CİNSELLİĞİN HAK OLMASI MESELESİ VE AİLE (6)

Çoğulculuk, Anayasada Belli Bir İdeolojinin Resmi İdeolojiye Dönüştürülmemesi

Aile ve cinsellik konularını yakından alakadar eden konulardan biri de, çoğulculuğun zaruri bir gereği olan resmi ideoloji yasağıdır. Cinsellik ve aile ile alakalı doğru kabul edilen bir konu da, bazı kesimlerce hak kapsamına dâhil edilse de, resmi ideolojiye dönüştürülemez.

Dünya’da birbirinden çok farklı yönetimler mevcuttur. Bazı ülkelerde, belli bir siyasî ideoloji, anayasal sisteme mutlak egemen olarak mevcuttur; hukuk normlarının oluşumunda, hak ve hürriyetlerin alanının belirlenmesinde bu siyasî ideoloji belirleyici olur. Bazı ülkelerde bir dini inanç anayasal sisteme mutlak hâkim belirleyici konumdadır. Hukuk normlarının oluşumunda, hak ve hürriyetlerin alanının belirlenmesinde bu dînî inanç belirleyici olur.

Bu iki tür rejimde, farklı inanç ve fikirlere mensup olanların hak ve hürriyet alanları, ya çok daralır ya da bu kesimlere faaliyet ve serbesti alanı bırakılmaz. Bu ülkelerde, belli bir inanç ya da siyasi düşünce, anayasal zeminde resmi ideoloji olarak koruma altına alınmıştır. Bunların bir kısmına seküler, bir kısmına da teokratik otoriter ya da totaliter rejimler denir.

Bazı demokratik ülkelerde çoğulculuk esastır.

Çoğulculuk, genel olarak kişisel düzeyde farklı fikirlere ve hayat tarzlarına sahip olma hakkı, kurumsal düzeyde ise siyasi ve toplumsal çoğulculuğun muhafaza edilmesi anlamına gelir.

Fikri çoğulculuk, her türlü görüş, düşünce ve inancın, şiddet vd. bazı yollarla oyunun kuralları dışına çıkılmaksızın, aykırı ve mevcut düzeni sarsıcı ve sorgulayıcı nitelikte de olsa, kamusal/toplumsal alanda  serbestçe ifade edilebilme serbestisini gerekli kılar.

Toplumun tabiî çoğulcu yapısının siyasî alandaki yansıması olan siyasi çoğulculuk, farklı dînî ya da siyasî görüşlere sahip kişi ve grupların serbestçe örgütlenerek siyasî iktidar yarışına katılabilme serbestilerini ifade eder.

Çoğulculuğun gerekli kıldığı temel esaslardan biri, “tek doğru” ya da “resmi ideoloji” yasağıdır. Çoğulcu anlayış, bir görüşün mutlak olarak gerçek, diğer bir görüşün de mutlak olarak yanlış olduğu yönündeki dışlayıcı görüşü reddeder. Çoğulcu yapıda, devlet, belli bir ideoloji ve mutlak doğru anlayışı ile özdeşleşerek muhalifleri bertaraf edemez. Anayasa ve kanunlar, çoğulcu yapının inkâr edilerek düzenlenmesi halinde, otoriter ya da totaliter ideolojik değerler bütününe dönüşür.

Çoğulcu demokrasilerde siyasi partiler arasındaki siyasî iktidar yarışı, birbirlerinden farklı siyasi programlar arasında yürütülen mücadeleler şeklinde gerçekleşir.

Bir siyasî parti iktidara geldiğinde muhafazakâr fikriyata uygun politikaları tatbik edeceğini söyleyebilir ve iktidara geldiğinde de bu politikaları uygulayabilir. Burada, muhafazakâr politikalar kapsamında, sair toplumsal kesimlerin hakları inkâr edilerek reddedilemez, dışlanamaz, kişilere dayatmalarda bulunulamaz. Siyasî iktidar tarafından uygulanan muhafazakâr politikalara karşı, sair dinî ve siyasi düşünce sahipleri de fikri mücadelelerini ortaya koyabilirler, iktidar olduklarında kendi politikalarını uygulayabilirler. Liberaller tarafından savunulan politikalara karşı da, muhafazakâr politikalar savunulabilir.

