Bitkileri hepimiz biliriz.
Tıbbi bitki kavramı insan sağlığı açısından çok daha önemli.
Doğrudan veya bitkinin çeşitli kısımlarının alınmasıyla elde edilen etken maddelerin, dâhilen veya haricen kullanılmasıyla tedavi yapılan bitkileri TBBİ BİTKİ olarak tanımlayabiliriz.
Bitkilerden sentezlenen kimyasal maddeler vücutta bir takım fizyolojik, farmakolojik değişikliklere yol açıyor ve hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılıyor.
Dünyada 1 milyon adet bitki türü olduğu düşünülüyor.
Bunların 500 bin tanesinin tespiti yapılmış durumda.
Dünya Sağlık örgütüne göre, 21 bin bitki türü ilaç sanayinde kullanılıyor.
Türkiye’de 12 bin bitki türü var. Bu rakam Avrupa’dan bile fazla.
Türkiye’deki bitki türlerinin 500 adedi tıbbi amaçlarla kullanılabiliyor. En çok Ege ve Akdeniz’de yetiştiriliyor.
Tarihte 4 önemli şahsiyet tıbbi bitkilerle çok ilgilenmiş.
Dioscorides, Adana Kozan’ın kuzeyinde Anavarza bölgesinde doğmuş. “De Materia Medica” adlı 5 ciltlik muhteşem bir botanik eseri bulunuyor.
Galen, İzmir Begama’da doğmuş. Yazdığı 83 tane tedavi metodu günümüze kadar gelmiş. Eczacılıkta sıkça söylediğimiz “Galenik Preperat” deyimi Galen’den geliyor.
İbn-i Sina, Buharalı Türk ve Müslüman bir bilim adamı. Batıda Avicenna ismi ile biliniyor. “Şifa ve Kanun Fit Tıb” eseri yüzyıllarca batıda tıp fakültelerinde okutulmuş. 785 adet Drogun tarifini vermiş.
Ziyaeddin İbni El Baytar, Anadolu ve Avrupa’nın çoğunu gezerek bitki çeşitliliğini tespit etmiş. “Müfredat-ı İbni baytar Fit Tıp” isimli eseri bu alanda meşhur.
Tıbbi ve aromatik bitki satışında dünya pazarı 2017’de 110 milyar dolar.
Aynı yıl Türkiye’de bu pazar 2, 5 milyar lira olmuş. Büyük rakamlar.
İşin başında bazı kavramların tanımlarını yapalım ki, sözlerimiz net anlaşılsın.
Drog: Bitkilerin çiçek, meyve, yaprak gibi çeşitli kısımlarının tedavi amacıyla kullanılan, kurutulan ve/veya parçalanmış olarak saklanan bölümleridir.
Droglar Officinal (Resmi) ve Officinal olmayan (Resmi olmayan) olmak üzere ikiye ayrılıyor.
Officinal droglar, ülkenin bu konuda resmi kitabı olan farmokopelerde yer alan ve kullanılan droglardır.
Officinal olmayan droglar ise, halk arasında kullanılan ama resmi olarak kayıt altına alınmamış droglardır.
Fitoterapi: Bitkilerle yapılan tedavi yöntemine verilen isimdir.
Tıbbi bitkilerin morfolojik (görünüm) açısından bazı bölümleri vardır.
Mesela,
Folia: Yaprak demek. Nane, adaçayı, melisa, oğulotu yaprakları kullanılır.
Flores: Çiçek demek. Hatmi, papatya ve lavanta çiçekleri vardır.
Fructus: Meyve demek. Kuşburnu, kimyon, anason ve kişniş meyveleri ile kullanılır.
Semen: Tohum demek. Keten ve çemen tohumları ile kullanılır.
Radix: Kök anlamındadır. Meyan kökü, ayrıkotu, kedi otu kökleri ile kullanılır
Tuber: Yumru demek. Salep bu şekilde kullanılır.
Bulb: Soğan demek. Sarımsak, soğanın bu kesimleri kullanılır.
Herba: Genel olarak ot demek. Hindiba, demir dikenin bu bölümleri ile kullanılır.
