ALLAH’IN NİMETLERİNİ SAYMAYA KALKSANIZ SAYAMAZSINIZ

Kıymetli kardeşim!

Bazı insanlar yalnızca yeyip, içtiklerini nimet zannederler, yemek yedikten sonra “Elhamdülillah, şükür” deyince de kendilerini şükretmiş sayarlar. Hâlbuki nimetler yalnızca yeyip, içtiklerimizle sınırlı değildir. Sahabelerden Ebud Derda (r.a) şöyle demiştir: “Ancak yediği ve içtiği şeyleri nimet zanneden kimse, Allahın kendisine vermiş olduğu nimetleri bilmemiş, ameli azalmış ve azabı da hazırlanmış demektir.”[1]

Nitekim bu konuda Kur’ân’da “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, sayamazsınız”.[2] Buyrulmuştur.

Kıymetli kardeşim! Allah’ın kullarına olan nimetleri o kadar çok ki, saymak mümkün değildir. Bu konuda bazı hadisleri kaydedelim:

Tabiinden İkrime (r.a) şöyle demiştir: “O gün bütün nimetlerden sorulacaksınız”[3] ayeti nazil olunca sahabeler “Ya Resulallah! Hangi nimetten sorulacağız? Yediğimiz buğday ekmeğinden karnımızın ancak yarısını dolduruyoruz.” Dediler. Allah peygamberine şöyle vahyetti “Onlara de ki: Ayağınıza nalin giymiyor musunuz, soğuk su içmiyor musunuz? İşte bunlar da nimetlerdendir.”

***

Burada farkına varamadığımız diğer bazı nimetleri seninle paylaşmak istiyorum:

Örneğin, her nefes bir nimettir. Hatta her nefes bir nimet olmakla beraber, onda 3 nimet daha vardır. Nefes aldığımızda, kanımız temizleniyor, vücut harareti temin ediliyor ve konuşuyoruz. Bir nimete bir kere şükretmek gerekirse, bu 3 nimete 3 defa şükretmemiz gerekmez mi? Ve buna gücümüz yeter mi? Peki acaba günde kaç defa nefes alıyoruz?

***

En büyük nimet sıhhattir. Peki, bunun kıymetini kaç kişi biliyor. Peygamberimiz “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu yönden aldanmış (kıymetini bilememiş) bir durumdadırlar. Onlar da: Sıhhat ve boş vakittir” buyurmuştur.

Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlının en haşmetli padişahıydı. Onun döneminde Osmanlı toprakları 15 milyon kilometrekare olmuştu. Kendisi de 40 yıl padişahlık yaptı. Meşhur bir şiirinde Kanunî şöyle diyor:

      Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

      Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Kanunî bir nefeslik sıhhatin devletten daha önemli olduğunu söylüyor.

***

Güneşin doğması bir nimettir. Fakat güneşin batması da bir nimettir. Gecenin gelmesi bir nimettir. Fakat gecenin bitmesi de bir nimettir. Bu konuda Kur’ân’da şöyle buyrulur:  De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek tanrı kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz? De ki: Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek tanrı kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz? Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, (gündüzün) O’nun fazlu kereminden (rızkınızı) arayasınız ve şükredesiniz.[4]

***

Yağmur olmasa, hayat biter. Bu yönüyle yağmur en büyük nimettir. Fakat yağmurun yağması gibi, durması da bir nimettir. Eğer yağmur durmasa sel felaketleri olur, hayat yine biter. Öyleyse yağmurun yağmasından dolayı şükrettiğimiz gibi, durmasından dolayı da şükretmemiz gerekir.

***

Acıktığımızı hissetmemiz bir nimettir. Eğer acıktığımızı hissetmesek, yemek yemeyiz ve bu yüzden ölürüz. Ayrıca doyduğumuzu hissetmemiz de bir nimettir. Yoksa çok yemekten çatlayıp ölürüz.

***

Sıhhat bir nimettir. Belki garip gelebilir ama hasta olduğumuzda –canımız yansa bile- acıyı hissetmemiz de ayrı bir nimettir. Çünkü hastalık anındaki acı, vücutta arıza olduğunu bildiren bir sinyaldir, bizi şifa aramaya, doktora gitmeye sevk eder. Eğer hastalık anında acı hissetmese idik, hasta olduğumuzun farkına varamaz, bunun neticesinde de ölürdük. Kanserin tehlikeli olmasının en büyük sebebi de budur.

Bir arkadaşımızın kanserden dolayı sol ayağı dizinden itibaren kesildi. Arkadaşımız şöyle diyordu “Ayağımda üç yıldır bir şişlik vardı, fakat ağrı yoktu. Ağrı olmadığı için bende kıymet vermedim. Bir defasında merakımdan doktora gittim, doktor hemen kanser teşhisi koydu. Başka doktorlarda ayağımı gördüler hepsi “Ayağını kesmezsek, hastalık vücuduna yayılır ve ölürsün dediler.” Arkadaşımızda mecburen ayağını kestirmek zorunda kaldı. Bu olay bile hastalık anındaki acının nimet olduğunu gösteriyor. Çünkü eğer daha hastalığın başında ağrı, acı olsaydı, arkadaşımız hemen tedbir alabilirdi.

