Ailenin, Nesebin ve Neslin Muhafazası ve Eğitimle Alakalı Fonksiyonları
Ailenin bir diğer işlevi nesebin muhafazası, neslin devam ve bekasının sağlanmasıdır.
Neslin devam ve bekasının sağlanmasının iki veçhesi mevcuttur.
Birincisi, neslin, nikâhlı aileye dayalı sahih nesepli olarak devamının sağlanmasıdır.
Geniş manada nesep, kişinin, sülâlesini, soyunu, baba ve dedeleriyle de olan hısımlık ilişkisini (geniş aile temelli nesep), dar manada nesep, çocuğun sadece anne ve babasıyla olan hısımlık münasebetlerini ifade eder. Nesep kelimesinin, muhafazakâr düşünce ile uyumlu olan daha dar tanımına göre, çocuğun, anne ve babası ile olan nesep ilişkilerinin, mutlaka evlilik birliği içerisinde meydana gelmiş olması gerekir. Sadece geçerli bir nikâh sonucu oluşan evlilik ilişkileri kapsamında dünyaya gelen çocukların nesebi sahih olarak kabul edilir.
Gelenekler kapsamında yer alan dînî etkileşimlerle şekillenen ahlâkî telakkilerden ve namus mefhumundan da etkilenen muhafazakâr düşünceye göre, evli bir erkeğin evli olmadığı kadınla, evli kadının evli olmadığı bir erkekle, evli olmayan bir erkeğin evli olmayan bir kadınla, evli olmayan bir kadının evli olmayan bir erkekle olan cinsel ilişkisi neticesinde doğan çocuklar sahih nesepli kabul edilmez. Zinanın ve aile harici cinsel ilişkilerin yaygınlaşması, nesep ilişkisinin bozulmasına sebep olacaktır. Ailenin bozulması, nesebi belli ya da sahih olmayan çocukların artması, hem nesebi belli olmayan çocukların psikolojisinin bozulmasına, hem de toplumsal kaosun ortaya çıkmasına sebep olacaktır.
Muhafazakâr düşünceye göre, bir ülkedeki kanunlarda, evlilik içi-evlilik dışı nesep ayrımına son verilerek, bir çocuğun, evlilik içinde doğmuş olması ile, evlilik dışında doğmuş olmakla birlikte, daha sonra babasıyla nesep ilişkisinin kurulmuş olması durumları arasındaki farkın kaldırılmış olması kabul edilemez. İki nesep arasındaki farkın kaldırılması, hem aile kurumunu zayıflatacak, hem zinanın daha kolay ve yaygın bir şekilde işlenmesine sebep olacak, hem de ahlâkî çöküntüye zemin hazırlayacaktır.
İkincisi, toplumsal değerlerin yeni nesillere aktarılması yoluyla neslin devam ve bekasının sağlanmasıdır. Burada, ailenin, ilk ve en temel toplumsal eğitim kurumu işlevini icra etmesi, neslin devam ve bekasının sağlanması ile bütünlük arz eder. Bu vesileyle, aile kurumunun neslin devamını sağlaması işlevi, eğitim işlevi ile birlikte tahlil edilecektir.
Geçmişten günümüze ve geleceğe uzanan nesiller arasındaki ilişkileri ve bağları inşa eden geleneklerin muhafaza edilmesi, güçlü ve istikrarlı bir toplum için büyük bir ehemmiyeti haizdir. Dinamik bir yapıya sahip olan toplum, bünyesindeki aile vasıtasıyla mevcudiyetini ve hayatiyetini sürdürmeye devam etmektedir.
Bir nevi kendisine mahsus sosyal eğitim kurumu gibi işlev gören aile, geçmiş-bugün ve gelecek nesiller arasındaki ilişkilerde üstlendiği toplumsal değerleri aktarma görevi ve misyonu ile öne çıkmaktadır. Toplumun temel yapı taşı olarak mülahaza edilen aile, ahlâkî kaidelerin, geleneklere dâhil kültürel, dînî vd. toplumsal değerlerin sonraki nesillere aktarımını sağlamaktadır. Aile, bu aktarım işinin nesiller boyu sürmesini sağlaması sebebiyle muhafazakâr düşüncede özel ve ehemmiyetli bir konuma sahiptir.
