Türkiye’de takriben geçmiş 80-90 yıllık süreçte kılık kıyafetle alakalı çok büyük ve ağır travmatik sorunlar yaşandı. Bunların en başında da başörtüsü yasağı gelmektedir.
1950’li yıllardan sonra başörtüsüne ilişkin yaşanan sorunlar ara ara gündeme geldi ise de, bu konuda özellikle 1980’lerden sonra çok ağır mağduriyetler ve karşı duruşlar yaşandı.
28 Şubat sürecinde başörtüsü sebebiyle yaşanan sorunların, dünya insanlık tarihinde bir emsaline rastlamak pek mümkün ve muhtemel görünmüyor.
Refah ve Fazilet Partilerinin temelli kapatılma sebeplerinin en başında başörtüsü serbestisinin sağlanması yönündeki politika önerileri gelmektedir.
AK Parti tarafından yükseköğretim kurumlarında başörtüsü serbestisini öngören 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu TBMM’de kabul edildiğinde, bu kanunun iptali için TBMM üyeleri Hakkı Süha OKAY, Kemal ANADOL ile birlikte 110 CHP’li milletvekili AYM’ne iptal davası açtı. AYM, söz konusu Anayasa değişikliği kanununu iptal etti (AYM. E. 2008/16, K. 2008/116, KT: 05.06.2008).
AK Parti hakkında 2008 yılında “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesi ile kapatma davası açıldı. AYM, bu davada Ak Parti’nin temelli kapatılması istemini kabul etmeyerek, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle, “%50 oranda hazine yardımından yoksun kılma” kararı verdi (AYM. E. 2008/1, K. 2008/2, KT: 30.07.2008).
AK Parti hakkında verilen hazine yardımından yoksun kılma yaptırımının temel gerekçelerinden biri de, “AYM’nin E. 2008/16, K. 2008/116 sayılı kararıyla iptal edilen 5735 sayılı Kanun’un AK Parti tarafından teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanması”dır. AYM’ne göre, AK Parti’nin, 5735 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu teklifini vermekle, “laiklik karşıtı eylemleri benimsediği ve bu vesileyle de laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma fiilinin gerçekleştiğinin kabulü gerekir” (E. 2008/1, K. 2008/2, KT: 30.07.2008).
Anavatan Partisi iktidarı zamanında başörtüsü serbestisinin sağlanması amacıyla çıkarılan kanunlar hakkında AYM’nce verilen iptal kararları hakkında, daha sonraki yıllarda başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’liler tarafından destekleyici açıklamalar yapıldı.
Bu dönemde, CHP ve mihverindeki yasakçı vesayetçilerle AYM ve yüksek yargı mercileri nezdinde başörtüsü yasağının sağlanması yönünde tam bir güç birliği vardı. Bu ittifak, askeri bürokrasi ile Üniversite ve etkili medya mensuplarınca da tamamlandı.
Gerek 28 Şubat sürecinde, gerekse 28 Şubat süreci öncesinde ve sonrasında, yakın tarihlere kadar CHP, başörtüsü yasaklarının en büyük savunucusu idi. Hatta bu partinin varlık sebeplerinden biri de, katı otoriter militan laiklik ilkesinin ve çağdaş medeniyetin bir gereği ve laikliğe karşıtlığını temsil eden siyasi bir sembol olarak gördüğü başörtüsünün mutlaka yasaklanmasıdır.
Burada CHP’nin başörtüsüne karşı sergilediği çok katı karşı duruş örneklerinin geniş bir envanterini çıkaracak değilim. Ama şu çok net bir şekilde ifade edilebilir:
“Geçmiş yıllarda başörtüsü yasağının en büyük mimarı, sahiplenicisi CHP’dir”.
Hatta bazıları, başörtüsüne karşı o kadar katı bir karşı duruş içerisinde idiler ki, başörtüsünün sokaklarda, caddelerde, meydanlarda da yasaklanmasını önerenler bile oldu.