Bitki kimyası dediğimiz şey aslında Drogların yapısını inceler.
Droglarda oldukça fazla miktarda su vardır.
Yapraklarda %70-90, çiçeklerde %80-95, meyvelerde %85, odun kısımlarda %40-50 oranında su bulunur.
Drogların bu sulu yerlerinin dışında kuru madde taşıyan bölümleri de vardır.
Karbonhidratlar, uçucu yağlar, glikozitler, alkaloitler, organik asitler (okzalik asit, fumarik asit), pektinler, reçineler, katran, lipit, latex, zamk, müsliaj gibi maddeler hep bu katı sınıfa giriyor.
Şu şekilde de ifade edebiliriz. Bitkiler büyüme ve gelişmeleri sırasında çeşitli bazı bileşikler de üretirler. Bu bileşiklerin bitkinin kendi iç ihtiyaç listesi açısından doğrudan işlevi yoktur. Bunlara sekonder metabolitler diyoruz.
İşte TIBBİ VE AROMATİK BİTKİLERDE işimize yarayan ve tedavide kullanılan kısımlar da bunlardır.
Bu sekonder metabolitler, yaprakta, kökte, çiçekte, gövde de veya başka bir yerde bulunabilir.
Bunlar yüzyıllardan beridir tespit edilmiş durumdadır ve o bölümlerden alınarak ilaç olarak kullanılırlar.
Bunların o bölümlerden eczacılık teknikleri ile nasıl alınıp kullanıma hazır hale getirildiği konusuna burada girmeyeceğim.
Üzerinde çokça söz edilen, halk arasında konuşulan etkilerden hep bu sekonder maddeler sorumlu.
Bunları 3 temel gruba ayırabiliriz.
TERPENLER, FENOLİK BİLEŞİKLER, AZOTLU BİLEŞİKLER
TERPENLER: Terpenoidler de deniliyor. Bunlar 5 karbonlu izopren birimlerinin birleşmesi ile oluşuyor. Buradaki kimyasal terimleri kafanıza takmayın. Onlar detay konu.
Çoğu bitkilerde kendine özgü koku veren uçucu yağları monoterpenler ve seskiterpenler sağlıyor. Nane, Reyhan, Limon ve Adaçayı gibi bitkilerdeki özel koku ve uçucu yağlar işte bu terpen yapısından oluşuyor.
Kısaca aromatik uçucu yağ denince aklınıza Terpen maddesi gelsin.
Glikozitler, bu terpen grubundan triterpen yapıya şeker bağlı bileşiklerdir. Digitalis (Yüksük otu) bitkisinden elde edilen glikozidler, kalp kasını yavaşlatır ve güçlendirir. Yine söğüt kabuğundan elde edilen Salisin, aspirinin maddesi olarak bir glikozittir.
Saponinler, yine triterpen yapıda ama suda sabun veya deterjan gibi köpürürler. Meyan kökü, Çuha çiçeği, Ginseng ve Çöven saponin içeriklidir.
FENOLİK BİLEŞİKLER: Yapısında bir Fenol grubu bulunan bileşiklerdir. Daha önce söylediğim gibi, detay kimyasal yapıyı buraya almıyorum, konumuz da değil.
Bunlar ağızda buruk bir tat bırakırlar. Meyve ve sebzelerde az miktarda bulunurlar.
Flavanoitler, bitkisel fenoliklerin en büyük grubudur. Güçlü birer antioksidan olarak, hücreleri antiradiklallere karşı korurlar. Bakteri ve virüslerin çoğalmasını engeller. Kanser ve kalp krizine karşı direnç sağlarlar.
Bitkilerin sarı, turuncu, bordo, kırmızı renklerini bu fenolik flavanoit bileşikler verir.
Antosiyanlar, flavanoit türünden fenolik bileşiklerdendir. Güçlü antioksidan ve kalp koruyucu etkileri bulunur. Karaciğer yağlanmasına ve diabete iyi geldiği yönünde araştırmalar vardır. Meyveye kırmızı ve mor rengi bu antosiyanlar verir. Kırmızı lahana, domates, elma, kırmızı turp, havuç, patates, soğan, patlıcan, kırmızı pancar, ahududu, yaban mersini, siyah pirinç yapılarında bunları bulundurur.
