“Cibrîl Hadîsi” diye meşhur olan hadîs-i şerifte Resûlullah, “ahir zamanda cariyelerin efendilerini doğuracağından” bahsediyor. Bu hadis-i şerifi ilk duyduğum zaman “padişahlar cariyelerle evleniyorlar, cariyelerden doğan çocuklar daha sonra padişah oluyor, böylece padişah olan çocuk annesine efendi olmuş oluyor” diye düşünürdüm. Böyle anlamak belki bu hadis-i şerifin birçok vechesinden bir vechesidir. Ancak şimdi kendimce daha farklı yönlerini de anladığımı düşünüyorum.
Öğretmenliğe başladığım ilk zamanlar birçok veli çocuklarının eğitimlerine karşı çok ilgisizdi. Hatta bazı öğrencilerimizi, velisini hiç tanımadan mezun ederdik. Bu ilgisiz velileri defalarca okula davet etmemize rağmen bir türlü okula, bizimle görüşmeye gelmezlerdi. Mecburen biz onları ziyarete giderdik. Ama zamanla batılılaşmanın, hızlı kentleşmenin, modernizmin kendisini en fazla hissettirmeye başladığı 90’lı yıllardan sonra durum çok değişti. 80’li ve 90’lı yıllarda uygulanan nüfus plânlama politikalarının etkisiyle de az çocuklu, yani bir iki çocuklu aileler çoğalmaya başladı. Netice itibariyle de çocuklar ailenin merkezine oturdu.
Günümüzde adeta birçok insan çocuğunu haşa rab ittihaz edinmeye başladı. Varsa yoksa çocuklar… Dünyanın ve hayatın merkezinde artık onlar var. Her şey, ama her şey sadece ve sadece çocuklar için.
Hayat artık çocuklara göre planlanıyor. Misafir dahi çocukların durumuna göre kabul ediliyor.
“Bu sene bizim çocuğun sınav senesi misafir kabul edemiyoruz.” diyorlar.
Geçenlerde apartmanda bir komşuya rastladım. Kendisi emekli mühendis. Hal hatır sordum:
-Ne yapıyorsun, dedim.
-Oğlanı bekliyorum.
…… şaşırdım.
-Oğlanın neyini bekliyorsun?
-Bu sene sınav senesi. Başında durmazsak ders çalışmıyor; ya telefona takılıyor ya televizyona. İyi bir üniversite kazanması lazım, dedi.
Bu ifrat değil mi? Allah aşkına rızkın şartı iyi bir üniversite kazanmak mı?
Ev ortamları, hatta akraba ve sosyal ilişkiler dahi çocuğa göre ayarlanıyor. Birçok şey gibi tatil de çocukların durumuna göre planlanıyor. Kısaca anneler cariye, babalar köle, çocuklar efendi oldular.
Bir anne düşünün; elinde kâse ve kaşık çocuğun peşi sıra çocuğa yemek yedirmeye çalışıyor. Adeta çocuğa bir lokma, bir kaşık daha yedirebilmek için kendini paralıyor. Okula anne getiriyor. Çantasını anne taşıyor, sıraya oturtuyor. Sınıftaki oturma düzenine dahi müdahale ediyor. Öğretmene iş öğretmeye kalkıyor. Annelik şefkati ile eğitimi birbirine karıştırıyor. Halbuki eğitimin ilkeleri farklı, formasyonu farklı. Öğretmen artık sınıfa korkarak giriyor. Çünkü aşırı derecede baskı altında. Öğrencilere küçük bir sert davranışı şikayete konu oluyor. Veli okula baskına geliyor. Benim çocuğumun psikolojisi bozuldu, öğretmen benim çocuğuma bağırmış, sert davranmış, rencide etmiş diyor. Bazen bu durum öğretmene saldırı şekline dahi dönüşebiliyor. Sanki öğretmenin psikolojisi yok. İlçe milli eğitimler adeta CİMER’e cevap yazmakla ve muhakkik görevlendirmekle başa çıkamaz oldular. Kimse çocuğuna toz kondurmuyor. Herkesin çocuğu sütten çıkmış ak kaşık.
-Benim çocuğum yanlış yapmaz; kötü şeyler asla yapmaz, diyor.
Bunların gözünde yanlışı ya öğretmeni yapıyor ya da diğer çocuklar.
Yazık, heyhat; özgüvensiz, kişiliksiz, sorumluluk duygusu olmayan çocuklar yetişiyor! Çünkü her şeyi anne yapıyor. Kocaman çocukların yemeğini dahi anne yediriyor. Anne düşünmüyor ki, gür ağacın gölgesinde ot bitmez.