CHP’nin Helalleşme ve Başörtüsü Serbestisi Kanunu Önerisi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu son aylarda, “başörtülülerle helalleşme” adı altında başörtülülere yönelik tabiri caizse “günah çıkarma” seansları yapıyor.
Yani Kılıçdaroğlu, “geçmişte başörtülülere yönelik çok haksız uygulamalara imza attık, hakkınızı helal edin, çok pişmanız, ama borç ödemeden helalleşelim” demeye getiriyor.
Nitekim CHP yönetimi, helalleşme kapsamında bazı başörtülülere, hatta çarşaflı bazı bayanlara CHP rozeti takarak, bu yöndeki çabalarını yakın geçmişte kamuoyu ile paylaştı.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “başörtülülere daha şirin görünmek, ‘bizlerden korkmayın, bizler artık eski CHP değiliz, sizler bizim için çok kıymetlisiniz, artık yasakçı CHP gitti, hürriyetçi CHP geldi’ demeye getirmek” için başörtüsü serbestisini öngören aşağıdaki kanun önerisini, 04.10.2022 günü TBMM Başkanlığına verdi.
“Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz”.
Peki, Bu Yönde Bir Kanuni Düzenlemeye Lüzum Var Mıdır?
Başörtüsü meselenin yoğun bir şekilde tartışıldığı ve sorunların en üstü düzeyde yaşandığı 1980 yıllardan itibaren, CHP ve müttefiklerinin mutlak olarak sahiplendikleri başörtüsü yasağına karşı yürütülen mücadele, CHP ve müttefiklerinin bütün motivasyon ve güçleri ile karşı durmalarına rağmen, 2010’lu yılların başlarından itibaren başarı ile sonuçlandı. AYM ve diğer yüksek Mahkemelerin de başörtüsü serbestisini sağlayan kararlar vermeye başlaması ile başörtüsü serbestisi mücadelesinde kazanılan başarı taçlanmış oldu.
Kamu kurumlarında çalışanlar için başörtüsü yasağının kaynağını teşkil eden 12 Eylül cunta yönetimi döneminde Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanıp kabul edilen 16.07.1982 tarihli “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik”ten, başörtüsü yasağını öngören hüküm çıkarılarak, normatif zeminde yasak kalkmış oldu. Benzer durum, yükseköğretim kurumları ile orta öğretim kurumlarında geçerli olan başörtüsü yasağının kaldırılmasında da söz konusu oldu.
Günümüzde başörtüsünü men eden bir kanun ya da bir başka hukuk normu olmadığı gibi, başörtüsünün açıkça serbest olduğunun ifade edildiği bir hukuki düzenleme de yoktur.
Demokratik bir hukuk devletinde “hürriyet ve serbestlik kural, yasaklama istisna”dır. Bir diğer ifadeyle, yasaklanmayan her türlü davranış serbesttir. Bu ilkesel kural gereğince, bir davranışın yapılması serbest ise bu durumun ayrıca kanunla düzenlenmesine lüzum yoktur. Şayet belli bir davranışla alakalı yasaklayıcı bir hüküm varsa, bu yasağın kaldırılması yönünde kanun çıkarılır. Burada kanunun konusu yasağın kaldırılması yönündedir.
Nitekim başörtüsü yasağına benzer bir yasaklama, 1932-1950 arasında Arapça ezanın yasaklanması konusunda vardı. 1941’de çıkarılan 4055 sayılı kanunla TCK’nun 526. maddesine bir fıkra eklenerek, Arapça ezan ve kametin okunması yasaklandı. 16.06.1950 tarihinde çıkarılan 5665 sayılı “TCK’nun 526. Maddesinin Değiştirilmesi” hakkında kanunla, 4055 Sayılı Kanunla, TCK’nun 526. maddesine eklenen “…veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar” ibaresi kaldırılarak, ezanın Arapça aslına uygun okunması serbestisi sağlandı.
Netice itibariyle, başörtüsünün serbest olduğuna dair bir kanunun çıkarılması, esasen serbest olan bir davranışın serbest olduğunun ilanından başka bir şey değildir.
