“Hayal Yolcusu Necati’nin Maceraları” adlı kitabınız 2021 yılında yayınlandı. Kitabı yazma süreci ve yayınlama sebebiniz hakkında bilgi verir misiniz?
2019 yılında yayımlanan biyografik bir romanın ardından öykü çalışmasına başladım ve çalışmam yaklaşık iki yıl kadar sürdü. Yayınlama sebebine gelince malum son zamanlarda değerler eğitimi ile ilgili çocuklar için yazılan birçok öykü kitabı var. Doğrusu benim yazdıklarımın da bu eserlerden çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Bizler eğitimciler olarak bu toplumun içinde yaşıyoruz. Esasen görevim gereği ülkemizdeki okulları ziyaret etme şansım oluyor. Öğretmenlerimizle, idarecilerimizle toplantılar yapıyoruz. Hepsinin dillendirdiği bir konu var. O da öğrencilerimizdeki bazı değerlerin erozyona uğradığıdır. Bir ara İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünün Yabancı bir profesöre lise öğrencileri için yaptırdıkları bir anketi okuma şansım olmuştu. Bu anket sonucuna göre 32 bin lise öğrencisinin %45 sigara, %32 alkol, %9’u ise uyuşturucu müptelası. Bu şu demek aşağı yukarı her iki gençten biri sigara, her üç kişiden biri alkol ve her on kişiden biri ise uyuşturucu kullanıyor.
Psikiyatri uzmanı yabancı profesör aynen şunu söylüyor. “Önleminizi bir an önce alın. Yoksa durumunuz batı ülkelerinden farklı olmayacak.” Evet, durum bu kadar vahim. Dediğim gibi aslında toplum olarak bunları görebiliyoruz. Belki de tarihin hiçbir dönemi günümüzdeki kadar olumsuz saldırılara maruz kalmamıştır. Şiddet, intihar, suç örgütleri, sanal hayat, asosyal kişilikler, ahlaki dejenerasyon almış başını gidiyor. Bizlerin tıpkı bu korona virüs illetinde olduğu gibi manevi virüslerden de kurtulabilmemiz için bir takım savunma mekanizmaları geliştirmemiz gerekiyor. Ben de bir eğitimci olarak kendi çapımda değerlerimizi anlatan öykülerle buna hizmet etmek istedim.
Kitabınızda başak/kök değerlerle ilgili öyküler var. Öncelikle değer ne demektir. Başak/kök değerler hakkında neler söylersiniz?
Başak değer dediğimiz şey aslında diğer bütün değerleri kapsayıcı öne çıkan değerlerdir. Kök değer ise bizim genetik kodlarımızda var olan güzel hasletler diye tarif edebiliriz. Önceki Milli Eğitim Bakanımız Ziya Hoca 10 kök/başak değerlere vurgu yaparak bu değerlerin öğrencilere verilmesi yönünde öğretmenlerimizin gerekli hassasiyeti göstermesini istemişti. Bende buna istinaden on başak değer diye belirttiğim “Dostluk, Dürüstlük, Adalet, Vatanseverlik Saygı, Yardımseverlik, Sevgi, Özdenetim, Sorumluluk, Sabır” gibi değerlerimize vurgu yapmak için 10 öykü yazdım. 9-12 yaşları kapsayan kitabımda bunların dışında örtük değer ve becerilere de yer verdim.
“Değerler Eğitimi” hakkında bilgi verir misiniz? Ne zaman okullarımızda uygulanmaya başlandı?