Sağlam toplumsal yapıların ve kurumların temel kaynağını teşkil eden gelenekler, aile kurumunun icra ettiği aktarım sürecinin başlıca konusunu teşkil etmektedir. Gelenekler, görenekler ve toplumsal davranış kalıpları, toplumsal düzenin tesis edilmesi için lüzumlu olan tecrübeler, kurallar, ritüeller ve aile içi hiyerarşik ilişkiler, ebeveynler tarafından aile içinde yeni nesillere etkin bir şekilde öğretilerek, bunların, aile bireyleri tarafından içselleştirilmeleri sağlanmakta ve bu şekilde geleneklerden kopuşa izin verilmemektedir. Toplumun “öz”ünde mündemiç olan geleneklerin, düzenli bir şekilde geleceğe taşınması neticesinde, gelecek nesiller, geleneğin derin izleri ve etkileri ile şekillenmektedir.
Toplumsal değerlerin yeni nesillere aktarılması yoluyla neslin devam ve bekasının sağlanması her şeyden önce, ailenin bir sosyal eğitim kurumu olarak işlev görmesine bağlıdır. Muhafazakâr düşüncede, aile, ilk ve en önemli sosyal eğitim kurumu olarak tanımlanır. Ailenin en ehemmiyetli işlevlerinden biri de, çocukların eğitiminin sağlanmasıdır. Burada aileden kastedilen çekirdek aile değil, geniş ailedir. Dede ve nine, bu eğitimde çok büyük roller oynarlar; bir nevi “âkıl” öğretmenler gibi temel ailevî değerleri çocuklara aktarırlar.
Bir İslam âlimi, çocukluk evresinde ailesinde aldığı eğitimle alakalı şunları belirtir:
“İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi (öğretmen), onun validesidir. Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem (yemin) ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinler ve manevî derslerdir ki; o dersler, fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum”.
Çocukların eğitiminin ailede iki yönü mevcuttur.
Birincisi, çocukların okullardaki eğitimi konusunda ailenin yükümlülükleri,
İkincisi çocukların aile içinde alacakları eğitimdir.
Çocukların okullarda iyi eğitim almaları yanında, büyüklere saygılı olmaları, küçüklere sevgi gösterilmesi, geniş aile fertlerinin özel günlerde bir araya gelmeleri, bu kültürün kazanılması aile içi eğitim yoluyla gerçekleşir.
“Çocuklara yönelik aile içi eğitim daha iyi yapılmalı, çocuklar aile içinde daha iyi yetiştirilmeli, siyasi iktidarlar, başta eğitim kurumları ve programları olmak üzere, mutlaka bu konularda politikalar geliştirmeli” denildiğinde, her ne kadar bazı çevreler tarafından “kadın hakları”, “çocukların bireysellik kapsamında hür ve serbest bir şekilde kendilerini yetiştirmeleri” söylemleri ortaya atılsa da, muhafazakâr düşünce açısından çocukların, aile içi eğitim yoluyla temel ailevî değerleri öğrenmeleri çok önemlidir. Bu düşünceye göre, aile içi eğitimi yeterince almayan çocuklar, neslin devamı konusunda risk teşkil ederler.
Aile eğitimin iki veçhesi mevcuttur.
Birincisi, aile bireyleri arsındaki ilişkilerle alakalı değerlerin kazanılması. Çocuklar dar ve geniş aile içinde, aile fertleri arasındaki ihtilafların giderilmesi, takım ruhunun sağlanması, büyüklere saygı ve hürmet, küçüklere sevgi ve şefkat gösterilmesi, paylaşım kültürü vd. davranış kuralları, sorumluluk ve ödevlerle alakalı öğrenilmesi gerekli olan ve ihtiyaç duyulan hemen her şeyi ailede öğrenirler.
İkincisi, aile eğitimi kapsamında, çocuklara, aile dışı ilişkilere ilişkin geleneksel toplumsal değerler öğretilir. Bu düşünceye göre, çocukların toplumsal hayata hazırlanmak üzere aile içinde alabilecekleri bilgi ve tecrübelerle donanımlı olarak yetiştirilmeleri, iyi bir toplum açısından çok önemlidir. Ailelerin toplumdaki öncelikli işlevi, yeni nesillerin gerekli bilgi, tecrübe ve değerlerle donanımlı olarak topluma kazandırılmaları olmuştur. Bu şekilde aile, toplumlarda çocukların eğitilmesini, onlara inançların ve geleneksel, tarihî, kültürel vd. toplumsal değerlerin aktarılmasını sağlayan ehemmiyetli bir kurum olarak dikkat çekmiştir.
