CİNSELLİĞİN HAK OLMASI MESELESİ VE AİLE (3)

Sosyal Liberalizmde Cinsellik Hürriyeti ve Aile

19. Yüzyıl’ın sonlarına gelindiğinde klasik liberalizmin “negatif hürriyet” anlayışı sorgulanmaya başlandı. 1929 küresel ekonomik buhranından çıkış yolu olarak, ünlü iktisatçı John Maynard Keynes’in “devletin iktisadî hayat üzerindeki kontrolünü artırmasının gerekliliği” yönündeki fikirlerinin dillendirilmesi neticesinde, kapitalizmin devamlılığının sağlanması maksadıyla, klasik liberalizmde var olan “bırakınız yapsınlar” söyleminden vazgeçilerek, sosyal liberalizme ilk adım atılmıştır.

“Sosyal devletçi” ya da “refah devletçi” liberalizm şeklinde de ifade edilen “sosyal liberalizm”de (eşitlikçi liberalizm, yeni liberalizm); pozitif statü hakları, toplumculuk, sosyal devletçi yaklaşım, devletin, klasik liberalizme oranla toplum ve birey hayatında etkinliğinin öne çıkması üzerinde vurgular yapılmaktadır.

Sosyal liberalizme göre, negatif statü hakları ve aktif statü (siyasî) hakları yanında, bir de pozitif statü haklarının (sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetler) tanınması gerekir. Pozitif statü hakları, kişilerin, bir şeyler yapabilmeleri, bazı haklardan faydalanabilmeleri, haklarını kullanabilmeleri için, devletin müdahalesinin zorunlu olduğu haklardır.

Bu felsefeye göre, devlet, vergiler, fonlar vb. yollarla iktisadi hayata müdahale ederek oluşturduğu kamusal kaynaklardan bazılarını toplumun dezavantajlı olarak nitelenen kesimlerine aktarmak suretiyle, sosyal eşitliği sağlamalı, yoksulları korumalı, gelir dengesini kurmalı, bu yolla sosyal adaleti sağlamalıdır. Sosyal güvenlik hakkı, dinlenme hakkı, âdil ücret hakkı, sağlık hakkı pozitif statü haklarının en bariz misallerini teşkil etmektedir.

Sosyal liberalizmin öngörülerine göre, klasik liberal felsefenin lüzumlu kıldığı serbest piyasa şartlarında, bazı kişiler, iktisadî yönden zayıf düşebilir, açlık sınırının altında kalabilir, yoksullukla birlikte kalıcı hastalıklara maruz kalabilir, aşırı rekabet ortamında, işçiler karın tokluğunun altında çalışmak durumunda kalabilir.
Devlet, sosyal liberal felsefenin gereği olarak, yoksul ve muhtaç durumda olan dezavantajlı toplumsal kesimlere, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı vb. kapsamında, daha insanî bir hayat sürmelerini sağlayacak kanunî düzenlemeleri yapar ve kurumsal yapıyı kurar. Devlet, SGK gibi sosyal güvenlik kurumları yoluyla, kendi imkânlarıyla yeterince sağlık hizmetlerinden faydalanamayanlara sağlık hizmetleri sunar, emekli olduklarında bunlara emeklilik maaşı verir, yoksullara, yaşlılara, bakıma muhtaç olanlara maaş bağlar.

Sosyal liberalizmin hürriyet telakkisinin felsefi temelini, “tahakkümsüzlük olarak hürriyet yoluyla kişilerin devlet tarafından hürleştirilmesi” ilkesi teşkil emektedir. Bu ideolojide devletin, “keyfi müdahalede; yani tahakkümde bulunması” yasaklanmaktadır. Bu telakkiye göre, tahakkümün olması halinde, keyfi iktidar kullanımı yoluyla hürriyetler yok edilmiş olur. Hürriyet, ancak tahakkümsüzlük halinde gerçekleşir.

