Cinsellik ve aile konularında, Batılı ülkelerde bütün çemberleri kıracak düzeyde değişiklikler, eksen kaymaları, farklı uygulamalar yaşanıyor.
Gerek Avrupa Konseyi üyesi olması, gerek AB üyeliğine yönelik çabaları ve gerekse Batı medeniyeti içinde yer alma yönündeki yoğun motivasyonu sebebiyle, Türkiye de bu yöndeki değişikliklerden değişen ölçülerde etkilenmektedir.
Küresel ve bölgesel ölçekli çok yönlü kültürel yayılmacı politikalar sebebiyle bu yöndeki değişikliklerden, sadece Türkiye değil, değişen ölçülerde hemen hemen bütün ülkeler etkilenmektedirler. Dolayısıyla bu konuda küresel ölçekte bir kuşatma söz konusudur.
Çok yönlü kültürel yayılmacı politikaların bir neticesi olarak, cinsellik ve aile hayatını çok yakından alakadar eden ve kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, Avrupa Konseyi tarafından 11.05.2011 günü İstanbul’da imzalandı. Türkiye de, bu Sözleşmeye “imzacı ülke” sıfatıyla katıldı. TBMM tarafından 14.03.2012 günü onaylanması uygun bulunan İstanbul Sözleşmesi, 01.08.2014 günü yürürlüğe girdi.
İstanbul Sözleşmesi, son yıllarda yaşanan yoğun tartışmalar üzerine, 20.03.2021 Tarih ve 31429 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3718 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin (CBK) 3. maddesine istinaden “Türkiye Cumhuriyeti Bakımından” feshedildi.
İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi, ülkemiz içinde ve dışında yoğun tartışmalara ve eleştirilere konu oldu. Bazıları fesih işleminin Türkiye’yi Batı medeniyetinin gerisine götürdüğünü, bu sebeple kadına yönelik şiddetin büyük ölçüde arttığını savunurken, bazıları da İstanbul Sözleşmesini fesih usulünün Anayasaya aykırı olduğunu iddia ettiler. İstanbul Sözleşmesinin feshi ülkemizde muhafazakâr dindar camiada oldukça olumlu karşılandı.
İstanbul Sözleşmesinin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararı hakkında Danıştay nezdinde iptal davası açıldı. Danıştay 10. Dairesi açılan iptal davasını reddetti.
Bazı muhalefet partileri, 2023 seçimlerinde iktidara gelmeleri halinde yapacakları ilk işin İstanbul Sözleşmesinin tekrardan onaylayarak yürürlüğe girdirilmesi olduğunu belirttiler.
Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi fesholundu ise de, Sözleşmede bahsi edilen “aile”, “cinsellik”, “şiddetin önlenmesi”, “kadının korunması bahanesine sığınılarak aile içi ilişkiler yıkılışların hızlandırılması” vb. konulara ilişkin hukuki hükümlerin, ülkemizdeki hukukî düzenlemelerin birçoğunda hala varlığını sürdürdüğü görülmektedir.
İstanbul Sözleşmesinde koruma altına alınan “cinsellik” ve “aile” ile alakalı konular, Sözleşmenin feshedilmesi sonrasında “cinsel tercih (yönelim) hak ve hürriyeti” bağlamında yoğun ve yaygın tartışmalara konu olmaktadır. Bazıları “cinsel tercih hakkı”nın, İstanbul Sözleşmesi ile tam güvence altına alındığını, bu Sözleşmenin feshedilmesi üzerine bu hakkın tamamen güvencesiz hale geldiğini savunmaktadırlar.
Bazı çevreler de, İstanbul Sözleşmesinde koruma altına alınan, Batı medeniyetinin müşterek değerleri olarak ilan edilen ve LGBT eğilimindekiler tarafından hararetli bir şekilde savunulan cinsellik ve aile ile alakalı hükümlerin, gerek Medeni Kanunda ve TCK’da, gerekse 6284 Sayılı Kanunla diğer bazı kanunlarda varlığını sürdürüyor olmasının, bu Sözleşmenin Feshini anlamsızlaştırdığını belirtmektedirler. Bu kesimlere göre, her ne kadar, İstanbul Sözleşmesi feshedildi ise de, ruhu ve hükümleri, iç hukukumuzda varlığını sürdürmektedir.
Cinsellik ve Aile Konusunun Üç Boyutu
Cinsellik ve Aile konusunda üç husus öne çıkmaktadır.