Değerler eğitimi bazı çevrelerde ahlak eğitimi, karakter eğitimi, ya da etik eğitimi gibi değişik isimlerle adlandırılmıştır. İsimden ziyade asıl önemli olan çocuklarımızı iyi hasletlerle, iyi meziyetlerle yetiştirebilmektir. Bir yönüyle değerler eğitiminin amacı eskilerin ifadesiyle bir insan-ı kâmil yetiştirmektir. Milli eğitimin temel amaçlarında da zikredildiği gibi beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı kişiler yetiştirmektir. Bu amaçlar bir bakıma niçin değerler eğitimi sorusunun cevabını da ortaya koyar. “Niçin değerler eğitimi? Gerçekten buna ihtiyaç var mıdır?” sorularının cevabına kuşkusuz herkes evet diyecektir. Gençler arasında tavan yapan şiddet eğilimlerini minimum seviyeye indirgeyebilmek, gençlerimizi hatta çocuklarımızı madde bağımlılığından, uyuşturucunun tuzaklarından kurtarabilmek, sağlam karakterli insan yetiştirmek, eğitim sisteminin eleyici ve at koşturucu dizginlerine bir nebze olsun gem vurabilmek gibi birçok sebep değerler eğitimini zorunlu kılmaktadır.
Eğitimciler olarak birer zorunluluk olan değerler eğitimini iki şekilde vermemiz mümkün gözüküyor. Birisi geleneksel yöntemler dediğimiz tanımlamayla, anlatmayla, nasihatvari olan emir kipleriyle. Ki bu yöntemin bugün faydalı olacağını düşünmüyorum. Diğeri ise rol model olarak değerlerimizi kendi hayatımızda içselleştirmekle. Bizler, eğitimciler olarak sahip olduğumuz değerleri tepeden tırnağa kendi hayatımızın her safhasında gösterdiğimiz takdirde görülecek ki bu enerji toplumun her katmanına, her kurumuna dalga dalga yayılacaktır. Öğretmenlerimizin değerlerle mücehhez olması öğrencilerimizin de değerlerle donatılması anlamına gelir. Yanık şairimiz Niyazi Mısri’nin “Halk içre bir ayineyim, herkes bakar an görür/Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaban görür” dediği gibi bizler halk içinde görünen birer aynayız. Ayna misal ailelerimizde, okullarımızda, hastanelerimizde, kışlalarımızda hâsılı bütün kurumlarımızın müştemilatında bir problem varsa, bir eksiklik varsa aynayı çevirdiğimizde orada kendimizi göreceğiz. Bu nedenle öğretmenlik mesleğinin değerler açısından önemi çok büyük. Hiçbir meslek öğretmenlik mesleği kadar topluma yön verememiş, bir model olamamıştır. Hiçbir mesleğin etki alanı bu kadar geniş değildir. Bir doktor hastalarıyla ilgilenir, bir terzi sadece elbisesinin söküğü, döküğü için yanına gelenlerle haşir-neşirdir.
Bir memur masa başında biriken birkaç vatandaşla, bir amir ise riayetindeki birkaç memurdan sorumludur. Oysa öğretmen okul bazında düşündüğümüzde yılda yüzlerce insanla muhatap olmaktadır. Bu durumu yıllara vurduğumuzda öğretmenlerimizin meslekleri boyunca on binlerce insanla hem hal olduklarını müşahede edebiliyoruz. Dolayısıyla biz eğitimcilerin bu işin sevabını da günahı da omuzlarımızda hissetmemiz gerekiyor. Belki devamlı sınıfta olduğumuzdan dolayı bizlerde ülfet peyda etmiş olabilir, eğitimde “körleşme” dediğimiz bir durum hâsıl olmuş olabilir ancak her şeye rağmen etrafımızda bir Mevlevi gibi pervaz eden öğrencilerimizin ışıl ışıl parlayan, gözlerindeki feri söndürecek tavırlarda bulunmamamız gerekir. Onlara gelecekte ihtiyaç duyacağı bilgi ve becerileri doğru model olarak, sindire sindire verelim ki yarınlarda yetişkin olduklarında yaşayacakları fırtınalardan etkilenmeden sahil-i selamete ulaşabilsinler. Değerler eğitimi ilk olarak 18. Milli Eğitim Şurasında yer aldı. İlgili şuranın 35. maddesinde; “Değerler eğitimine, okul öncesinden başlayarak yaygın eğitim dâhil olmak üzere eğitim öğretimin her kademesinde verilmesinden bahsediyor.” Bugün artık ders kitaplarımızda, gerekse program kitaplarımızda doğrudan ya da örtük öğrenme şeklinde değerler eğitimine yer verilmektedir. Yine Millî Eğitim Bakanlığının 2010/53 sayılı genelgesinde de değerler eğitimine vurgu yapılmıştır.