Kıymetli kardeşim, hastalık anındaki acı bile nimet ise, sen diğer olayları buna kıyas et! Farkında olamadığımız nice nimetlerin farkına varabilirsin.

***

Farkına varamadığımız nimetlerin bir kısmı da artık hayatımızda çokça karşılaştığımız ve alışkanlık peyda ettiğimiz medeniyet harikaları olan teknoloji aletleridir. Her ne kadar bu aletleri insan keşfetmiş, icad etmişse de aslında bunlar birer ilahî nimettir. İnsan bunu tek başına, Allah’ın yardımı olmaksızın keşf etmiş ve yapmış değildir. Örneğin –inek, deve, at, fil gibi- bazı hayvanlar vardır ki, onlar insanlardan güçlü oldukları halde, insanlara itaat ederler. Küçük bir çocuk bir atın boynuna ipi bağlar, çekerek istediği yere götürür, at, itiraz etmeden istenilen yere gider. O hayvanın itaati, insanın güç ve kuvvetinden dolayı değil, Allah’ın o hayvanın kalbine itaat hissini yerleştirmesinden dolayıdır.

Kıymetli kardeşim bütün medeniyet harikalarını, teknoloji aletlerini de buna kıyas et! Allah bütün varlıkları insanın emrine vermiş, onları insana itaat ettirmiştir. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Görmedin mi, Allah, yeryüzündeki varlıkları ve izniyle denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”[5]

Düşün ki; Allah bize akıl denilen harika nimeti ihsan etmeseydi, insanoğlu neyi bulup neyi yapacaktı. Arılar, Âdem babamız zamanından günümüze kadar yalnızca petek ve bal yapmışlardır. Aradan geçen yüzyıllar boyunca yaptıkları hiç değişmemiştir. Hâlbuki insan dünyaya gelişinden, günümüze kadar sayılamayacak kadar çok şey yapmıştır. Bunun temelinde Allah’ın ona verdiği akıl nimeti gelmektedir.

Veya insanın aklı olsaydı da, parmakları olmasaydı ne olurdu. Hatta yalnızca başparmağı olmasaydı ne olurdu? Bazı bilim adamları “medeniyet başparmağın eseridir” derler. Sebep olarak da eğer insanın başparmağı olmasaydı onun hiçbir şeyi doğru dürüst tutamayacağını, alet yapamayacağını söylemişlerdir. (İstekli bir insan başparmağını keserek bunu deneyerek, görebilir.)

Diyelim ki; aklımız var, vücut azalarımız yerli yerinde, fakat yeryüzünde demir olmasaydı ne olurdu. Ben söyleyeyim: bugünkü medeniyet yine olmazdı. Bize lazım olan diğer maddeleri, eşyaları da buna kıyas eyle…

Öyleyse bugünkü medeniyet insana aklı, vücut organlarını veren, yeryüzüne de -demir gibi- insanın ihtiyacı olan eşyayı yerleştiren zatın lutfudur.

Bütün bu nimetleri düşündüğümüz zaman, bizim Allah’ın nimetlerine hakkıyla şükretmekten aciz olduğumuzu anlarız. Bu yüzden bazı âlimler, “Hakiki şükür, insanın şükretmekten aciz olduğunu anlamasıdır” demişlerdir. Buna delil olarak da şu rivayeti zikretmişlerdir:

Cenab-ı Hak, Davud (a.s) “Ey Davud! Benim sana olan nimetlerime şükret!” diye emretti. Davud (a.s)’da “Ya Rab! Ben sana nasıl şükredeceğimi bilemiyorum. Çünkü verdiğin nimetler şükür isterler. Fakat şükür de bir nimettir. Ona da şükretmek gerekir. O da ayrı bir nimettir, o da şükür ister. Dolayısıyla ben sana nasıl şükredeceğimi bilemiyorum.” Dedi. Cenab-ı Hak ona “Ey Davud! Bütün bu nimetlerin benden olduğunu (hakiki şekliyle) bildiğin şu anda şükretmiş oldun” buyurdu.

Rivayete göre Musa (a.s) Tur dağına çıktığında Allah’a şöyle münacatta bulundu: “Ya Rabbi! Namaz kıldıysam bu senin tarafındandır. Sadaka verdiysem bu sendendir. Senin bildirdiklerini tebliğ etmişsem bu da sendendir. Ben bunlara nasıl şükrederim. (Yaptığım her şey sendendir)”. Cenab-ı Hak ona “Ey Musa! Şimdi şükretmiş oldun” buyurdu.

İmam Şafi’de bu manaya uygun olarak “er-Risale” adlı kitabına giriş yaparken “Hamd olsun o Allah’a ki; onun nimetlerinin şükrü, ancak yine onun verdiği nimetler sayesinde eda edilir. Onun geçmişteki nimetlerine şükür etmek de bir nimettir, dolayısıyla ona da ayrıca şükretmek gerekir” demiştir.

[1] Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, c, 1, s, 371.

[2] Nahl, 18.

[3] Tekâsur, 8.

[4] Kasas, 71-73.

[5] Hac, 65.

Exit mobile version