Henry Kisinger “ Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir.” demiş. Bir şeyin gerçek olması çok önemli olmaz mı? Elbette hayâti bir öneme hâizdir. Fakat bir şeyi gerçek gibi göstermek davasında olanlar için o kadar önemli değildir. Çünkü onlar için önemli olan kendi hedefleri doğrultusunda “gerçeklik algısı” oluşturmaktır.
Yaşadığımız hayat mutlaka sürekli etki-tepki üzere oluşan bir algı üzere gitmiyor. Bazen biz kendimiz dahi kimi durumlara verdiğimiz tepki, bakış açısı ve okumalar üzere de algılarımızı farklılaşabilir.
Evet, öyle hâdiseler yaşarsınız ki, sizin onu anlamlandırma ya da anlama biçiminiz onun hakikatini değiştirebilir.
Üç kişi bir tren kompartımanında yolculuk yapmaktadır. Yolcular içinde zayıf olan kişi zaman zaman üşüyüp kalorifer vanasını açarak içeriyi ısıtmak ister. Ancak şişman olan yolcu ise, vananın açıldığını görünce biraz sonra bunalmaya başlar ve gider vanayı kapatır. Biraz sonra zayıf olan tekrar üşümeye başlar ve tekrar açar. Derken bu bir müddet böyle devam eder. Onların bu hallerini seyreden diğer yolcu kıs kıs gülmektedir. Onu bu haline dikkat çeken o yolcular sorar; sen ne diye bize gülüyorsun? Cevap verir; arkadaşlar o vana bozuk!
Evet, İki arkadaşta aslında çalışıyor zannettikleri kalorifer vanasının “çalışıyor” algısıyla hareket ettikleri için, psikolojik anlamda bunalma ve rahatlamayı yaşayabilmişler.
Bunun bir başka örneğini de bir arkadaşımdan duymuştum.
Babasının vücudunda ağrı olduğunda içtiği kapsüllü bir ilacın içini boşaltıyor ve babasına öyle veriyor. Normalde babasına “bu ilacı her zaman içme diyor, kendini çok alıştırmıştın” diyor ama baba dinlemiyor. Sonra evlat ilacın içindeki maddeyi boşaltıp, kapsülü tekrar takıp babasına su ile birlikte öylece veriyor. İlacı içen baba da biraz sonra bir rahatlama olmuş, ağrısı gitmiş. Tabi evladı da “Baba onun içi boştu” deyince, babası şaşırmakla birlikte oğluna şaka yollu yine fırçayı basmış.
Hâdiseleri okuma, anlamlandırma biçimi çok önemli demiştik.
Biz her zaman yukarıda örneğini söylediğim gibi masum algılara maruz kalmıyoruz tabi.
Abd’nin Irak işgalinde kullandıkları “karabatak” kuşları hâlâ hafızamızda.
Evet günümüzde algının şâhı hep ekranlarda yapılıyor. Zaten ekranlarla her saniye bize ulaşmaları mümkün. İşte şu yazıyı da bir ekranda yazıyorum.
Reklamlarda sürekli kullanılan kadın figürünün niçin olduğunu da bilmiyorum hiç düşündük mü? Ne alakaysa bir kamyon lastiği reklamında bile kadın var.
25. kareleri geçtik, neredeyse bütün karelerin hep algıya hizmet ettiği Hollywood filmlerinin neye hizmet ettiği artık bolca yazılıp çiziliyor.
Tabi sadece Hollywood değil bizim Yeşilçam filmlerimizde de algı az değildi.
Sürekli kötü ve sahtekâr rollerde olan imam tiplemeleri, komedi adı altında bolca, boca edilirdi.
Tabi bir sürü argo, küfür de arada cabası.
Şimdi toplumun nokta, virgül gibi sözlerinin arasına küfürler yerleştirmesinde de bu filmlerin rolleri var mıdır diye sorsak? Olmaz mı? Hem de ne kadar.
Bizde güldürürken, imamların ne kadar düzenbaz, üçkâğıtçı hatta ve hatta namus düşmanı kişiler olduğu gösterilirken, Yabancı filmlerdeki Hristiyan rahiplerin ise, toplum için öncü ve örnek şahsiyetler olarak gösterilmesi de ayrıca düşündürücü.
Dizilere hiç girmesek daha iyi. Zîrâ başlı başına bir yazı konusu.
Evet dizilerden, filmlerden etkileniyoruz. Komşumuza üzülmeyi unutup sanal figürlere ağlayabiliyoruz. Kurtlar Vadisi dizisinin başrol oyuncusunun “rol icabı” ölümü bile gerçek ölüm gibi etki bırakıp, “Cenaze” namazı kılınmıştı bu ülkede… Ciddî ciddî yani.
Algı ve Manipülasyon üzere toplumlara yön vermek isteyenlerin kullandığı en önemli araç medya.
Ve bizler her saniye buna maruzuz. Elimizdeki cep telefonları artık Tv başına geçmemize gerek bırakmıyor.
Algı için kullanılan bir çok argüman var fakat en önemlisi ve temel “yalan”
Yalan, tüm zamanların algı aracıdır. Hatta sürekli yalan söyleyen bir kimsenin zamanla kendi yalanına inanacağı da varsayılır.
Evet, bir şeyi nasıl düşünmemiz ve ona göre eylem belirlememiz isteniyorsa ona göre algı oluşturuluyor.
Güzel olan çirkin, çirkin olan da algı ile güzel gösterilebiliyor ki şeytanın aslî mesleği.
Bu noktada yapılması gereken nedir? Diye bir soru sorarsak.
Elbette temyiz edici bir akıl.
Sorgulayıcı bir akıl.
Hakikati anlamaya çalışan bir iz’ân ve insaf ile.
Bu nasıl olacak?
Elbette okumakla, sormakla ve Salih insanlar birlikte olmakla olur.
Doğru kitaplar, doğru insanlar.
Rabbimiz Hucûrât Suresi 6. Âyet-i Kerîmede meâlen şöyle buyuruyor.
Ey îmân edenler! Eğer fâsık (yalancı, günahkâr) bir kimse size bir haber getirirse, önce (onun doğruluğunu) iyice araştırın ki, bilmeyerek bir topluluğa sataşırsınız da (bu hareketiniz doğru olmadığından) yaptığınıza pişmân olan kimseler olursunuz.
Evet, haber, reklam, film, dizi, söz, kimden gelirse, nasıl gelirse gelsin iyice araştırmak lazım. Düşünmek ve sorgulamak lazım.
Tâki pişman olmayalım. Kendi hedeflerimizin peşinde gittiğimizi düşünürken, başkalarının hedefi, kendi arzularımızı, isteklerimizi gerçekleştiriyoruz derken, başkalarının arzularının kurbanı olmayalım.
Son olarak Şehid Malcolm X’in bizi dikkate, farkındalığa davet eden şu sözüne ayrıca dikkat çekelim.
‘’Eğer, dikkatli olmazsanız, gazeteler (basın ve medya), mazlumlardan nefret etmenizi, zalimleri ise çok sevmenizi sağlar.’’