Tahakküm, “bir kişi ya da grubun, başkasının iradesi üzerinde belirleyiciliğe sahip olmasıdır”. Başkalarının tahakküm yoluyla, bir kişinin iradesi üzerinde kontrol sağlaması neticesinde, o kişinin tercih hürriyeti ortadan kalkar. Bu durumda, kişi, fiillerini kendi öznel iradesi ile pratiğe aktarabilme imkânına sahip olamadığı için artık hür sayılmaz.
Bu sebeple, sosyal liberalizmde, hürriyetin önemli kıstaslarından biri de “tercih hürriyeti”dir. Tercih hürriyeti, kişilerin, başkalarının kontrolü olmaksızın kendi fiillerini öznel iradeleriyle icra edebilmeleridir. Şayet bir kişi, başkalarının keyfi müdahaleleri (tahakküm) sebebiyle tercih imkânına sahip değilse, o kişinin hür olduğundan söz edilemez.

Kişinin, “tahakkümsüzlük olarak hürriyet” ilkesi kapsamında hür sayılabilmesi ve bu bağlamda tercih hakkının varlığından söz edilebilmesi için, ekonomik olarak başkalarının irade ve insafına bağlı olmaması, ekonomik bağımlılık kapsamında başkasının tahakkümüne maruz kalmayacak şekilde iktisadî imkânlara sahip olması gerekir. Devlet, hürleştirme politikaları kapsamında, iktisadî hayata müdahale ederek, bazı kamusal kaynakları, kişileri başkalarının iradelerine bağımlı olmaktan kurtaracak, bu yolla onları hürleştirecek ölçüde, toplumun dezavantajlı kesimlerine dağıtır.
Bazı klasik liberaller devletin piyasaya müdahalesini hırsızlık olarak değerlendirirken, sosyal liberal düşüncede, toplumda zenginlerin fakirler üzerinde kurabilecekleri “tahakküme” mani olmak için, toplumsal zenginliğin, sosyal adalet temelinde, sınırlı bir şekilde yeniden dağıtıma tabi tutulabileceği benimsenmiştir.

Burada, klasik liberalizmin hırsızlık dediği “devletin piyasaya müdahalesini”, sosyal liberaller bireyin hürleştirilmesi için zorunlu bir gereklilik olarak görmektedirler.

Keza, sosyal liberaller sosyal ve ekonomik hakların varlığını mutlaka lüzumlu gördükleri halde, klasik liberaller böyle bir hak kategorisini kesinlikle reddediyorlar.

Cumhuriyetçi felsefe ile klasik liberalizm, birbirine oldukça uzak iki felsefi düşüncedir. Sosyal liberalizmle cumhuriyetçi felsefenin ise uyumlu olduğu söylenebilir. Buna “cumhuriyetçi sosyal liberalizm” de denebilir.

Cumhuriyetçi felsefe ile liberalizmin buluşma noktaları, bir yönüyle sosyal devlet ve sosyal haklar, bir diğer yönü itibariyle de, sivik erdemlerdir. Sosyal liberalizm, bu iki noktada cumhuriyetçi felsefe ile buluştuğu ölçüde, klasik liberalizmin çok daha uzağına düşmektedir.
Cumhuriyetçi sosyal liberal felsefede, vatandaş, belli bir “erdemlilik” anlayışı ile tanımlanır. Kamu işlerine aktif olarak katılan vatandaşlar, herhangi kişiler değil, “sivik erdem”lerle donanımlı olan kişilerdir. Bağımsızlık, hamiyetperverlik, vatanseverlik, onur ve ortak menfaatlerin özel menfaatlere üstün tutulması, cumhuriyetçi sosyal liberal felsefenin başlıca sivik “erdem”leri olarak görülmektedir. Bunlara, her bir ülkenin yerel siyasî kültürel şartlarına göre daha başka sivik erdemler de ilave edilebilir.

Cumhuriyetçi sosyal liberal felsefede, klasik liberal felsefeden esaslı bir şekilde farklı olarak, birey, toplum içerisinde, diğer insanlarla birlikte düşünülmekte, bireysel otonomiden uzaklaştırılan kişi, kamusal yarar ve toplumsal iyilik öne çıkarılarak toplumun bir parçası haline getirilmekte, toplumsal ve kamusal yararlar bireysel yararların önüne geçirilmektedir.