Hocam nesiller, kuşaklar sürekli yeni adlarla anılıyor. Şimdiki genç kuşaklara Z kuşağı deniyor. Nedir sizce Z kuşağı? Belirgin özellikleri hakkında neler söylersiniz?
Her kuşak ya da her dönem farklı isimlerle tesmiye edilmiş, bizden önceki kuşağa X kuşağı bizlere ise Y kuşağı deniyor. Bizler ve bizlerden önceki kuşakların baskı ve şiddet ortamlarında büyüdükleri bir gerçek. Merdaneli çamaşır makinelerini gördük. Siyah beyaz televizyonlar hayatımızı süsledi. Gaz lambasının isli ışığında derslerimizi çalıştık. Yaşadığımız şartlar ve imkânlar bir nevi karakterimizi, dünya görüşümüzü ortaya koydu. Bizler ve bizden öncekiler genelde itaatkâr, sorgulamayı sevmeyen, sağ-sol diye kaplara ayrılan bir nesildik. Fakat disiplinli oluşumuz, hayatın zorluklarını fark edişimiz, sahip olduğumuz dünya görüşüne samimi bir şekilde bağlanışımız hanemize yazılan birkaç güzel özellikten biri olarak sayılabilir.
Şimdiki nesil sizin de bahsettiğiniz gibi Z kuşağı diye anlıyor. Aslında her dönemin çocukları bulunduğu çağın “Z kuşağıdır.” Gençlerle fırsat ve imkân buldukça söyleşilerim oluyor. Onlarla dertleşiyoruz. Elbette her kuşak gibi bu döneminde avantajı ve dezavantajı var. Ama bu dönemin gençlerinin en karakteristik özelliği özgürlüklerine düşkün olmaları. Yaşamlarının kısıtlanmasından hoşlanmıyorlar. Peki, o zaman ne yapmamız gerekir. Gençlerimizin ya da çocuklarımızın özgürlüklerini kısıtlayalım mı yoksa saldım çayıra Mevla’m kayıra mı diyerek serbest mi bırakalım? Bence ne özgürlüklerini tam olarak kısıtlayalım ne de tamamen başıboş bırakalım. Çocuklarımızı, gençlerimizi çok sık boğaz edersek ileride bir takım psikolojik problemler yaşayabilirler. Tamamen serbest bıraktığımızda ise bir disiplin sorunuyla karşı karşıya kalırız. Hayattaki zorluklar karşısında başarıyı yakalama şansları azalır. Bu dönemin bir diğer özelliği ise konfora son derece düşkün olmaları. Bizler bir parça ekmekle, zeytinle iktifa ederdik. Bu kuşak ise kahvaltıda her şey olduğu halde hiçbir şey yok diyen bir nesil. Çocuklarımızın hayattaki zorlukların farkında olmalarında fayda var. O yüzden öğretmenlerimizden, velilerimizden istediğimiz çocuklarımızı bazen huzur evlerine, kimsesiz çocukların kaldıkları yurtlara, özel gereksinim ihtiyacı olan çocuklarımızın bulundukları yerlere, hastanelere götürmeleridir. Farkındalığı ancak böyle oluşturabiliriz.