Muhafazakârlarla Aydınlanmacı Liberaller arasında Eğitimle alakalı Çatışma
Muhafazakârlarla aydınlanmacı liberaller veya diğer seküler otoriter ya da totaliter rejimler arasında geleneksel aile eğitimi ile modern eğitim programları bağlamında önemli tartışma ve çatışmalar yaşanmaktadır. Muhafazakâr düşüncede, aile, toplumsal değerlerin, inanç ve kültürlerin aktarımını sağlamaya aracılık eden bir sosyal eğitim kurumudur. Aile, siyasallığın bireylere kazandırıldığı bir eğitim kurumu olarak görülür. Modernleşmeci liberaller, bireyci amaçlarla uyumlu olmayan aile eğitimi sebebiyle, aileyi kendileri için bir siyasi muhalif; siyasi rakip olarak görmüşlerdir. Bu çatışmanın sebebi, ailede verilen eğitimin, aydınlanmacı liberal çevrelerin tasavvur ettikleri birey modeli ile uyumlu olmamasıdır.
Geleneksel toplumlarda temel eğitim kurumu olan aile, modernleşme ile birlikte devleti karşısında bulmuş, aile ile devlet farklı şekillerde karşı karşıya gelmişlerdir. Hatta bazı totaliter rejimlerde, bir kurum olarak aile, devletin totaliter ideolojisi ile uyumlu nesli yetiştirme politikası ile çeliştiği için, toplum hayatından tamamen çıkarılmak istenmiştir.
Modernleşme sürecinde, bazı kesimler, ailedeki çocukları “devletin çocukları” olarak tanımlayarak, ailenin, geleneksel değerlerin aktarılması yoluyla bireyler üzerindeki etkinliğini azaltmak istemişlerdir. Modern devlet, “çocuk kimindir?” sorusunun cevabı kapsamında, aile hayatına hariçten müdahale ederek, çocuğu sahiplenme yoluna gitmiştir. Modernleşmeyle birlikte, çocukların, muhafazakâr aile misyonundan uzaklaştırılarak, liberal bireyci eğitim veren kurumlarda eğitilmelerinin sağlanması amacıyla kamusal okulların yaygınlaştırılması yönünde yoğun ve yaygın çabalar sarf edilmiştir. Dolayısıyla, kamusal eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü kamusal okullar, modernleşmeci devlet iktidarını temsil eden bir kurum olarak, sosyal eğitim kurumu olan ailenin eğitim işlevine baskın şekilde rakip yapılmıştır.
Modernleşmeci eğilimli devletin aileye karşı olumsuz tutumundan ciddi manada rahatsız olan muhafazakâr düşünürlere göre, kamusal okullarla aile eğitimi birbirinin tamamlayıcısı olarak işlev görmelidir. Bu kapsamda, ailede alınan eğitimin devletin verdiği kamusal eğitim kurumlarında verilenlere uyarlanması değil, kamusal eğitim kurumlarında verilen değerlerin ailede verilen değerlerle uyumlu olması gerekir. Aksi halde, muhafazakâr düşüncenin kutsalı olan aile ile birlikte toplum da devlet de ciddi manada zarar görür. Böyle bir durumda devlet, hem kendinin, hem ailenin, hem de toplumun ayağına kurşun sıkmış olur.
Muhafazakârlara göre, aile, bir toplumun devam etmekte olan düzeninin temin edilmesinde de rollerini yerine getirirken, devletten işlevsel olarak bağımsız bir konuma sahip olmalı. Yerel kültürel, ailevî, manevî, dînî değerlerle bütünleşen aile, devletin yönlendirerek şekil verdiği güdümlü bir organizasyon olamaz. Ailenin, devlete karşı korunması gerekir. Devletin, aileye yönelik harici davranışlardan gelebilecek zararlı fiillere karşı koruyucu önlemleri alması gerekir. Önemli olan ailenin muhafazakâr değerlerle uyumlu yönde işlevler görebilmesi için lüzumlu toplumsal ortamın sağlanmasıdır. Çocuk ile anne-baba arasındaki ailevî bağlar devlet eliyle koparılamaz; devlet, kamusal eğitim yoluyla aileye rakip olamaz. Devlet, vereceği eğitim yoluyla, aile içi eğitimi tamamlayıcı yönde işlevler görmelidir.