Vatandaş, siyaseti, özel menfaatlerini korumak maksadıyla icra ettiği bir arena olarak değil, müşterek (ortak) menfaatleri özel menfaatlerine üstün olarak gördüğü bir alan olarak görmelidir.
Bireylerin, hak ve hürriyetlere, toplumsallık içerisinde sahip olmalarını lüzumlu gören cumhuriyetçi sosyal liberal düşünceye göre, bireyler, genel hukuki prensipler çerçevesinde, sahip oldukları hak ve hürriyetleri sebebiyle topluma karşı sorumludurlar. Bu telakkiye göre, hürriyet, toplumsallık içerisinde sorumlu birey olabilmeyi gerçekleştirme yeteneğidir.

Cumhuriyetçi sosyal liberal felsefede, “vatandaşlık erdemi”nin özünü, klasik liberalizmden esaslı bir şekilde farklı olarak, ortak yararın üstün tutularak “kamusal” olanın, bireysel olana tercih edilmesi teşkil eder. Bu düşüncede, bireysel hürriyetlerin (menfaatlerin) toplumsal menfaatlerle uyumlu olması gerekir. Yani, toplumsal menfaatler ya da değerler için, bireylerin hak ve hürriyetleri şartlara bağlı olarak değişen ölçülerde sınırlanabilir.

Sosyal liberalizmle cumhuriyetçi felsefenin buluştuğu zeminde, bireycilik toplumsal karşısında nispeten geriler. Devlet, bu bağlamda, bazı toplumsal değer ve kurumlara üstünlük tanıyabilir. Bu düşüncede, devlet, toplumsal değer olarak gördüğü hatta toplumun temelini teşkil ettiğini ifade ettiği aileyi önemli görebilir. Bu bağlamda, aile, toplumun temel kurumu olarak öne çıkmakta ve önem kazanmaktadır. Hatta aile, hem toplumun temeli hem de toplumla birlikte devletin bekasının sağlanması için lüzumlu görülmektedir. Bu kapsamında, toplumsal bir kurum olarak ailenin korunması amacıyla bazı bireysel hakların alanı daraltılabilir. Devlet, bunu yaparken, toplum ve ailenin ehemmiyetine ve gerekliliğine vurgular yapabilir.

Toplumsal bir kurum ve değer olan aileye yapılan ve onu önemli gören her bir vurgu, bireylerin başta cinsel tercihleri olmak üzere bazı bireysel haklarında daralmalar yapılmasını meşrulaştırır.

Yani devlet, neslin sağlık bir şekilde devamını, nikâhlı aileye dayalı nesep bağının çocukların geleceği açısından önemini, çocukların aile içinde ve ailenin yönetiminde eğitiminin yerine getirilmesinin çocuklar açısından faydalarını, sağlam bir aile yapısının mevcudiyetinin, devletin istikrarlı ve güçlü bir toplumsal yapı sahip olması için arz ettiği önemi vurgulu bir şekilde öne çıkarabilir.

Hatta Cumhuriyetçi sosyal liberal felsefe ile uyumlu politikalar kapsamında, ailenin korunmasının devlet ve toplumsal yapı açısından haiz olduğu ehemmiyet sebebiyle, ailenin güçlendirilmesi, ailevî değerlerin bireysel tercihlere karşı üstünlenmesi yönündeki geleneksel değerler, “sivik erdemlilik” kapsamına dâhil edilerek, güçlü aile politikaları geliştirilebilir.

Bütün bu vurgulu belirlemelerle şekillenen aile yapısı ve ailenin bütünlüğü için lüzumlu görülen değerler gerekçe gösterilerek, bazı bireysel haklar sınırlanabilir.

Daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, devletin, bu anlayış neticesinde, toplumsal bir değer olarak gördüğü ailenin korunması, güçlendirilmesi ve zarar görmemesi amaçlarıyla sosyal içerikli politikaları uygulaması olağan olarak görülür. Siyasi iktidarlar, ailenin güçlendirilmesini, sağlam toplumsal yapıya dayalı bir devlet için lüzumlu görebilir, bu yapı ile uyumlu bireylerin yetişmesini uygulayacakları politikalar kapsamına dâhil edebilirler. Cumhuriyetçi sosyal liberalizmle uyumlu aile ile alakalı toplumsal politika tercihleri kapsamında, cinsellikle alakalı olarak, eşcinsel evliliklerin, aralarında evlenme yasağı bulunan kişiler arasında meydana gelebilecek cinsel ilişkilerin ve evlenmelerin, zinanın, kürtajın men edilmesi yönünde kanuni düzenlemeler yapılabilir. Bu durumda, cumhuriyetçi sosyal liberalizmin, muhafazakâr ideolojiye yaklaştığından söz edilebilir. Her ne kadar, bazıları, cumhuriyetçi sosyal liberal felsefenin aile ve cinsellikle alakalı politikalarını, klasik liberal felsefe ölçütünde inkâr etseler de, bu inkâr, cumhuriyetçi sosyal liberal felsefenin toplumsal zeminde gayrı meşru olduğu manasına gelmez.

Cumhuriyetçi sosyal liberalizm, hak ve hürriyet anlayışı yönünden, sosyal devletçi yaklaşım dışında kalan negatif statü haklarının muhtevasının belirlenmesi yönünden cumhuriyetçi felsefeden uzaklaşarak, nispeten klasik liberalizme yaklaştığı ölçüde, cinsellikle alakalı hürriyet ve serbesti alanlarının değişen ölçülerde genişleyebileceği söylenebilir. Bu durumda, sosyal liberalizm, cinsellik ve aile konularında klasik liberalizme yaklaşırken, sosyal devletçi anlayış yönünden cumhuriyetçi felsefe ile buluşur. Bu durumda ailenin, toplumsal değer olarak korunması yönündeki politikalar büyük ölçüde zayıflayacaktır.

Sosyal liberalizm, negatif statü hakları yönünden klasik liberalizme yaklaştığı ölçüde, cinselliğin hak boyutu baskın hale gelir. Bu durumda, aile kurumu, değişen ölçülerde zayıflar, cinsel tercih hakkının kapsamı genişler, eşcinsel evlilikler, aralarında evlenme yasağı bulunan kişiler arasında meydana gelebilecek cinsel ilişkiler ve evlenmeler, zina vd. cinsel tercih temelli fiileler hukukî güvence altına alınır. Klasik liberal felsefede aile kurumu için söylenen bütün dezavantajlı durumlar, bu uygulamalarda da ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda, sosyal liberalizmin sosyal vasfı, sadece sosyal ve ekonomik haklar ve sosyal devlet anlayışı ile sınırlı hale gelir.

Bazı devletler, her ne kadar, anayasalarına koydukları hükümlerle aileyi koruyucu yönde genel ve soyut hükümlere yer verseler de, diğer maddelerde aile kurumunu yıkıcı yönde hükümler yer alabilmektedir. Buna, “ne yardan ne de serden geçme” politikası da denebilir. Yani, bazı ülkelerin anayasalarında, bir yandan sosyal liberal kimlikle uyumlu olarak aileye vurgu yapılırken, diğer yandan da klasik liberal felsefenin mutlak kuşatıcılığı altında, aile kurumu ile çelişen hükümler yer alabilmektedir. Buna, “kimliksizlik” ya da, görünürdeki sosyal liberal değerlerin klasik liberal kimliğin baskınlığına karşı feda edilmesi de denebilir. Bu durumda, aileye yapılan vurgular, sadece söylem düzeyinde kalır.

Belki de bu durum, gelecekte, sosyal liberal değerlerin muhafazakârlığa yaklaşan versiyonunun tekrardan baskın hale gelmesinin anayasal zeminini de teşkil edebilir. Bu vesileyle, sosyal liberal felsefe, konjonktürel değişimlerin etkilenmesine açık bir ideolojidir.

Exit mobile version