 4, s, 998.) Peygamberimiz, Arap toplumuna kendisine indirilen kelâmın Allah kelâmı olduğunu söylemiş, eğer bunu kabul etmiyorlarsa, onun söylediği bu kelâmın bir benzerini söylemelerini istemiş, fakat bunu yapmalarının mümkün olmadığını, yapamayacaklarını iddia etmiş ve onlara meydan okumuştur.
Kur’ân’ın bu mucize oluşu değişik sûrelerde de dile getirilmiştir. Örneğin Bakara sûresinde şöyle buyrulur: Kulumuza indirdiğimiz Kuran’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamazsanız -ki yapamayacaksınız- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.” Bakara, 23, 24.
Durum böyle olmakla beraber günümüzde bazı münafıklar Kur’ân’ın Allah kelamı olmadığını, hatta mucizevi özelliğinin de olmadığını üstü örtülü, imalı yollarla söyleyerek Müslümanların inançlarını sarsmak istemektedirler. Burada Kur’ân’ın mucizevî belagatına dair bazı örnekleri bir nebze ortaya koymaya çalışacağım. Burada muhatabımız hem ehli iman olanlar, hem de önyargısız konuya yaklaşanlardır. (Tabii ki, ön yargılı münafıkları ikna etmemiz mümkün değildir.) Maksadımız da bu muhatapların Kur’ân’ın mucizevî sırlarını biraz daha iyi anlamalarını sağlamaktır.
Birinci Âyet
Kur’ân’da edebî nüktelerinin çokluğuyla meşhur olmuş en güzel örnek, Nuh (a.s)’ın kavminin helak olmalarından sonraki hali tasvir eden Hud Sûresinin 44. Ayetidir. Âyette şöyle buyrulur:
{وقيل يا أرض ابلعي ماءك ويا سماء أقلعي وغيض الماء وقضي الأمر واستوت على الجودي وقيل بعدا للقوم الظالمين}
“Ey arz! Suyunu yut! Ey gök! Sen de (suyunu) tut!” denildi. Su çekildi, iş bitirildi; gemi Cudi’ye oturdu. “Zalimlerin kavmi Allah’ın rahmetinden uzak olsun” denildi.”( Hud suresi, 11/44)
Bu âyet nazil olduğu andan itibaren Kureyş müşrikleri başta olmak üzere belâgattan anlayan herkesin dikkatini çekmiştir. Rivâyet olunduğuna göre Kureyş kâfirleri Kur’ân’a karşı muâraza yapmak istediler. Zihinlerinin sâfîleşmesi için kırk gün buğday unu, koyun eti yemediler, şarap içmediler. İstedikleri şeyi yapacakları zaman bu âyeti işittiler. Birbirlerine “Bu söz yaratıkların sözüne benzemiyor” dediler. Bunun üzerine yapmaya başladıkları şeyi bıraktılar ve dağıldılar. (Âlusî, Şihabuddin Muhammed, Rûhu’l-Meânî, Dar’u İhyaü’t- Türasi’l Arabî, Beyrut, c, 12, s, 63-68.)
Kâbe duvarına asılı Muallakat-ı Seb’a içinde en üstün kabul edilen şiir İmriü’l-Kays’ın (ö. 540) şiiri idi ve bu şiir Kâbe’nin duvarında yaklaşık 70 yıldan fazla asılı kaldı. İmriü’l-Kays’ın kızkardeşi bahsinde bulunduğumuz âyeti işittiğinde “Artık kimsenin bir diyeceği kalmadı. Kardeşimin şiiri dahi meydan-ı iftiharda kalamaz” diyerek ağabeyinin şiirini Kâbe’nin duvarından indirdi. Daha sonra diğerleri de indirildi. (Cevdet Paşa, Kasas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, Bedir Yayınları, 1976, c, 1, s, 83.)
Bu olay, Kur’ân’ın, Arap edebiyatının en üstünleri kabul edilen muallak-ı seb’a’dan daha üstün olduğunun Araplar tarafından kabul edildiğini gösterir. Bu ise şiir bilmeyen, ümmi bir zatın tebliğ ettiği Kur’ân’ın mucize oluşunun en büyük delilidir.
Rivayet edildiğine göre, zamanının en fasîhi olan İbn Mukaffa (ö. 142/759), Kur’ân’a muâraza yapmak istedi. Bir takım sözler nazmetti, bunları fâsılalara ayırdı, sonra da bunlara “Sûreler” adını verdi. Bir gün küçük bir çocuğun bir mektepte bahsinde bulunduğumuz bu âyeti okuduğunu gördü. Hemen geri döndü ve yaptığı şeyleri imhâ etti. Ve şöyle dedi “Şehâdet ederim ki buna karşı aslâ muâraza edilemez ve bu, beşer kelâmından değildir.” (Âlusî, a.g.e., c, 12, s, 63-68.)