Z kuşağının belki de en sevdiğim özelliği özgüven sahibi oluşları. Bizimle açıkça tartışabiliyorlar. Hiç çekinmeden fikirlerini söyleyebiliyorlar. Yine teknolojiyi çok iyi kullanmaları Z kuşağının önemli özelliklerinden birisi. Benim 7 yaşında bir çocuğum var. Telefonumda, bilgisayarımda benim bilmediğim birçok uygulamayı biliyor. Tabi teknolojinin olumsuz bir tarafı insanı teknoloji bağımlısı haline getirmesidir. Bununda tedbirlerini almamız gerekir. Bu yüzden çocuklarımızın mutlaka bir uğraşları olmalı. Spor ve sanat kurslarına göndermek gerekir. Bizim bazı velilerimizde şöyle bir algı var. Örneğin çocuğumu saz kursuna, gitar kursuna ya bir spor dalına gönderirsem derslerinden geri kalır. Bu tamamen yanlış bir görüştür. Aksine çocuğun sportif ya da sanatsal bir faaliyetin içinde olması onun hem akademik başarısını hem de sağlam bir kişilik yapısına sahip olmasına hizmet eder. Bana göre bu dönem gençlerinin önemli özelliklerinden biride çevreye karşı duyarlı oluşları, doğru, dürüst ve adaletli olmalarıdır. Şöyle bir eleştiri var. Bu neslin gittikçe milli ve manevi değerlerimizden koptuğudur. Evet, bu kısmen doğru olsa da onların bizim kuşaktan çok daha fazla ahlaki, insani ve vicdani birtakım ilkelere sahip olduklarını söyleyebilirim. İnşallah gençlerimizin bu güzel hasletleri milli ve manevi değerlerimizle de buluşur. Yine bu dönemin ayırtı edici bir özelliği de buyurgan bir tavrı, didaktik bir dili sevmemeleridir. Ben de bu yüzden kitabımda değerlerimizi anlatırken mümkün mertebe bu dilden sakınmaya çalıştım.
Sayın hocam gençlerle söyleşiler yaptığınızı söylediniz. Sizce gençliği anlamak için öncelikle bizlerin neler yapması gerekiyor?
Zamanın gençliğini anlamanın yolu öncelikle biz büyüklerin iyi bir iletişim beceresine sahip olmaları gerekir. İletişim dediğimiz şey duygu, düşünce ve bilgilerimizi paylaşmaktır. Şunu söyleyeyim sağlıklı iletişim kuran insanlar yaptıkları işi çok iyi bilmeseler dahi evde, okulda, işte, sporda kısacası her yerde, her alanda başarılı olurlar. Küçükle, büyükle yaşlıyla herkesle anlaşabilirler. Tersi bir durumda yani yaptığı mesleği, işi en iyi bir şekilde yapsa bile eğer iletişimi zayıfsa hayatında başarılı olamaz, daima problem yaşar. İletişim sadece konuşma değildir. Jestlerimiz, mimiklerimiz, duruşumuz, bakışımız, giyinişimiz hepsi iletişimin bir parçası. Güzel bir söz var. Hatip muhatabın gölgesidir ona göre uzar ya da kısalır. Gençlerin yaşam alanına girdiğimiz zaman onları anlayabiliriz. Gençlerimiz, çocuklarımız neyi sever, neyi sevmez, neyi, nerede, nasıl söylememiz gerekir bunları bildiğimiz takdirde bu kuşağı çözebiliriz. Böylece kuşak çatışmasını da en aza indirgemiş oluruz. Gençleri anlamanın bir diğer yolu zaman yönetimini iyi kullanmamız. Bizler yetişkinler olarak belki de işlerimizin yoğunluğundan dolayı çocuklarımıza yeteri kadar vakit ayıramıyoruz. Ailemizle ne kadar bereketli vakit geçirirsek gençlerimizin o kadar hareketli bir hayatı olur.
Gençleri anlamak için kendimizi de anlamamız gerekir. Bilgi sahibi olmamız da önemli. Fakat bilgi tek başına yetmez. İçselleştirmemiz gerekir. Sigara içen bir velinin çocuğuna oğlum sigara zararlıdır ondan uzak dur demesinin bir anlamı yok. O yüzden ben değerler eğitimine insanileştirme ve içselleştirme sanatı diyorum. Gençleri anlamanın bir diğer yolu onların yaşadığı dönemin özelliklerini bilmektir. Bizim kuşakta gaz lambası, lastik ayakkabı, merdaneli çamaşır makinesi, ahizeli telefonlar ne bileyim siyah beyaz televizyonlar vardı. Şimdiki gençler için merdaneli çamaşır makinesi ya da evlere asılan geyikli, kazlı duvar kilimleri hiçbir şey ifade etmez. Bizler voltranla, “Aziz dostum Rintintin” diyen Retkitle “şirinler aşkına” diyen şirinlerle büyüdük. Şimdiler ise pepelerle, müfettiş gadgetlerle, rafadan tayfalarla büyüdüler. İşte kuşak çatışması değimiz şeyde tam da bu. O yüzden bir birimizin yaşadığı kuşağın özelliklerini bilip ona göre davranmamız icap eder. Yargılamamamız gerekir.