Ailenin Diğer Bazı Önemli İşlevleri
Aile, toplumdaki çeşitliliği sağlayan bir kurum olarak da işlev görmektedir. Bu bağlamda, aile, değişik inançları, gelenekleri, görüşleri, alışkanlıkları vd. toplumsal değerleri, içinde yer alan bireylere kalıcı şekilde aktaran ve bu anlamda toplumsal zenginliği ve çeşitliliği sağlayan önemli bir kurumdur.
Muhafazakâr düşünürler için ailenin altı çizilen önemli işlevlerinden biri de, içinde yer alan bireylere kazandırdığı kimliktir. Aile, sağladığı kimlikle bireyleri topluma kazandırır ve bu kimlik üzerinden onları toplumsal dayanışmaya sevk eder.
Muhafazakâr düşünceye göre, aile, hem toplumun güç kaynağını teşkil etmekte, hem de toplumun geleceğini şekillendirmektedir. Güçlü aile kurumları, ailenin zayıf olduğu diğer toplumlardan farklı olarak, krizlerin çok daha rahat bir şekilde atlatılabilmesini sağlarlar.
Bünyesinde yer alanların yuvası olduğu ifade edilen aile, bireylerini kuşatır ve onlar için en önemli sosyal çevre alanlarından birini üretir. Aile bireyleri, bu kuşatmanın etkisini hayatları boyunca hissederler. Çoğu sosyal bilimciye göre, aile, mikro bir toplumdur. Bu kuşatma, aile bireylerinin ailevi değerler ve menfaatler etrafında kenetlenmelerini sağlar.
Muhafazakârlara göre, aile, toplumda, dinî ve ahlâkî kurallarla birlikte toplumsal düzeninin sağlanmasında ve sürdürülmesinde önemli sorumluluklara kaynaklık etmektedir. İyi bir aile eğitiminin alınmış olması neticesinde, burada yetişen nesiller, toplumsal dayanışmanın ve düzenin muhafaza edilmesinde önemli işlevler görürler.
Hak ve Hürriyetler Bağlamında Cinsel Fiillerin Muhtevası ve Sınırları
Devlet, muhafazakâr ideoloji ile uyumlu olarak, hak ve hürriyetlerin alanını, geleneksel değerlerle uyumlu olarak belirleyebilir. Bu bağlamda, klasik liberal ya da bir diğer ideoloji tarafından hak ve hürriyet kapsamında değerlendirilen bir konu, muhafazakârlar tarafından, hak kapsamında değerlendirilmeyebilir. Mesela “kürtaj”, klasik liberal düşüncede kadın için bir “hak” olarak değerlendirilebilirken, muhafazakâr düşüncede, çocuğun “hayat hakkı” ve “ailevî ve toplumsal değer”lerle çeliştiği için, bir “hak” olarak görülemez.
Benzer şekilde, bir konu, klasik liberal ya da bir diğer ideoloji tarafından belli bir hak ve hürriyetin kapsamında değerlendirilebilirken, aynı konu, muhafazakârlar tarafından da varlığı kabul edilen bir hak ve hürriyetin kapsamında değerlendirilmeyebilir, ilgili hak ve hürriyetin kapsamı ve sınırları, diğer ideolojilerden farklı ve daha dar belirlenebilir. Mesela zina, liberal düşüncede cinsel tercih hakkı kapsamında değerlendirildiği halde, muhafazakâr düşüncede, bu fiil, aile içinde meşru görülen cinsel serbesti kapsamına dâhil edilmeyebilir.
Muhafazakâr düşüncede, devlet, hak ve hürriyetlerin alanını belirlerken, teamüllerden, temelde dînî inanç değerlerinden etkilenen ahlâkî ve kültürel değerlerden esinlenebilir. Siyasî iktidarın uyguladıkları politikaların muhafazakâr düşünce ile uyumlu olması, bu bağlamda, hak ve hürriyetlere ilişkin hukukî rejimi bu düşünceye göre belirlemesi onu mutlak olarak haksızlaştırmaz. Ama bazı kişiler ve toplumsal kesimler, bu yöndeki politikaları, klasik liberalizm ya da bir diğer ideoloji ekseninde eleştirebilirler. Ama bu politikaların evrensel değerlerle çeliştiği gerekçesi ile kesinlikle gayrı meşru olduğu söylenemez.