Fakat her bir hak ve hürriyet gibi, başörtüsü serbestisinin ayrıca kanunla pozitif hukuki düzenleme yoluyla güvence altına alınmasının hiç mi anlamı yoktur? denilecek olursa.
Şayet başörtüsü serbestisinin kaldırılması yönünde bir tehlike mevcutsa ya da yasaklayıcı yönde katı uygulamalar varsa, bu tehlikenin ya da yasaklayıcı uygulamanın kaldırılması yönünde bir kanuni düzenlemenin yapılması anlamlı ve gerekli olabilir.
Nitekim 10.12.1988 tarih ve 3511 sayılı kanunla 2547 Sayılı Kanuna eklenen “Ek 16. madde” ve 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı kanunla 2547 sayılı kanuna eklenen “Ek 17. madde” ile 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu bu mahiyette idi. Ortada çok yoğun bir şekilde uygulanan bir başörtüsü yasağı söz konusu olduğu için, bu yasağın sonlanması amacı ile burada sözü edilen kanunlar çıkarıldı.
Tekrar ifade etmek gerekirse, şu anda, başörtüsünün yasaklanması ihtimali söz konusu değildir. Gelecekte bu yönde bir ihtimal var mıdır? diye sorulacak olursa, bunu şimdiden kestirebilmek pek mümkün değildir. Ama bu hesabı gizliden gizliye yapanlar olabilir.
Şayet birileri ya da bazı partilerin yöneticileri ve üyeleri, bu iktidarın değişmesi neticesinde başörtüsünün yasaklanmasını muhtemel görüyorlarsa, o zaman önlem olarak kanun ya da Anayasa değişikliği yapılması seçeneklerinden hangisinin daha güvenceli bir hukukî yapı oluşturduğunun tartılması gerekir.
Bir kere, şayet başörtüsü serbestisine yönelik bir tehlike yoksa bu konunun kanunla düzenlenmesinin pek bir lüzumu yoktur. Tıpkı, 16.06.1950 tarihinden bu yana ezanın Arapça aslına uygun olarak okunması serbestisinin ayrıca kanunla düzenlenmemesi gibi.
Şayet yakın bir gelecekte başörtüsü serbestisine yönelik bir tehlike mevcutsa; CHP bunu seziyorsa, o zaman bu tehlikeyi bertaraf etmek maksadıyla bir düzenleme yapılabilir.
Bu durumda, başörtüsü serbestisinin güvence altına alınmasını öngören bir kanuni düzenleme kısmen bir güvence sağlayabilir. Fakat kanunla sağlanacak bir güvence, başörtüsü serbestisine yönelik tehlikeyi bertaraf edebilecek güç ve etkinliğe sahip değildir. Çünkü mevcut iktidar tarafından başörtüsü serbestisine yönelik bir tehlike olmadığına göre, bu tehlikeyi ortaya çıkaracak bir iktidar, çok kolay bir şekilde yapacağı bir kanunla, başörtüsü yasağını getirebilir. Bunun için Mecliste, katılanların salt çoğunluğunun, veto halinde de üye tamsayısının salt çoğunluğunun sağlanması yeterlidir. Bunun sağlanması da pek zor değildir.
O zaman gelecekte başörtüsüne yönelik yasaklama tehlikesini daha etkili ve güçlü bir şekilde bertaraf etmenin yolu anayasa değişikliğinden geçer. Bu durumda, başörtüsü yasağını getirmeyi düşünen bir iktidarın ya mecliste 3/5 çoğunluğa sahip olması ve referandumla bu yasağın kaldırılmasının sağlaması gerekir, ya da TBMM’de 2/3 çoğunluğun sağlanması gerekir. Şu toplumsal zeminde, yakın bir gelecekte başörtüsü yasağını getirmeyi düşünenlerin Mecliste böyle bir çoğunluğu sağlaması pek mümkün ve muhtemel görünmüyor.