Burada bir husus öne çıkmaktadır. Siyasi iktidarların tatbik ettikleri siyasî politikalar kapsamında, sair toplumsal kesimlerin bazı haklarının inkâr edilerek reddedilmesi, dışlanması ve bu bağlamda kişilere dayatmalarda bulunulması yasağı ile bazı hakların mevcut olup olmaması ya da hakkın kapsamının belirlenmesi, bu bağlamda, bazı hakların mevcudiyetinin kabul edilmemesi ya da bazı hakların muhtevasının dar belirlenmesi farklı şeylerdir. Bazı hakların varlığının kabul edilmesi ya da edilmemesi, bunların muhtevalarının dar ya da geniş olarak belirlenmesi çoğulculukla çelişmez. Çoğulculukla çelişen uygulamalar, bazı kişi ya da kişilere tanınan bir ya da birden fazla hakkın, diğer bazı kişi ya da kişilere hiç tanınmaması ya da daha daraltılmış şekilde tanınmasıdır. Mesela bir ülkede, toplumun bazı kesimlerine, eğitim ve öğretim, kamu görevine girme, bazı kamu hizmetlerinden faydalanma hakları çok genişçe kesimlere tanındığı halde, dini gereklilikler sebebiyle başlarını örtenlere bu hakların tanınmamasının eşitlik ilkesi ile birlikte çoğulculukla bağdaşırlığı kesinlikle mevcut değildir.

Klasik liberal felsefede, “sosyal ve ekonomik haklar” kategorisi kesinlikle kabul edilmez. Hatta bazı klasik liberal düşünürler, devletin sosyal ve ekonomik haklar temelli sosyal devletçi politikalar kapsamında serbest piyasaya müdahalesini “hırsızlık” olarak değerlendirirler. Dolayısıyla, klasik liberal felsefeye göre, sosyal ve ekonomik hakların, “kendiliğinden oluşan piyasa düzeni”ni bozacağı için, kabulü mümkün değildir.

Sosyal liberallere göre ise sosyal ve ekonomik hakların varlığı zorunlu bir gerekliliktir. Sosyal liberaller tarafından benimsenen “tahakkümsüzlük anlamında hürriyet” telakkisine göre, devletin, sosyal ve ekonomik haklar yoluyla ekonomik hayata müdahale ederek kişileri başkalarının haksız tahakkümünden kurtaracak şekilde hürleştirmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, bireylerin, başkalarının yönlendirmesinden bağımsız bir tercih hakkının (hürriyet) varlığından söz edilemez. Bu sebeple, sosyal liberal felsefede, hürriyetin ön şartı, sosyal ve ekonomik hakların varlığıdır. Devletin sosyal politikalar yoluyla sağladığı iktisadi bağımsızlığı elde edemeyen bireyler, hürriyetlerini kaybederek güçlülerin esiri haline gelirler.

Burada sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetlerle alakalı birbirlerine taban tabana zıt iki hak telakkisi ve bu telakkileri savunan iki tür ideoloji söz konusudur. Çoğulculuk, bu her iki ideolojinin de, birlikte, siyasî iktidar yarışına katılımlarını meşru görür.

Bu farklı iki ideolojinin siyasi iktidar yarışında, klasik liberal felsefeyi benimseyen bir siyasi parti, iktidara geldiği zaman, arkasına aldığı toplumsal çoğunluğun desteği ile sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı vd.’lerini “hak” kapsamında görmeyerek, piyasa ekonomisine uygun politikaları tatbik edebilir. Bu bağlamda, sosyal devletçi uygulamalara son verebilir.

Sosyal liberal ya da muhafazakâr fikirleri benimseyen bir siyasi parti, iktidara geldiği zaman, klasik liberal felsefeden farklı olarak, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetlerin gerekliliğini savunabilirler. Bu iki ideoloji, sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetleri mutlak gerekli görerek, piyasa ekonomisi ile çelişen politikaları tatbik edebilirler, bu bağlamda, sosyal devletçi uygulamalara yönelebilirler.

Klasik liberaller, sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetlerin varlığının gereksizliğini, hatta zararlarını, bireycilik, kendiliğinden oluşan piyasa düzeni ve sınırlı devlet kavramlarının gerekliliğini kendilerine göre güçlü delillerle haklılaştırıcı argümanlar ortaya koyabilirler.