Birincisi, cinselliğin, hak ve hürriyet ve sınırları konusu. “Cinsellik, bir hak mıdır; hak ise sınırları nerelere kadar uzanır”? sorusunun cevabı, bu kısmın kapsamını teşkil etmektedir. Cinselliğin hak ve hürriyet boyutu ve sınırlarının, bireysel davranışlar yanında, aile ve diğer birlikte yaşayanlar yönünden meydana getirdiği etkiler ve sonuçlar da, bu bağlamda öne çıkan önemli konulardır. Cinselliğin hak ve hürriyet ve sınırları konusunun, ülkemizde başta TCK ve Medeni Kanun olmak üzere çeşitli kanunlara yansıyan yönleri mevcuttur.
İkincisi, İstanbul Sözleşmesinin, Batı medeniyetinin müşterek değerleri olarak ilan edilen ve LGBT eğilimindeki örgütler tarafından hararetli bir şekilde savunulan cinsellik ve aile ile alakalı hükümleri ve bu bağlamda üye ülkelere yüklenen yükümlülükler, uygulamalar ve neticeleri de önem arz etmektedir. Bu Sözleşme ile üye ülkelere yönelik uygulama temelli dayatmalarla amaçlanan neticelerin mahiyeti son derece önemlidir.
Üçüncüsü, cinsellik ve aile ile alakalı geliştirilen çeşitli politikaların muhtevasının ne olacağı hususu da öne çıkan konulardan biridir. Siyasi iktidarların, bu konularda farklı politika ve uygulamaları benimseyip benimseyemeyecekleri konusu önem arz etmektedir. Bir diğer ifadeyle, bir devletin, -İstanbul Sözleşmesinin tarafı olsun ya da olmasın-, “Batı medeniyetinin müşterek değerleri olarak ilan edilen ve LGBT eğilimindeki örgütler tarafından da hararetli bir şekilde savunulan cinsellik ve aile ile alakalı politikaları” kabul etmesi, laik, çağdaş, medeni bir ülke olmanın zaruri bir gereği olarak kabul edilebilir mi; bu konuda farklı politikalar benimsenebilir mi?
Bu konularda siyasi iktidarların sahip oldukları yetkiler, liberalizm, muhafazakârlık vb. siyasi ideolojiler ve dini temelli düşüncelerden birinin tercih edilmesine bağlı olarak farklılık arz edebilmektedir. Laik bir demokraside de, siyasî iktidarların, siyasi ideolojilerden herhangi birini tercih etmesine bağlı olarak, cinsellik ve aile konusunda sahip oldukları farklı düzenleme yetkileri ve muhtevası, konumuz açısından son derece ehemmiyet arz etmektedir.
Cinsellik, hak ve hürriyetler ve Aile ile Alakalı Genel Belirlemeler
Bireysel münasebetler ve hürriyetlerin sınırının belirlenmesi bağlamında, cinsellik, cinsel tercih, aile içi münasebetler ve bireylerin cinsellik ve aile içi ve dışı münasebetlerde serbesti alanlarının sınırlarının belirlenmesi hususu tarih boyunca sürekli tartışmalara konu olmuş ve hala da bu tartışmalar en yoğun ve yaygın haliyle devem etmektedir.
İnsanlık tarihinin seyri içinde, inanç temelli değerler, kültürel değerler, ahlâkî kaideler, teamüller, siyasî ideolojik fikirler, laiklik, laik devlet, dini temelli devlet vb. etkenlere bağlı olarak, kişilerin hürriyet ve serbesti alanları genişleyebilmekte ya da daralabilmektedir. Aile kurumunun gerekliliği, aile içi ve dışı münasebetlerin muhteva ve sınırlarının belirlenmesi konularında, burada sözü edilen etkenler değişen ölçülerde belirleyici özelliklere sahiptir.
Başta aile ve cinsellikle alakalı olmak üzere, belli bir konuda, hareket serbestisi olmalı mı olmamalı mı; bir davranış türü ya da belli bir yöndeki talepler, hak ve hürriyet kapsamına dâhil edilmeli mi edilmemeli mi; dâhil edilirse, bunun sınırları nereye kadar uzanmalıdır?