Dolayısıyla, yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, başörtüsü serbestisine yönelik gelebilecek yasaklayıcı tehlikeyi (şayet varsa) etkili ve kalıcı bir şekilde bertaraf etmenin yegane yolu kanuni düzenlemenin değil, anayasa değişikliğini yapılmasıdır.
AK Parti’nin CHP’nin Önerisine Karşı Getirdiği Anayasa Değişikliği Önerisi
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun kanun önerisine şu Anayasa değişikliği önerisi ile karşılık vermiştir:
“Eskiden başörtüsüne 1 metrelik bez parçası diyordu. Madem bu konuyu kendisi gündeme getirdi. Biz daha öte teklifle mukabele edelim. Eğer dürüstsen, samimiysen temel insan hakkı olan başörtüsü meselesini ülkenin gündeminde çıkartmaksa samimiysen… Çözümü yasa değil anayasa üzerinde sağlayalım. …Biz demokrasiye ve milli irademize saygımızdan dolayı kendi (Anayasa değişikliği) teklifimizi sunuyoruz”.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa değişikliği önerisinden sonra, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ şu açıklamayı yaptı: “Anayasa değişiklik teklif taslağı hazırlama çalışmalarına başlıyoruz. Bir madde de olabilir, birkaç madde de. MHP ile hazırlıyoruz, ortak imzayla Meclis’e sunacağız. Çalışmamızı pazartesi gününe kadar Cumhurbaşkanımıza sunacağız. Son metni Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklayacak”.
CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, Twitter’dan yaptığı açıklamada, Meclis’e sundukları kanun teklifinin AK Parti’de rahatsızlık yarattığını belirterek, “Desteklememek için anayasa değişikliği önerip başka değişiklikler için fırsat kolluyorlar. Her gün anayasayı çiğneyen bir anlayışla anayasa değiştirecek halimiz yok. Yeni Anayasa, yeni Meclis’in işi olacak” ifadelerini kullanarak Anayasa değişikliği teklifini desteklemeyeceklerini belirtti.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Başörtülü kadınların hak ve özgürlüklerine kavuşması için önerdiğimiz bu kanuni zırhı sen destekle” diyerek, anayasa değişikliğine sıcak bakmadığını ifade etmiş oldu.
Her İki Öneriye İlişkin Genel Değerlendirme
CHP’nin, başörtüsü serbestisinin sağlanması konusundaki amacının sahici olup olmadığının test edilebilmesi için, şu ihtimallerin teker teker değerlendirilmesi gerekir:
Birincisi, başörtüsü serbestisini öngören kanun önerisini, “esasen bu konuda herhangi bir sorun yoktur, bu durumu ben de anladım” diyerek, kanun önerisini geri çekmek, ama anayasa değişikliği önerisine de destek vermemek;
İkincisi, sadece başörtüsü serbestisini öneren kanun önerisinin çıkarılması konusunda ısrarcı olup Anayasa değişikliği teklifine destek vermemek;
Üçüncüsü, başörtüsü serbestisini sağlamayı amaçlayan kanunun çıkarılmasına ilave olarak Anayasa değişikliği teklifine de destek vermek ya da kanun önerisini çekerek anayasa değişikliği önerisine destek vermek.
Bu ihtimallerden ilk ikisinin söz konusu olduğu durumlarda, CHP’nin başörtüsü serbestisi konusunda samimi olduğunu söyleyebilmek oldukça zordur.