Benzer şekilde, sosyal liberaller ve muhafazakârlar da, bireycilik ve kendiliğinden oluşan serbest piyasa düzeninin sosyal hayattaki zararlarına vurgular yaparak, sosyal devlet ve sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetlerin lüzumluluğuna güçlü vurgular yapabilirler; kendi bakış açılarını en üst perdeden haklı görebilirler.

Kısaca belirtmek gerekirse, sosyal liberaller ya da muhafazakârlar tarafından getirilen eleştiriler, hangi gerekçelere dayanırsa dayansın, çoğulcu anayasal rejim kapsamında, sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetlerin varlığının kabul edilmemesinin gayrı meşru ve Anayasaya aykırı olduğu söylenemez. Sosyal liberaller ya da muhafazakârlar tarafından, bu haklarla alakalı olarak klasik liberal yönetime getirilen eleştirilerin iddiadan öte bir geçerliliği yoktur.

Benzer durum, klasik liberaller tarafından yapılan, sosyal liberal ya da muhafazakâr iktidarların uyguladıkları sosyal devletçi politikalara yönelik eleştiriler için de söz konusudur. Yani bazı klasik liberaller, sosyal liberal ya da muhafazakâr iktidarların ekonomik hayata müdahalelerini “hırsızlık” olarak niteleseler de, bu eleştiriler, sadece iddiadan ibarettir ve bu söylemler, sosyal liberal ya da muhafazakâr iktidarların sosyal devletçi politikalarının mutlak olarak gayrı meşruluğundan ve anayasaya aykırılığından söz edilemez.

Anayasada, klasik liberal felsefe de dâhil hiçbir ideolojinin “resmi olarak koruma altına alınmaması, resmî ideolojiye dönüştürülmemesi, siyasi iktidarlara anayasal değerler olarak tek doğru dayatmalarında bulunulmaması” gerekir. Anayasalar, çoğulculuk zemininde, tüm ideolojilerin iktidara gelebilmeleri halinde kendi politikalarını uygulayabilmelerini mümkün kılacak hükümleri içermelidir. Anayasada, “en iyi ideoloji klasik liberalizmdir, klasik liberal değerler anayasal koruma altındadır, farklı ideolojilere, hak ve hürriyet alanlarını daralttıkları ya da klasik liberal felsefe ile uyumlu olmayacak şekilde yeni hak kategorileri (sosyal ve ekonomik haklar) oluşturdukları için izin verilemez” denilmesi, anayasal zeminde bu anlayışın resmi ideolojiye dönüştürülmesi, çoğulculuğu yok eder.

Benzer şekilde, “en iyi ideoloji sosyal liberalizmdir, sosyal liberal değerler anayasal koruma altındadır, farklı ideolojilere, hak ve hürriyet alanlarını daralttıkları ya da aşırı derece genişlettikleri gerekçesi ile izin verilemez” demek de, çoğulculuğun yok edilmesi demektir. Benzer durum muhafazakârlığın resmi ideolojiye dönüştürülmemesi hali için de geçerlidir.

Çoğulculuk, “sadece klasik liberal ideolojiyi benimseyen partiler iktidar olabilirler, muhafazakâr veya sosyal liberal ideolojiyi savunan partiler iktidara gelerek kendi ideolojileri ile uyumlu politikalar uygulayamazlar. Klasik liberal felsefe haricindeki fikirlerin, sadece ifade hürriyeti kapsamında ifade edilmesine, dernek, sendika vb. sivil toplum kuruluşları ve iktidar olmamak şartıyla siyasi partiler şeklinde örgütlenmelerine izin verilir” demek değildir. Muhafazakâr partiler de, seçimlerde sağlayacakları çoğunlukla, iktidara gelerek kendi ideolojilerine uygun politikaları belirleyebilir; bu bağlamda hak ve hürriyetlerin alanını tayin edebilirler. Bu düzenleme ve politikalarla, siyasi iktidarın belirleyeceği hak ve hürriyetlerin alanı, bir ideoloji ölçütünde daralabileceği gibi, bir başka ideoloji ölçütünde genişleyebilir de.

Amerika’da Çoğulculuk Uygulamaları

Burada çoğulculukla alakalı bahsini ettiğim belirlemelerle uyumlu uygulamalara 1930’lu yıllarda Amerika’da rastlamak mümkündür. 1787 Amerikan Anayasasında, klasik liberal veya sosyal liberal ideolojiyi ya da bir diğer ideolojiyi resmî ideoloji haline getiren açık anayasal hükümler mevcut değildir.

