Çivi Çiviyi Söker

Ekonomide tasarruflar, yatırımların anahtarıdır. Tasarruflar yatırıma dönüşecek, yatırımlar da daha fazla mal ve hizmet üretimine sebep olacak, böylelikle ekonomik büyüme gerçekleşecektir. Ancak İktisatta tasarruf paradoksu (paradoks of thrift) diye adlandırılan bir kavram vardır. Hülasası şudur: kriz dönemlerinde birikim sahipleri, yeni yatırımlar için beklemeye geçer ve tasarruflar yastık altında kalır. Yine benzer bir etki ile tüketiciler harcamalarını kısıp talebi azaltırlar. Her iki tercihte de eldeki birikim ekonomik döngüye girmediği için kriz derinleşir. Hâlbuki tasarruflar yatırıma dönüşebilse veya talep canlı tutulabilse krizden çıkış daha kolay olabilecektir.

Haşir suresinde geçen “Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimselerden olmayın” emri de bir cihette bu manaya işaret etmektedir.

Bu ayete çeşitli manalar verilmiştir, biz de müfessir değiliz ancak amatör bir Müslüman olarak bu ayeti okudukça şunu düşünürüm: insan, yaratılış gayesi olan Allah’ı bilmekten uzaklaşırsa, Allah onun başına öyle işler açar ki bırakın faydasını zararını bilmeyi, kendisini bile unutur. Bu durumda insana düşen silkinip kendine gelerek tekrar Allah’a yönelmesidir.

Bu iki farklı yaklaşımın çıkış noktası benzer bir hakikattir.İnsanın içine düştüğü girdap gibi kendisini içine çeken dertlerden kurtulmasının çaresi, derdin içinde debelenmek değil, derdin dışına çıkabilmektir. Tıpkı kişiye kendisini bile unutturacak dertlerden kurtulmanın çaresinin Allah’ı bilmek olduğu gibi veya krizden çıkmak için talebi kısmak yerine ekonomik faaliyetleri canlandırmak gerekliliği gibi. 

Biz bu sorunun çaresini “çivi çiviyi söker”, “dinsizin hakkından imansız gelir” gibi ifadelerle vecizeleştirmişiz.Yani bazen bir derdi, daha büyük bir dert unutturur. 

Bu hakikati tersinden okursak, bir insanı bir işten uzak tutmak istiyorsanız, ona başka işler bulursunuz ki asıl hedeften uzaklaşsın anlamı da çıkar.

Bundan dolayıdır ki dış politikada büyüme meyli gösteren veya kendisine biçilen rolün dışına taşmaya çalışan ülkelerde iç karışıklıkların çıkması tesadüf değildir.

Bunun örneklerini biz ülke olarak çoklukla yaşadık, yaşıyoruz. Ne zaman belimizi doğrultup başımızı kaldırsak, başımıza örülen çoraplar bizi hedefimizden uzaklaştırmaya veya en azından bizi yavaşlatmaya yöneliktir. Ta ki Türkiye’ye büyük emellerini, görece küçük dertlerle unutturabilsinler.

Gezi olayları, 17-25 Aralık ve sonrasında yaşanan gelişmeler, 15 Temmuz ve daha nice hadiselerin bize kaybettirdiklerini hesaplayamaya kalksak en basitinden memleketin 7 senesine mal olmuştur diyebiliriz. Bu yedi senede olmamız gereken noktadan olan uzaklığı gidermek için harcanması gereken çaba da cabası.

Bu süreçte Türkiye iç sorunlarını hal yoluna koymaya çalışırken, dış politika gündeminden uzaklaşacak ve içine kapanacaktır. 

Bir noktaya kadar bu planın işlediği düşünülebilir. 

Mesela Suriye’de, Libya’da, Somali’de, Azerbaycan’da artık somutlaştığı için açığa çıkan adımları geçtiğimiz senelerde atabilseydik bugün ektiği fidanları kurutmamak ve yeşertmek için mesai harcamak yerine meyvelerini yiyebileceğimiz bir dönemi yaşıyor olacaktık belki de. 

Teşhis tedavinin ön şartıdır. Hastalığa sebep olan virüs böylece tanımlandıktan sonra yapılması gereken suni gündemlere takılmadan yola devam etmektir. 

Artık farkında olmamız gerekir; büyük adımlar atmak için hiçbir zaman öyle geniş geniş hazırlıklarımız olmayacak. İç sorunları günlük rutin, vakay-i adiyeden sıradan işler mesabesine indirgeyip adımlarımızı ona göre büyük büyük atmamız gerekecek.

Yoksa kabına sığmaz bir yaratılışa sahip biz Türkler daha büyük bir kaba erişemezsek, taşan su akıp gidecek enerjimiz heba olacak.

Exit mobile version