Kurtubî (ö, 671/1272) bu âyet hakkında: “Eğer Arap ve Arap olmayanların sözleri araştırılsa nazmının güzelliği, belâgatinin mükemmelliği, manalarının genişliği itibarıyla bu âyet gibi bir söz bulunmaz.” der. (Kurtubî, el–Câmi li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Müessetü’r-Risale, Beyrut, 2006, c, 11, s, 126.)
Müfessir Âlusî (ö. 1270/1854) bu ayet hakkında şöyle der: “Bil ki, bu âyet-i kerîme i’cazın en son mertebelerine ulaşmış, Arab’ın başını eğmiş ve perçeminden çekmiştir. Fesâhat dâiresinin dar geleceği güzellikleri üzerinde toplamıştır. Belâgatin sağlam ve düzgünlüğünde mızrağın demir ucu gibidir.” (Âlusî, a.g.e., c, 12, s, 63-68.)
Zerkeşî (ö, 794/1392) ise “Eğer bu cümle içinde münderic olan lâfızdaki bedâat, belâğat, îcaz ve fesâhat şerhedilecek olsa kalemler kurur, eller yorulur.” der. (Zerkeşî, Bedreddin, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, el-Mektebetü’l-Asrıyye, 2009, c, 3, s, 145)
İbn Ebi’l-Esba (ö. 654/1256), “Ben Allah’ın “Ey arz suyunu yut …” kelâmı gibi bir kelâm görmedim. Zira bu kelâm 17 kelime olduğu halde Bedî’ ilmine dair 20 sanat vardır.” Demiştir. (İbn Ebi’l-Esba’, Tahriri’t-Tahbir fi Sınaatiş-Şi’r ve’n-Nesr, s, 235.) 17 kelimeyle bir cümle kurup içinde de 20 aded edebi sanatı toplayabilmek mucizevî bir olaydır.
Burada İbn Ebi’l-Esba tarafından tesbit edilen âyetteki edebî sanatlar sıralanacaktır.
- Ayetteki “Suyunu yut” (ابلعي), ile ”suyunu tut” (أقلعي) lafızları arasında tam bir “Münasebet” vardır. (Tenasüb veya telfik bir cümlede mütenasib şeyleri cem etmektir. Top, tüfek gibi.)
- Yine bu iki kelimede “İstiare” vardır. (İstiare, kelimeyi benzetme amacıyla hakiki manasından başka bir manada kullanmaktır. “Elinde kılıç olan bir aslan gördüm.” cümlesinde olduğu gibi.)
- Yine bu iki kelimede “Cinas-ı Nakıs” vardır. (Cinas, iki lafzın manaları muhtelif olduğu halde, telaffuzlarının birbirine benzemesidir.)
- (أرض) (سماء) “arz” ve “sema” lafızları arasında “Tıbak” sanatı vardır. (Tıbak veya mutabakat bir cümlede iki zıt kelimeyi bir arada kullanmaktır.)
- Allahü Tealanın (يا سماء) “Ey Sema!” kavlinde “Mecaz” vardır. Hakikatte bu “Ey semanın yağmuru” demektir.
- (غيض الماء) “Su çekildi” ifadesinde “İşâret” vardır. Onunla çok mânâları açıklamıştır. Çünkü su, semânın yağmuru kalkmadan ve yer kendisinden çıkan menba’ları yutmadan çekilmez. Böylece yerin üstünde biriken sular eksilir.
- Yine bu kelimede “Ta’lil” (sebep beyan etme) sanatı vardır. Çünkü suyun çekilmesi geminin oturmasının illetidir.
- (واستوت) “Oturdu” kelimesinde “İrdaf” sanatı vardır. (Bu cümledeki “istevet (gemi oturdu.)” kelimesi tam bir ifadedir. Buna, “Cudi Dağı’nın üzerine” ifadesi, bu yerde tam manasıyla yerleştiğini mübalağa şeklinde ifade etmek için irdaf (ilâve) edilmiştir.
- (وقضي الأمر) “İş bitirildi.” ifadesinde “Temsil” sanatı vardır. Helak olanların helak edilmesi, kurtulanların kurtarılması “emr” kelimesiyle tabir edilmiştir.
- Yine burada “Sıhhatü’t-taksim” vardır, Çünkü suyun eksilmesi hâlindeki kısımlarını ihtiva etmiştir. Onlar da şudur: Semânın suyunun ve yerden çıkan suyun hapsolması ve yerin üstündeki suyun çekilmesi. (Taksim bir şeyin aklen mümkün olanını değil, fiilen mevcut olan kısımlarını sıralamaktır.)