ABD’de 1880’lerden 1930’lu yıllarının ortalarına kadarki dönemlerde hükümetin politikaları ve Federal Yüksek Mahkeme kararları klasik liberal felsefe ile uyumlu olmuştur. Bu dönemde klasik liberal ideoloji ile uyumlu olmayan uygulamalara ihtiyaç duyulmamıştır.

1929 büyük ekonomik buhran sonrasında, ABD ekonomisinin büyük bir çöküntü içerisine girdiği yıllarda, Başkan Franklin D. Roosevelt döneminde sosyal içerikli ekonomik programları da içine alan konularda, “New Deal” olarak anılan çok sayıda kanun yapılmıştır.

Roosevelt, New Deal kanunlarıyla ağır buhranlı dönemi aşacağı vaadiyle 1932 yılında girdiği seçimlerde, hem kendisi başkanlık seçimlerini açık ara farkla kazandı, hem de partisi Kongrede büyük bir çoğunluk elde etti. Roosevelt, bu zafer üzerine, Amerikan halkından aldığı güçlü destekle birlikte derhal sosyal içerikli programını uygulamaya başladı. Bu şekilde Amerikan toplumunun siyasi, ekonomik ve sosyal yapısında önemli değişiklikler yapılmaya başlandı ve bu amaca yönelik çok sayıda kanun kabul edildi. Roosevelt’in yönlendirmesi altında çıkarılan New Deal kanunlarıyla klasik liberal ideoloji yerine sosyal liberal ideoloji ile uyumlu politikalar uygulanmaya başlanmıştır.

1930’lu yılların ortalarına kadarki dönemde, Federal Yüksek Mahkeme, klasik liberalizmle sosyal liberalizm arasında kaldığı zaman, farklı iki tür kararlar vermiştir.

Birincisi, Federal Yüksek Mahkeme, 1934-1936 yılları arasındaki dönemde New Deal Kanunlarından 13’nü Anayasaya aykırı bulmuştur.

Federal Yüksek Mahkeme, birinci tür kararlarında, Anayasada açık olarak ifade edilmediği halde, klasik iktisadi liberalizme dayandığını iddia ettiği 1787 ABD Anayasasının kurucu babalarının, devletin ekonomik hayata müdahalesini reddeden “klasik liberal felsefeyi” benimsediklerini belirtmiştir. Yüksek Mahkeme, bu kararlarındaki gerekçelerle, “devlete ekonomik hayata müdahale imkânı veren sosyal muhtevalı” bazı kanunları Anayasaya aykırı bulmuştur. Federal Yüksek Mahkeme, bu kanunları anayasaya aykırı bularak, klasik liberalizmi Anayasada “resmi ideoloji” haline getiren açık hükümler olmadığı halde, “bu Anayasadaki hükümlerin klasik liberalizm temeline dayandığı” yönünde irade ortaya koymuştur. Yüksek Mahkemenin, bu kararlarıyla, yargısal içtihat yoluyla, klasik iktisadi liberalizmi, “resmi ideoloji”ye dönüştürerek dogmalaştırmaya çalıştığı söylenebilir. Yüksek Mahkeme, bu kararlarıyla, klasik liberal felsefe Anayasada sarih (açık) olarak yazılı olmadığı halde, açıkça anayasa tarafından yasaklanmayan sosyal liberal felsefe ile uyumlu iktisadi politikaları, klasik liberal felsefe ile çeliştiği gerekçesiyle geçersiz kılmıştır.

İkincisi, Federal Yüksek Mahkemenin 1934 yılına kadarki dönemde önüne gelen New Deal Kanunlarını klasik liberal felsefe ile çeliştiği halde Anayasaya aykırı bulmamıştır.

Başkan Roosevelt, 1936 başkanlık seçimlerinden ezici bir zaferle (%60,7) çıktı. Seçim sonuçları, halkın, Roosevelt’in partisi tarafından şekillendirilen sosyal devletçi programın temel ilkeleri ile uyumlu olarak çıkarılan New Deal Kanunlarına onay verdiği yönünde yorumlandı. Roosevelt, “Milletçe öyle bir noktaya geldik ki, Federal Yüksek Mahkemeden kurtarmak için harekete geçmek zorundayız”, “Anayasayı Federal Yüksek Mahkemeye karşı ve Mahkemeyi de kendine karşı korumalıyız” şeklindeki sözleri söyleyerek, New Deal kanunlarının bir kısmını anayasaya aykırı bulan Yüksek Mahkemeye şiddetli tepki vermiştir.