Bazı dînî etkileşimlerle şekillenen ahlâkî telakkilerden ve namus mefhumundan da etkilenen muhafazakârlara göre, aile kurumunu yıpratacağı; ailenin dengesini bozacağı; ailelerin yıkılışına sebep olabileceği; çocukları olumsuz yönde etkileyebileceği; bütün bunlardan toplumun olumsuz etkilenebileceği şeklindeki temel gerekçelerle, her türlü evlilik dışı birliktelikler, kürtaj, eşcinsel evlilikler ve birliktelikler, zina, evlenme yasağı olanlar arasındaki evlilik ve cinsel ilişkiler vb. fiillerin yasaklanması uygundur. Bu düşünceye göre, kanserli hücrelerin insan vücudu için tehlikelilik hali ne ise, bu tür ilişkiler de aile ve toplum için benzer zararlı özelliklere sahiptir. Nasıl kanserli hücrelere kaşı mücadele etmek vücudun sağlıklılığı için lüzumlu ise; vücutta kanserli hücrelerin dolaşım hürriyetinden söz edilemezse, aile ve toplumda da, bu tür fiiller, hak ve hürriyet kapsamında değerlendirilemez.
Muhafazakâr düşüncede, sadece farklı cinsler (kadın ve erkek) arasında nikâhla oluşan aile, “normal” ve “tabiî” olarak kabul görülmektedir. Yeni nesiller, sahih nesepli olarak ancak bu ilişki şekli ile meydana getirilebilir. Yeni neslin, sadece karşı cinsler arasındaki evlilik içinde meydana gelmesinin kabul edilmesi yoluyla, toplumun istikbalinin ve hâlihazırdaki mevcudiyetinin tehlike ve zararlara karşı korunması amaçlanır. Muhafazakâr düşüncede, “cinsel sapkınlık” ve “insanın tabiatına aykırı ilişki” türü olarak nitelenen homoseksüellik, eşcinsel evlilik ve birliktelik, lezbiyenlik, ensest ilişki vb. ilişki türleri, nikâhlı ailelerin kurulamamasına ve insanların çoğalamamasına sebep olacağı, ahlâkî, toplumsal ve ailevi değerleri yok edeceği için kabul edilebilir insanî ilişkiler olarak görülmemektedir.
Muhafazakâr düşünceye göre, gayrı meşru olan “zina”, yaptırımları olması gereken “istenmeyen” bir fiildir. Evli olan kişiler tarafından, aralarında evlilik akdi mevcut olmaksızın gerçekleştirilen cinsel ilişkiyi ifade eden zina, neticeleri itibariyle aile kurumunu ve nesebin safiliğini bozabileceği ve sadakatsizlik sebebiyle mevcut evliliklerin sonlanmasına sebep olabileceği için, toplumsal düzene yönelik, yıkıcı nitelikte ciddi bir tehdid teşkil etmektedir. Bu nedenle, zina muhafazakârlar tarafından kesin bir şekilde reddedilmektedir.
Benzer şekilde, bazı aydınlanmacı kesimlere göre, kürtaj, kadının kendi bedeni üzerinde sahip olduğu tasarruf yetkisi kapsamında görülse de, muhafazakâr düşüncede, kürtaj, bir hayata son vermek olarak görülür. Bir bedene ruh girmişse, onun öldürülmesi cinayettir.
Evlenme yasağı olan kişiler arasındaki evlilik ve cinsel ilişkiler, hem insan sağlığını, hem de aile ve toplumsal ilişkileri tehdit eden fiillerdir. Bu mahiyeti sebebiyle, hem bazı Batılı ülkelerde (Alman Ceza Kanunu (CK) md. 173/2-2; İtalyan CK. md. 564; İsviçre CK. md. 213 ve Avusturya CK. md. 211) suç sayılmış, hem de AİHM bu ilişkiye yönelik cezaî yaptırımları AİHS’ne aykırı bulmamıştır (Case of Stübing v. Germany, 12 April 2012). Muhafazakâr düşüncede, bu tür ilişkiler, insan tabiatına aykırı ve aile düzeni için yıkıcı sonuçları olan “sapkınlık”, bir diğer ifadeyle “cinsel sapıklık” kapsamında değerlendirilir.