- (بعدا للقوم الظالمين) “Zalimlerin kavmi Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” bedduasında “İhtiras sanatı” vardır. Yani helâke müstahak olmayanların da boğulacağı tevehhüm edilmesin diye bu cümle ilave edilmiştir. Çünkü Allah’ın adâleti müstahak olmayanlara bedduayı meneder. (İhtiras sanatı, kastedilen mananın aksi anlaşılma ihtimali olan cümlede, bu ihtimali kaldırma için yapılan ıtnabdır.)
- (الظالمين) “Zalimler” kelimesinde “İzah” vardır. Buradaki “zalimler” daha önce geçen “kavminin ileri gelenleri ona her uğradıklarında..” (Hûd, 11/38) ayetinde zikri geçen kimselerdir. Buradaki “el-kavm” kelimesindeki “elif-lâm” ahd için yani daha önce bilinen bir şeyi belirtmek içindir.
- Yine bu (الظالمين) “Zalimler” kelimesinde zem ve tahzir (kötüleme ve sakındırma) vardır.
Buraya kadar saydıklarımız ayetin cüzlerinde geçen meziyetlerdir. Ayetin bütününde görülen edebi sanatlar ise şunlardır:
- Bu ayette “Hüsn-ü nesk” sanatı vardır. (Hüsn-ü nesk; mütekellimin uygun bir uslüp dâhilinde atıflarla birbirini takip eden, birbirine lafız ve mana yönünden yakın olan kelimeleri, ayrı cümlelerde başlı başına bir mana teşkil edecek, manası lafzıyla müstakil olacak şekilde kullanmasına denir. Buna en güzel örnek bu ayettir.)
- Mana ile beraber lafzın “İtilafı” sanatı vardır. (Buna Muvafakat da denmiştir. İtilaf lafızların manaya uygun olması demektir. Mesela savaşla ilgili sözlerde şiddet ifade eden, gazel gibi şiirlerde de yumuşaklık, incelik ifade eden kelimelerin kullanılması gibi.)
- Ayette “İcaz” vardır. Çünkü Allah-ü Teâlâ hâdiseyi şümûllü bir şekilde en kısa ibârelerle anlattı. (İcaz, az sözle çok manaları ifade etmek veya maksadı en az kelime ile ifade etme sanatıdır.)
- Ayette “Teshim” sanatı vardır. Çünkü âyetin evveli, âyetin âhirine delâlet ediyor. (Teshim, sözün başlangıcının sonuna delalet etmesidir.)
- Ayette “Tehzib” sanatı vardır. Çünkü kelimeleri güzel vasıflarla vasıflanmış. Her kelimede harflerin çıkış yerleri kolay; kabalık ve terkîb zorluğundan hâlî olmakla beraber, üzerlerinde parlaklık ve güzellik vardır.
- Ayette “Hüsnü beyan” sanatı vardır. Çünkü dinleyen, sözün manasını anlamak için duraklamaz. Ondan bir şeyi anlamak ona zor gelmez.
- Ayette “Temkin” sanatı vardır. Çünkü fâsıla, kendi mahallinde karar bulmuş, kendi yerinde mutmain olmuş; endişeye ve yardım istemeye gerek yok.
- Ayette “İnsicam” sanatı vardır. Bu, lâfızda düzgünlükle beraber, sözün kolaylık, tatlılık ve yumuşaklıkla hızlıca akıp gitmesidir. Tıpkı havadan azıcık suyun akıp gitmesi gibi.
- Bu ayette “İtiraz” sanatı da vardır. İtiraz sanatı, bir veya birkaç cümleden meydana gelen, arasında irabdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümle giren, müphemliği kaldırmaktan ziyade, bir nükteden dolayı mana yakınlığı taşıyan cümledir. Bu ayette 3 itirazi cümle vardır. Bunlar “Su çekildi.”, “İş bitirildi.” ve “(Gemi) Cudi’ye oturdu.” cümleleridir.
- Ayrıca bu ayette tıbak sanatının bir çeşiti olan “Mukabele”de vardır. Mukabele cümlede iki veya daha fazla kelimenin zıtlarıyla birlikte bir tertib üzere zikredilmesidir. Bu ayette emir, nehiy, ihbar, nida, sıfat, isim, helak ve ibka, mesut etme, şaki kılma yönüyle mukabele vardır.
- Bu ayette “Müsavat” vardır. Müsavat, lafız ile mananın birbirine müsavi olup, ne az ne de çok olmamasıdır.
Üzerinde durduğumuz âyetteki nükteler, Kur’ân’ın belâgatini anlamak için denizden bir katre hükmündedir. Nasip olursa yakında daha başka nükteler üzerinde de durmak istiyoruz.