Bu ihtimallerden ilk ikisi söz konusu olduğunda, tabii olarak, geçmiş yıllarda yaşanan başörtüsü ile alakalı ağır sorunlar ve bu sorunların yaşanmasında CHP’nin birebir katkı sağlamış olması sebebiyle, şu fikir ya da ihtimal bazı insanların zihnine takılmaktadır:
“CHP, başörtüsü serbestisinin getirilmesini sahici manada lüzumlu görmüyor. Bu serbestinin sağlanması parti tabanının da özümsediği bir durum değildir. Kanunla düzenleme konusunda ısrarcı olarak, Cumhur İttifakı razı olursa, bu öneriyi kendisi getirdiği için muhafazakâr cenahtan biraz oy alarak iktidar olma hevesindedir. Bir kanun değişikliği ile tekrardan yasakçı düzene dönmek anayasa değişikliğine kıyasla çok daha kolay olacağı için, iktidar olduktan sonra şartları olgunlaştırarak kanun değişikliği ile bu yasağı tekrar getirebilir. Ya da bu mesele, CHP’nin tüm direnç göstermelerine rağmen zaten çözüldüğü için, hiç olmazsa sahici manada gerekliliğine inanmasa da, helalleşme adına yürüttüğü politikalar kapsamında, kanunla düzenlensin ya da düzenlenmesin, bu meseleyi sahiplenmiş görünerek, muhafazakâr cenahtan oy devşirerek iktidar olurum hesabı yapıyor olabilir”.
Burada, kanuni düzenleme, başörtüsü serbestisinin hukuki zırha büründürülmesi noktasından sağlam ve etkili bir güvence sağlamıyor. Bunu CHP de biliyor. Yakın gelecekte, başörtüsüne yönelik bir tehlike gelecekse, bunun CHP ve müttefiklerinden geleceği de malum. Bu noktada mutlaka kanuni düzenlemede ısrarcı olması, bu partinin muhafazakâr cenahtan “oy devşirme” niyetini gün yüzüne çıkarıyor.
Peki, CHP, bu niyetinde başarılı olabilir mi, ya da ne derece başarılı olabilir?
Ben pek zannetmiyorum. Bu milletin kahir ekseriyeti geçmiş yıllarda, CHP’nin başörtüsü zulmüne sağladığı en üst perdeden katkıdan o kadar derin ve ağır acılar çekti ki, bu partinin böyle ucuz ve zaruri olmayan politikalarına kanmasının zor olduğunu düşünüyorum.
Kısaca “KIRK YILLIK KÂNİ, OLUR MU YANİ” sözü burada akla takılıyor.
Ama bu parti, sadece kanunla düzenleme ısrarından vazgeçerek, anayasa değişikliği önerisine destek vererek, “Eyyy Cumhur İttifakı, gelin önce Anayasa değişikliğini, sonra da kanuni düzenlemeyi elbirliği ile birlikte yapalım” derse, işte o zaman bu mevzuda “sahici” manada samimi olduğu söylenebilir.
Peki, bu son durum tahakkuk eder mi?
Pek muhtemel görünmüyor. Tahakkuk ederse de, bu mesele artık geri dönüşü olmaksızın, büyük ölçüde çözülmüş olur.
Peki, bu son durumdan CHP muhafazakâr seçmenlerden oy devşirebilir mi?
CHP, başörtüsü serbestisini, sağlam ve teminatlı normatif zırh ile koruma altına alacak anayasa değişikliğine katkı sağlarsa, muhafazakâr seçmenlerden oy devşirebiliyorsa devşirsin. Önemli olan, Türkiye’de, katı çatışmacı politikalar sebebiyle, en tabii hakların basit iktidar değişiklikleri ile zarar görmeyeceği bir hukuk düzeninin kurulmasıdır. Bunun bir diğer önemli katkısı da, toplumsal uzlaşının sağlanması olacaktır. Artık siyasi partiler, en azından bu konularla milletin zihnini yaralamak yerine ülke hayrına olan daha başka hayati derecede önemli konulara odaklanacaklardır.
Tabii ki, başörtüsü travması, bu ülkede muhafazakâr dindar kesimin yaşadığı tek sorun değildir. CHP, geçmişte kendi dönemlerinde ya da mutlak sahiplenmesi ve desteklemesi neticesinde gerçekleşen diğer travmatik sorunların çözümlenmesi konularında da sahici manada katkılar sağlarsa, bu konuda, hem kendi inancını ve politikasını mutlak olarak değiştirir hem de kendi tabanı ile birlikte milletin kahir ekseriyetini bu konuda ikna ederse, bu ülke ve milletimizde süreklilik arz eden sahici bir rahatlama meydana gelebilecektir.