Aileye Yönelik Tehditler
Muhafazakâr düşünürlere göre, aile içinde bireyleri birbirine bağlayan manevî bağların zayıflaması; ailenin, dayanışma, sadakat, paylaşım, sorumlulukları birlikte üstlenme vb. anlayışlar yerine, kadın ile erkek arasında “hak yarışı” temelli rekabetçi bir yapıya bürünmesi; boşanmaların artması; basit sebeplerle boşanmaların yaşanması; evliliğe yönelik güvensizlik ve korkular neticesinde evlenmelerin azalması ya da evlenme yaşının gecikmesi; yakınlarında sıklıkla yaşanan aile içi sorunlara ve neticede boşanmalara ya da aile içi huzursuzluklara şahit olan kişilerin, evlendikleri takdirde benzer sorunları yaşayabileceklerinden korkmaları sebebiyle evlilikten uzaklaşmaları; evlilik birliğinin sadakate bağlı olarak cinsel tercihleri sınırlaması sebebiyle kişilerin nikâhlı evlilikler yerine kısa ya da uzun süreli nikâha dayalı olmayan birlikte yaşamayı tercih etmeleri; gerek kamusal gerekse aile içi eğitim eksikliği neticesinde aile yükümlülüklerini üstlenebilecek donanıma sahip olunmaması neticesinde bireylerin aile kurumu oluşturmaktan korkmaları; ailenin kadına yönelik şiddetin merkezi olduğu yönünde güçlü algıların oluşturulması; toplumda bireylerin aileye bakış açılarının değişime uğraması neticesinde ailenin öneminin azalması yönünde algıların artması; anne ve babaların evlatları üzerindeki etkilerinin ve sahip oldukları önemli işlevlerin ortadan kalkması ya da zayıflaması; kamusal eğitim kurumlarında ve toplumda başta medya olmak üzere çeşitli etkileme araçları yoluyla aile içi eğitimle alınanlardan farklı eğitimlerin verilmesi, bu yolla kişiliğin oluşumunda çatışmaların yaşanması; ailelerin çekirdek aileye dönüşmesi, her ikisi de çalışan anne ve babanın aile içinde çocukları eğitici yönde bir şeyler vermeye zamanlarının olmaması; bireylerin kamusal eğitim yoluyla ve diğer etkileşimler neticesinde bireysel kimliklerinin baskın hale gelmesi ve bu ailelerde de çocuklarına verebilecek bir eğitim unsurunun kalmamış olması, aileye yönelik tehditlerden bazı önemli olanlarıdır.
Ailenin Güçlendirilmesi Lüzumu
Muhafazakâr düşüncede, kadın, erkek ve çocukların sahip oldukları haklarla birlikte bünyesinde yer aldıkları aile, bireyler ve toplum için hayatî derece önemli olduğu için, ailenin mutlaka güçlendirilmesi gerekir. Ailenin çökmesi toplumun çökmesi ile eşdeğerde görüldüğü için, aileyi zayıflatıcı yöndeki çabalardan mutlak olarak kaçınılması gerekir.
Ailenin birlik ve bütünlüğü korunurken, aile üyelerinin, aile içinde birbirlerinin hasmı, alternatifi, rakibi olarak değil, tamamlayanları olarak kabul edilmeleri gerekir.
Ailenin güçlendirilmesi maksadıyla, nikâhlı evliliklerin artırılması ve korunması, boşanmaların azaltılması yönündeki çabalar bu düşüncede son derece önemlidir.
Toplumun en temel birimi ve yapı taşı, bireylerin de tahassüngâhı (koruyucu sığınağı) hükmünde kabul edilen ailenin, güçlü bir şekilde muhafaza edilebilmesi için, bu kuruma zarar verebilecek ve tehlikeye düşürebilecek her türlü evlilik dışı birliktelikler, kürtaj, eşcinsel evlilikler ve birliktelikler, zina, evlenme yasağı olanlar arasındaki evlilik ve cinsel ilişkiler, homoseksüellik, lezbiyenlik vb. ilişkilerin önlenmesi yönünde her türlü politikaların tatbik edilmesi zaruri bir gerekliliktir.