DEN’İ BİR HİLAKAT GARİBESİ

‘’ Tûtî-i mucize-gûyem ne desem lâf değil 

    Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil’’

Kulağa hoş gelen bu beyit Üstat Nefi’ye ait… 

Biraz eski Türkçeye vukufiyeti biraz da Nef’i ile münasebeti olanların zihninden  ‘’ tam da Nef’lik bir beyit’’ cümlesinin geçeceğine kaniyim.

Zira üstad-ı azam bu şiirinde de hicvetmekten geri durmamış…

Fakat bu sefer hicvin hedefinde elle tutulan, gözle görülen, kanlı canlı bir varlık yok…

Peki, hedefteki bu mücerret varlık kim?

Acaba üstat onu niçin hicvetti?

Doğrusu düşünmek gerek.

Gerçi o mücerret varlığı tanıyanlar, dosyasının da oldukça kabarık olduğunu bilirler…

Öyle ki, onun hileleriyle;

Kimi zaman kaf dağının doruklarında açan güzel kokulu mavi çiçeğin… 

Kimi zaman da vahşi ormanların izbe köşelerinde biten kırmızı şapkalı zehirli mantarların peşine düşeriz…

Ki neticesi belli…

Yolun sonu hüsran…

Nedense hüsrana uğradığımız o anda hatırlarız hakikati…

‘’Ben bile bile nasıl düştüm bu kahpe tuzağa’’ diyerek hayıflanırız…

Fakat bu esnada kulaklarımız bazı fısıltılar işitir: 

Kimi kulaklar  ‘’bir yolun sonu diğer yolun başlangıcıdır’’ telkinine…

Kimi kulaklar ise ‘’game over. welcome the end’’ fermanına…

Düçar olur.

Kim bilir belki de tüm bunlar hakikate müncer olma veyahut batılda helak olma serüvenimizin bir paresi…

Zannediyorum artık bu mücerret varlığın kim olduğunu tahmin etmek kolay olsa gerek…

Çerhtir, felektir, dünyadır bunun adı, kardeşim…

Bizi;

Sülük gibi emen…

İliğimizi kemiren…

Mihnetiyle yoran…

Neşesiyle bozan…

Âyînesi kirli…

Mazisi asi…

Den’i bir hilkat garibesi…

Exit mobile version