Başkan Roosevelt’in verdiği bu tepkilere geniş toplum kesimlerinin ve özellikle işçi sendikalarının tepkileri de eklendi.

Roosevelt’in Federal Yüksek Mahkemeye yönelik bu çok sert sözlerine ilave olarak, Senato’ya Federal Yüksek Mahkemenin yapısını değiştirecek bir kanun önerisi sunuldu. Bu öneri Kongrede görüşülürken, Yüksek Mahkeme üyelerinden biri Roosevelt’in politikalarına uygun yönde eğilim değiştirdi. Üyelerden birinin de emekli olması üzerine seçilen yeni üye New Deal Kanunlarının Anayasaya aykırı olmadığı yönünde eğilim ortaya koydu. Yüksek Mahkeme, üye ve eğilim değişikliği neticesinde, çoğunluğun görüşünün, bu kanunların Anayasaya aykırı olmadığı yönünde belirmesi üzerin, son iki yılda (1934-1936) benimsediği içtihadını değiştirerek, bu kanunları Anayasaya aykırı bulmayan kararlar vermeye başladı.

Aslında bu yoğun ve yaygın tepkilerin temelinde çoğulculuk hassasiyeti mevcuttur.

Halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan siyasi iktidarın uyguladığı klasik liberal felsefe ile çelişen ve sosyal devletçi liberalizmle uyumlu olan politika ve kanunların Federal Yüksek Mahkeme tarafından Anayasaya aykırı bulunmaması yoluyla Anayasa çoğulcu bir kimliğe büründürülmüştür. Bir diğer ifadeyle, halkın %60,7’nin desteği ile başkan olan ve Kongrede de çoğunluğun desteğini sağlayan Roosevelt, halktan aldığı güçlü destekle güçlü bir karşı duruş sergileyerek Federal Yüksek Mahkemenin klasik liberalizmi dogmalaştırarak resmi ideolojiye dönüştürme çabasını bertaraf etmiştir. Roosevelt’in bu zaferi, aslında çoğulculuğun fiilen de hayata aktarılmasını sağlamıştır.

Roosevelt’in güçlü direnci ve Federal Yüksek Mahkemenin içtihatları ile şekillenen anayasal yapı, hem klasik liberal felsefe hem de sosyal liberal felsefe ile uyumlu politikaların uygulanabileceği bir sisteme dönüşmüştür.

Çoğulcu Yapı İçinde Cinsellik ve Aile

Klasik liberalizmin bizzat kendisi, anayasal korumayı kabul etmez; anayasal koruma sağlanması, bu felsefenin ruhu ile çelişir. Aynı anayasal rejim içinde, klasik liberal, sosyal liberal ya da muhafazakâr eğilimli partiler iktidara geldiklerinde, kendi ideolojilerine uygun iktisadi ve siyasi politikaları uygulayabilir; bu bağlamda hürriyetlerin alanını belirleyebilir.

Bu bağlamda, siyasî iktidarlar, aile ve cinsellikle alakalı politikalarını, klasik liberal felsefe ile uyumlu olarak belirleyebilecekleri gibi, muhafazakâr ideoloji ya da sosyal liberal ideoloji ile de uyumlu olarak belirleyebilirler. Çoğulcu temelli anayasal düzen içinde, aile ve cinsellikle alakalı klasik liberal felsefe ile uyumlu politikaların mutlak olarak Anayasaya aykırı olduğu söylenemez; Anayasa bu tür politikaların uygulanmasına da müsaade eder.

Benzer şekilde, çoğulcu temelli anayasal düzen içinde, aile ve cinsellikle alakalı muhafazakâr düşünce ile uyumlu politikaların mutlak olarak gayrı meşru ve Anayasaya aykırı olduğu da söylenemez. Aile ve cinsellikle alakalı klasik liberal felsefe ile uyumlu politikaların “evrensel değerler” olduğundan bahisle siyasi iktidarlara dayatılmasının kesinlikle çoğulculuk zemininde kabul edilebilirliği mevcut değildir.