Burada bahsi edilen soruların cevapları, tek değildir. Bunların cevaplarını teşkil edecek hukukî belirlemelerin, bu bağlamda hak ve hürriyetlerin neler olduğunun ve kapsamlarının belirlenmesi, dinî inançlara, kültürel değerlere, yaygın ahlâkî kaidelere, çeşitli siyasî felsefî ideolojilere göre olur. Bunlardan bir telakkiye göre hak ve hürriyet alanına dâhil edilebilen bir davranış, bir başkasında hak ve hürriyet kapsamına dâhil edilmeyebilir.
Burada her bir ideolojinin, hak ve hürriyetlere ilişkin teorik temelleri mevcuttur. Herhangi bir ideolojinin her bir hak ve hürriyete ilişkin tanıdığı serbesti alanı farklı olabileceği gibi, bazı ideolojilerde hak ve hürriyet kapsamına dâhil olan bir davranış, bir başka ideolojide hak ve hürriyet olarak değerlendirilmeyebilir.
Hak ve hürriyetlerin alanı genişlediği ölçüde, kişilerin hareket serbestisi alanı da değişen ölçülerde genişler.
Kişilerin hareket serbestisi alanının belli bir haddin ötesine geçerek genişlemesinin, her zaman için insanların mutlaka lehine ya da meşru olduğu söylenemez. Temel hak ve hürriyetlerin alanının genişlemesi, başkalarına zarar veriyorsa hukuki meşruiyetini yitirir.
İnsanların lehine olan ve olmayan davranışlar ve taleplerin neler olduğuna dair sorunun cevabı da tek değildir. Bir telakkiye göre, insanların bireysel ya da toplumsal olarak lehine ve meşru görülebilen bir davranış, bir başka telakkide aleyhe olarak değerlendirilebilir.
Dolayısıyla, siyasi iktidarların hak ve hürriyetlerin muhtevasına ve sınırlarına ilişkin belirlemeleri, dayandıkları fikri, dini, felsefi, siyasî değerlerle ve gerekliliklerle uyumlu olarak farklılaşabilir. Bir dini inanç ya da siyasî ideolojik görüşlerden birine göre şekillenen kültürel, fikrî, teamülî, ahlâkî vb. telakkiye göre uygun görülen bir hak ve hürriyet anlayışı ve sınırları, bir siyasî iktidar tarafından belirlenerek tatbik edilebilir.
Siyasi iktidarların, cinsellik ve aile ile alakalı olanlar da dâhil olmak üzere hak ve hürriyetlerin alanını, yukarıda belirtilen etkilenmelere göre şekillenen belli bir telakkiden etkilenerek genişletici ya da bir başka telakkiden etkilenerek daraltıcı yönde politika ve uygulamalar geliştirmeleri, anayasal sınırlar içinde onların yetki alanına dâhildir.
Aile ve cinsellikle de alakalı hak ve hürriyetler konusunda siyasî iktidarlar tarafından benimsenen politika ve uygulamalar, bazı kişilerce ya da kesimlerce isabetsiz ve haksız görülebilir. Bu politika ve uygulamalar, bir başka dini düşünce ve inanç ya da siyasi ideoloji mensuplarınca, fikrî ve meşru (şiddete yönelmeyen ve hukuki sınırlar içinde kalan) zeminde eleştirilebilir, farklı görüşler ortaya konulabilir, aksi yönde görüşler geliştirilerek kamusal hayatta bunların yayılması için çabalar sarf edilebilir, bunların propagandası, tanıtımı yapılabilir, bu yöndeki fikirler, hukukun çizdiği sınırlar haricine çıkılmaksızın savunulabilir.
Burada ortaya konulan her bir farklı görüş, savunanlar açısından muteberdir. Ama bu fikirler, çağdaşlık ve medeniyet gibi süslendirilmiş gerekçelerle de olsa farklı fikirleri savunan kesimlere dayatılamaz. Bütün bu farklı fikirler, çoğulcu demokratik bir hukuk devletinde, hukukî zeminde teminat altındadır.
Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, bir siyasi iktidar, kendisini muhafazakâr demokrat olarak ilan ederek halktan oy istemiş ve iktidara da gelmişse, hak ve hürriyetlere ilişkin politikalarını, anayasal sınırlar içinde muhafazak3ar ideoloji ile uyumlu olarak belirleyebilir. Bu yöndeki politikalar, bazı çevreler için hoş ve makbul görülmeyebilir. Bu kesimler bu yöndeki hoşnutsuzluklarını ifade hürriyeti kapsamında dillendirebilirler.