Baba maddi imkânları sağlamakla işin olacağını zannediyor ya da çocuğuna yardımcı kaynaklar arama peşinde. Hangi okul daha iyi. Hangi öğretmen daha başarılı. Hangi kurs sınava daha iyi hazırlar. Hangi öğretmenden özel ders aldırsak, bunun telaşı içinde. Çocuklar adeta yarış atı. Ebeveynler kendi olamadıklarını ve yapamadıklarını çocukları üzerinden olmaya ve yapmaya çalışıyorlar. Çocukluğunu ve gençliğini yaşayamamış bir nesil yetişiyor. Çocuklar ve gençler dört duvar arasında sadece ders çalışmakla ve dijital ortamlarda dolaşmakla meşguller. Saygı, empati ve merhamet yoksunu bencil bireyler oluyorlar. Oysa ki bu çocukların koşup oynamaları gerekiyordu. Şarkı söylemeliydiler güneşe, aya. Salıncaklara binip, uçurtma uçurmalıydılar. Mahallede boş arsalarda -artık bulabilirlerse- top sektirmeliydiler. Yaşları neyi gerektiriyorsa onu yapmalıydılar. Bununla beraber bir takım sorumluluklar da almaları gerekiyor. Gençlerimizin en azından bazı ev işlerini, kendi yaşamıyla ilgili birtakım kazanımları edinmesi gerekiyor. Mesela yatağını toplamak, yemeğini ve ütüsünü yapmak gibi.
Yedi Güzel adamdan birisi olan hemşehrim şair Erdem Beyazıt “Bir de baharlar bilirim memleketime özgü/Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği.” diyordu. Şimdi öyle baharlar kaldı mı ki?
Neredeyse artık apartman odalarında büyümeyen çocuk yok gibi.
Çünkü çocukların ders çalışması lazım. (Bu çalıştıkları derslerin birçoğu da sınav kazanmaktan başka hiçbir işe de yaramıyor) Yarışa, maratona hazırlanması lazım. Doktor olması, avukat olması, hâkim olması, mühendis olması gerekiyor. Ya da çok para kazanması, meşhur olması, yüksek mevki ve statüler elde etmesi gerekiyor. Bir veli özel okul fiyatlarının çok yüksek olmasından şikâyet ediyor.
-Ama mecburuz, ne yapabiliriz ki, diyor.
Vay be, devletin okulu yok mu? Bazı insanlar para zoruyla çocuklarını okutuyor. Adeta bir servet harcıyorlar.
Abartıyor muyum? Otuz yedi yıllık bir eğitimci olarak az bile söylediğimi düşünüyorum. Çoğunlukla velilerimiz tarafından çocuklardaki özel yetenek ve kabiliyetlere önem verilmiyor. Farklılıkları göz önüne alınmıyor. Bütün çocuklardan iyi bir üniversite kazanmaları isteniyor. Sanatmış, kültürel ve sosyal faaliyetmiş, estetikmiş, eğilimlermiş, duygularmış bunların çok da önemi yok. Bu devirde büyük bir şair, ressam, sanatkâr, bir romancı olmak para kazandırmaz ki. Velî kitap okumuyor, çocuklara da okuma alışkanlığı kazandırılamıyor. Boş işlerle uğraşmaması lazım.(!) İlla akademik eğitim.
Pekâlâ, ne yapmalıyız. Bence evvela vasatı yakalamalıyız. İfrat ve tefritten uzak durmalıyız.
Çocuklarımızın önce iyi bir insan, güzel bir müslüman olmasını arzulamalıyız. Onların yetişmesinde dürüstlük ve doğruluk şiarımız olmalı. Güzel ahlakı her şeyin önünde tutmalıyız. Yalana asla müsaade etmemeli ve onlara yalan söylememeliyiz. Her zaman helal yedirmeli ve helal kazanmalarını önermeliyiz. Dünyalıklarını düşündüğümüz kadar ahiretlerini de düşünmeliyiz. Zira her insan ölümü tadacaktır. Hangi anne çocuğunu ateşe atmak ister ki.
Çocuklarımızın da bir imtihan vesilesi olduğunu hatırımızdan hiçbir zaman çıkarmamalıyız. Arkamızdan, “Bu çocuğun anne babasından Allah razı olsun, ne güzel evlat yetiştirmişler.” dedirtmeliyiz. Bence mesele bu. Aksi takdirde pişmanlığımız kaçınılmaz olur. Allah bu durumdan hepimizi muhafaza eylesin.