Tanenler, tannik asit olarak da bilinir ve fenolik bileşikler sınıfındadır. Bunlar mukozayı ve damarları büzücü etki gösterir. Bademcik, farenjit, basur ve bazı cilt hastalıklarında kullanılırlar çokça. Bunların ayrıca antioksidan ve antimikrobiyal etkileri üzerinde de çalışmalar bulumaktadır.
Sumak, okaliptus, çay, kahve, çikolatada bolca tanen vardır.
ALKALOİTLER: Azot içeren, ortamı alkali hale getirmesinden ötürü alkalin yapısında olan maddelerdir. Bağımlılık yapıcı özelliktedirler.
Kokain, eroin, tütün, kahve, çay gibi bitkilerde bulunurlar.
Göz operasyonlarında çokça damar genişletici olarak kullanılan Atropin, damar daraltıcı olarak verilen Pilokarpin, kanserde kullanılan vinblastin ve vinkristin, sıtmada kullanılan Kinin hep birer alkoloittir.
Kafein ve tein, teofilin, teobormin çay içinde bulunan alkaloit yapıda maddelerdir. . Bunlar uyarıcı ve nefes açıcı olarak etki gösterirler.
Tütün maddesi olarak nikotin de bir alakaloittir.
Tıbbi ve Aromatik bitkilerin bu etkilerinin nereden geldiğini kısaca özetlemeye çalıştım.
Bir söz var çok güzel: “Gıdanız ilacınız olsun, ilacınız da gıdanız olsun”
Dikkat ederseniz verdiğim bir çok örnekte, tıbbi ve aromatik bitkilerin içindeki maddeler zaten soframızda kullandığımız bir çok besin maddesinin içinde var.
Bu çok önemli bir fırsat.
Belki de bütüncül koruyucu tıp anlayışı ile, hekim dahil bir çok sağlık branşının bir araya gelerek bu alanı yeni ve farklı bir anlayışla doldurup, önce beslenme bilinci, sonrasında ise hastalıklardan korunma bilgi ve bilinci oluşturmalıyız.
Yemekleri sadece geleneksel sofra anlayışı ile değil, tıbbi bir bakışla yeniden gelecek nesillere bir alışkanlık bırakacak şekilde oluşturmalıyız.
Tıbbi ve aromatik bitkilerin halk arasında veya sağlıkçı olmayan kişilerin rehberliğinde kullanımına karşı çıkıyoruz.
Bunun sebebi, bu maddelerin hangi hastalıkta, hangi dozda ve ne kadar kullanılacağına dair bilimsel çalışmaların yapılmamış olması.
Bu kuralları yerine getiren ilaçlar neler peki?
Sentetik ilaçlar. Bu ilaçları ise, büyük sermaye ve insan gücüne sahip çok uluslu ilaç şirketleri üretiyor.
Yıllardan beridir, bir ilacın piyasaya sürülmesi için gerekli olan, bazen onlarca yıl süren ve milyonlarca dolarlık masrafı, güçlü firmalar karşılayabiliyorlar.
Fitoterapi dediğimiz kavram, üniversitelerin kıyıda köşede çok sınırlı şekilde yer verdiği bir şey olacak kadar değersiz bir alan değil.
Fitoterapi, “meraklı ve iyi niyetli ” bazı hekimlerin bu konuda şahsi araştırmaları ile bilgi sahibi olacakları bir alan hiç değil.
Zaten sadece bitkiler olsun diyen de olmaz. İlaç hem doğal hem sentetik olarak geliştirilen bir maddedir.
FİTOTERAPİ ALTERNATİF TIBBIN BİR ALANI DEĞİL, TIBBIN KENDİSİNDEN BİR PARÇADIR.
ilkesini benimsersek ilk adımı atmış oluruz bireysel zihin dünyamızda.
Selam ve dua ile…