Muhafazakâr demokrasi kesimden farklı fikriyatla uyumlu olan bir siyasi parti iktidara geldiğinde de, muhafazakâr demokrasi felsefesi ile uyumlu olan hak ve hürriyetlere ilişkin düzenlemelerde değişiklikler yapabilirler. Bu kez de, muhafazakâr çevreler, bu yöndeki düzenlemeleri eleştirebilirler.
Burada önemli olan, hiçbir siyasi ideolojinin, farklı kesimlere yönelik tek doğru dayatılması, “tek doğru hak ve hürriyet” telakkisinden söz edilerek, bu telakkinin, “çağdaşlık, müşterek değerler” vb. gerekçelerle diğer kesimlere dayatılmamasıdır.
Günümüzde Aile Kurumunun Geldiği Durum
Aile, hem cinsellikle hem de birey ve toplumla alakalı yönleri bulunan, kişinin hak ve hürriyet alanlarını bazı konularda alakadar eden bir konudur.
Aile, toplum ve bireyle alakalı etkin konumu ve belirleyiciliği sebebiyle tarih boyunca hep var olmuştur. Fakat günümüz dünyasında, aile kurumu tarihinde hiç rastlanmadık şekilde aşınmalara maruz kalmıştır. Bunun temelinde de aşırı bireysellik temelinde kişilerin cinsel hürriyetlerle elde etmek istediği serbesti alanını genişletme çabaları yer almaktadır.
Birey ve hürriyetleri ile alakadar olan bütün ideolojiler ve dinler, bireyin çocukluk evresinden ölünceye kadar değişen ölçülerde etkilendiği toplumsal bir kurum olarak aile ile ilgilenmişler, aile ile alakalı görüşler ve tutumlar ortaya koymuşlardır.
Aile kurumundan en başta etkilenen cinselliktir. Cinselliğin, kişilere rızaya dayalı olarak çok geniş bir serbesti sağladığını kabul edenler için aile, sadece insan hayatında belli bir yaşama tarzıdır. Çekirdek aile yanında, eşcinsel evlilikler, nikâhsız birlikte yaşamalar, günü birlik birliktelikler, komünal (çok sayıda kadın erkek birlikte yaşama) birlikte yaşamalar, başkaları ile birlikte olmayan bekâr yaşamalar da mevcuttur. Bu kesime göre, bu hayat tarzlarının her biri, aile kadar değerlidir ve devletin koruması altında olmalıdır. Bir diğer ifadeyle, devlet, bunlar için de hukuki güvenceler sağlamalı, hukuki olarak tanımalıdır.
Günümüzde, aileye ehemmiyet vererek, diğer birliktelikleri meşru görmeyen inanç ve ideolojiler de mevcuttur. Genellikle, bütün semavi dinler, aile kurumu dışındaki birlikte yaşayışları sapkın ve gayr-ı meşru görürler.
Muhafazakâr ideoloji de, aile kurumuna büyük ehemmiyet atfeder. Bu ideolojiye göre geleneksel kurumlardan biri de ailedir; bu kurumun, günümüz şartlarında meydana gelen kısmi değişiklikler olsa da, mutlaka muhafaza edilmesi gerekir. Aile, hem toplumsal hem de birey hayatında temel işlevleri olan bir kurumdur.
Bazı ideolojilere göre, aile, birey hakları yönünden önemli kısıtlamalar getirmektedir. Birey, aile içinde mevcut olan muhafazakâr değerlerle sınırlandığı ve kuşatıldığı ölçüde, birey haklarının alanı daralmaktadır. Ailenin kuşatıcı kurallarından en çok etkilenen, cinsel tercihler ve farklı hayat tarzlarıdır. Aile, bu hayat tarzları yönünde aşırı kısıtlayıcı görülmektedir.
Türk toplumunda, ailenin diğer hayat tarzlarına karşı korunması konusu son derece ehemmiyet arz etmektedir. Türkiye’de de aile, diğer hayat tarzlarının parlatılması karşısında ciddi manada hasar görmektedir. Ayrıca, aşırı hak ve rekabet eksenli yaklaşımlar, geleneksel aile kurumuna ciddi manada hasarlar vermektedir. Aile bireylerinin bireysel hakları baskın şekilde öne çıkarılmakta, bu gelişmelerin aile açısından ciddi sonuçları olmaktadır.
Ülkemizde gerek bireysel hak bağlamında cinsel tercihler ve cinsellik, gerekse aileye ilişkin politikaların ne olacağına dair konular ciddi manada önem arz etmektedir.