Bazılarına göre, aile ve cinsellikle alakalı klasik liberal felsefe ile uyumlu politikalar ne kadar meşru ve anayasal görülürse, aynı konuya ilişkin muhafazakâr ya da sosyal liberal ideoloji ile uyumlu politikalar da en az o kadar meşru ve anayasaldır. Aksine bir düşüncenin demokratik çoğulculukla bağdaşırlığı kesinlikle mümkün değildir.

Yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, demokratik siyasi çoğulculuğun mevcudiyeti, cinsellik ve aile ile alakalı birbirinden farklı politikaların tercih edilmesi yolunun açık olmasını lüzumlu kılar. Muhafazakâr ideolojiyi benimseyen bir siyasi parti, iktidara geldiği zaman, muhafazakâr ideoloji ile uyumlu bir şekilde toplumsal değerleri önceleyerek, cinsel tercihlerin alanı daraltabilir, klasik liberal felsefeye göre hak olarak kabul edilen bazı cinsel tercihleri hak kapsamında değerlendirmeyebilir. Muhafazakâr ideolojiye bu imkânın verilmemesi, muhafazakâr ideolojinin çoğulculuğun dışına itilmesi neticesini ortaya çıkarır.

Muhafazakâr ideolojiyi benimseyen bir siyasi parti, çoğulcu demokratik zeminde yasamada güçlü desteğe sahip olarak iktidara geldiği zaman, Meclisin çıkaracağı kanunlarla, “her türlü evlilik dışı birliktelikler, kürtaj, eşcinsel evlilikler ve birliktelikler, zina, evlenme yasağı olanlar arasındaki evlilik ve cinsel ilişkiler vb. fiiller”, aileyi yıpratacağı; ailenin dengesini bozacağı; ailelerin yıkılışına sebep olabileceği; çocukları olumsuz yönde etkileyebileceği; bütün bunlardan toplumun olumsuz etkilenebileceği şeklindeki gerekçelerle suç olarak düzenlenebilir. Bu tür kanunî düzenlemelerin klasik liberal felsefe ile uyumlu olmaması, tek başına bu düzenlemeleri gayrı meşru hale getirmez. Burada önemli olan husus, bu konularla alakalı yapılan kanunî düzenlemelerin anayasaya aykırılık teşkil etmemesidir.

Muhafazakâr ideoloji ile uyumlu olan bu tür düzenlemelerle, klasik liberal felsefe kapsamında hak olarak değerlendirilen bazı fiiller hak olmaktan çıkarılmış olmakta ya da hakkın kapsamı haricine çıkarılmaktadır.

Bu gibi durumlarda, klasik liberal felsefe “tek doğru” ölçütü kabul edilemez. Klasik liberal felsefe ile uyumlu hürriyet anlayışının, “evrensel hakikat” adı altında topluma ve siyasi iktidara dayatılmasının kabulü mümkün değildir.

Klasik liberal felsefe ile uyumlu politika, hak ve hürriyet anlayışının, evrensellik adına toplum ve devletlere dayatılmasının bir diğer ifade şekli “klasik liberal totalitarizm”dir. Faşist, Marksist, nasyonal sosyalist totatilatizm ne kadar kötü ve kabul edilemez ise, klasik liberal totalitarizm de en az o kadar kabul edilemezdir.

Bu sebepledir ki, çoğulcu demokrasinin cari olduğu bir anayasal zeminde, muhafazakâr politikalar lanetli kabul edilemez. Bir ideolojiyi eleştirmek ayrı bir şey, bu ideolojiyi lanetli kabul ederek, farklı ideolojileri siyasi iktidara dayatmak ayrı bir şeydir.

Nihai olarak belirtmek gerekirse, siyasi iktidarların, klasik liberal felsefe ile uyumlu olarak aile ve toplumsal değerlere karşı bireyin tercihlerini üstünleyen politikaları benimsemiş olması ne kadar anayasaya uygunsa, aile ve toplumsal değerleri bireyci anlayışa karşı üstünleyen muhafazakâr politikalar da o kadar anayasaya uygundur. Dolayısıyla, muhafazakâr eğilimli siyasi iktidarlar, anayasal sınırlar içinde, cinsel tercihleri sınırlayıcı politikalar yoluyla aileyi koruyucu yönde kanuni düzenlemeler yapabilir. Klasik liberal değerler evrensel hakikatler olduğu belirtilerek muhafazakâr politikaların uygulanmasına karşı set yapılamaz.

Exit mobile version