Kitabınızın başlığı ilginç olmuş. Neden “Hayal Yolcusu Necati’nin Maceraları” adlı bir başlık koydunuz?
Malum Kral Şakir diye biz çizgi film var. Orada Necati adında bir çizgi film kahramanını görüyoruz. O karakterden mülhem aynı zamanda bir yazar olarak benim ismimle de özleştiği için böyle bir isim koydum. Farklı bir isimde olabilirdi. “Hayal Yolcusu” dememin sebebi ise Hayal gücü biz yetişkinlerde çocuklara nazaran daha az. Kitapta yaşanmışlıkları hayallerle birleştirdim. Ayrıca bu öykülerin içerisinde tıpkı her yazar gibi benimde yaşadığım bazı olayların ipuçları var. Bu kuşağın en önemli özelliği hayal güçlerinin güçlü oluşu. Çocuklarımıza oyun oynama ve hayal etme fırsatları sağladığımızda düşünme becerileri daha çok gelişir. Kitabımın giriş kısmında belirttiğim Albert Einstein dediği gibi “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere.” Dolayısıyla insanda hayalin sınırı yok. Bu da bana öykülerimi yazarken bir genişlik sunuyor.

Son olarak neler söylemek istersiniz?
Tüm amacım müspet manada önce kendimden başlamak üzere çocuklarımızda ve gençlerimizde istendik davranışlar meydana getirebilmektir. Bazen bana boşa kürek salladığımı söyleyen arkadaşlarım oluyor. Bu söz doğruda olabilir fakat önemli olan ateşe atılan Hazreti İbrahim için su taşıyan karınca gibi olabilmek. Belki ağzımızda taşıdığımız bir damla su ateşi söndürmez ama bu nesil için yanan vicdan ateşimizi söndürebilir. Bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür etmek isterim.
Kitabın arka kapak yazısı: “Z Kuşağı döneminde yaşayan Necati, analitik düşünme yetisine sahip, çevresine karşı duyarlı bir çocuktur. Durağanlığı sevmez, hareketli yapısıyla maceradan maceraya sürüklenir. Bir gün virüslerle mücadele eder. Bir başka gün sahaflar çarşısındaki bir dükkâncıda bulur kendini. Esrarengiz bir sarayda da gezinir daha sonra. Meclise de yolu düşer bir vakit. Ormanlara dalar, hayvanlarla sohbet eder, mevsimlerle konuşur. Ailesini de sever, doğayı da. Bilgiyi de es geçmez, mavi küçük defterine aldığı notlarıyla…”
Not: Röportaj “dibacenet” editörü Muaz Ergü tarafından yapılmıştır.
Necati İLMEN
o Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun oldu.
o Sekiz yıl öğretmenlik yaptı.
o Millî Eğitim Bakanlığının değişik kademelerinde idarecilik yaptı.
o Ulusal haber sitelerinde bir süre köşe yazarlığı yaptı.
o Yüksek Lisansını Süleyman Demirel Üniversitesinde tamamladı.
o Aylık edebi, kültürel ve ilmi dergilerde yazılar yazmamın yanında yayımlanmış beş kitabı bulunmaktadır.
o Türkiye’nin değişik yerlerinde değerler eğitimi ve eğitim içerikli konferans ve seminerler verdi. Millî Eğitim Bakanlığında Bakanlık müfettişi olarak görev yapmaktadır.
Kitapları
o Oku, Düşün ve Uygula / Yargı Yayınevi /2007
o Kırk Yamalı Bohça/Çizgi Yayınevi/2012
o Heybesinde Aşk Taşıyanların Hikâyesi /Süeda Yayınları/ 2015
o Eddai/Süeda Yayınları/ 2019
o Hayal Yolcusu Necati’nin Maceraları/ Kayalıpark Yayınları/2021
o Ömürlük Hikâyeler/ Süeda Yayınları/2023