GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SAVUNMA SANAYİMİZ  

Epey zamandan beridir kılıç-kalkan savaşları yerini gelişmiş mitralyözlere bırakmış görünüyor. Kemiyetin keyfiyet kadar önemli olmadığı bir çağda yaşıyoruz. Savaşlarda yüz bin askerin yapamadığını nitelikli bir kişinin geliştirmiş olduğu silah pekâlâ yapılabilmektedir. Devletlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için askerî açıdan güçlü olmaları gerekir. Bu nedenle her devlet AR-GE(Araştırma ve geliştirme) birimlerine gelirlerinden yüksek meblağ ayırmıştır. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisin de karşılığını bulan piramidin temel ihtiyaçlardan sonra en önemlisi güvenliktir. İnsanı tehlikelerden koruyacak bir mesken, huzurla içilen sıcacık bir çorba, minarelerden günde beş vakit okunan ezan, kaldırım taşlarında oturan yaşlı teyzeler, amcalar, dışarıda özgürce oynayan çocuklar, hiçbir kaygı duymayan gençler, “domates, biber” diye bağıran pazarcılar, hayatın akışı içerisinde yapılan etkinlikler ve daha fazlası güvenlik ihtiyacının bir tezahürü olarak çıkar karşımıza. Vatanımızın elden çıkması bir bakıma birçok kutsal değerlerimizin de elden çıkmasını ya da yaşanmasını zorlaştırabilir. Güvenlik ihtiyacı karşılanmamış birey ya da toplumların hür iradesinden, insanlık onurundan söz edemeyiz. Nitekim paramparça olmuş devletlerde ya da devletçiklerde yaşanan vahim hadiseler güvenlik metaforuyla insanlık onurunun kaderini birbirine zorunlu kılar. Ülkelerin savunma gücü arttığı nispette diplomatik gücüde bir o kadar artacaktır. Masaya yumruğunuzu vurmanın yolu sahaya yumruğunuzu vurmaktan geçer. Özellikle de jeopolitik ve jeostratejik açıdan özel bir konumda bulunan ülkemiz için güvenlik çok daha fazla bir önem arz eder. Ancak gücün savaş için değil aksine barış için istenmesi son derece önemlidir.

“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felâh

Hazır ol cenge eğer istersen sulh u selah”

 

Esasen savunma sanayisinin amacının salt güvenlik olmadığı başta ekonomi olmak üzere birçok bileşenin olduğunu da unutmamak gerekir. Silah ve askeri teçhizatla ilgili teknolojinin ileri düzeyde yapılması domino etkisiyle diğer teknoloji araçlarının özellikle de katma değerli ürünlerin üretimine de uzun vadede katkı sunacaktır. Ülkemiz açısından güvenliğe ayrılan ekonomik kaynağın fazla oluşu bazı eleştirilere neden olsa da Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, sınırlarımızın güvenli olmaması, kırk yıldan fazladır terörle yapılan mücadele bu noktada yapılan eleştirilerin yersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki 2007 Dünya Bankası verilere göre Türkiye, ABD’nin ve Çin’in başı çektiği ülkeler içerisinde silaha ayırdığı kaynak açısından 17. sırada yer almaktadır. Ülkelerin gayri safi milli hasılasına göre ölçülen bu değerlendirme bugün artık neredeyse yüzde seksen yerli üretime geçen ülkemiz için silah alımı daha az masrafa mal olduğu gibi ürettiğimiz bazı savunma sistemleri sayesinde ekonomimize olumlu bir katkıda da sunmaktadır. Silah ithalatında alım gücü paritesi yüksek olan ülkelerin daha az etkilenmesinin sebebi gayri safi milli hasıladan aldıkları payın fazla oluşuyla ilgili bir durumdur. Yani güçlü bir ekonomiye sahipseniz silah alımından etkilenme oranınız milimize düzeydedir.

Düşmanı bertaraf etmekten mülhemle “savunma sanayi” diye tesmiye ettiğimiz yapının içerisinde:[1](Sezgin, 2004, s.6) Havacılık ve uzay sanayi,  tanklar, zırhlı araçlar ve aksamı üretim sanayi, gemi inşa sanayi,  askeri elektronik ve mekatronik sanayi, optik ve elektro-optik sanayi, motorlu araç sanayi, hafif ve ağır silah sanayi, roket ve füze sistemleri üretim sanayi, mühimmat, patlayıcı maddeler ve kimya sanayi.” gibi ürünler yer alır.

Bu kadar geniş bir yelpazeye sahip savunma sanayiinin ülkemizde geçmişten günümüze ne durumda olduğuna bir bakalım. Osmanlının yükselme döneminde tamamen yerli imkânlarla üretilmiş top ve savaş gemileri “Tophane-i Hümayun” imparatorlukta silah sanayiinin temelini oluşturmuştur. Burada bir defada 1060 top döküm ve ayda 360 kg barut üretilmiştir. Tophane-i Hümayun” 1921 yılında Askeri Fabrikaları Umum Müdürlüğü” haline dönüştürülmüştür. Türk havacılık sanayii faaliyetleri 1926 yılında Tayyare ve Motor Türk A.Ş kuruluşu ile başlamıştır. 1930’lu yıllarda İstanbul’da Nuri Killigil tesisleri ilk özel firmalar arasında yer almıştır. 1940 yılında Nuri Demirağ uçak fabrikası tarafından NUD-36 eğitim uçağı 24 adet imal edilmiştir. 1944 yılında NUD-38 altı kişilik yolcu uçağı üretilmiştir. 1941 yılında Ankara’da kurulan uçak fabrikası ise havacılık sanayiinde ilk büyük girişim olarak kabul edilmiştir. 1944 yılında üretime başlayan fabrikada çok sayıda eğitim uçağı, nakliye uçağı ve planör üretimi gerçekleşmiştir. 1945 yılında ise Ankara’da ilk uçak motoru fabrikası kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde milli bir savunma sanayiinin tesisi hedefine yönelik gerçekleştirilen girişimlere rağmen İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından sağlanan hibe ve yardımlarla henüz kuruluş aşamasında bulunan savunma sanayiimizin gelişmesi durmuştur.[2]

Savunma Sanayii Başkanlığının sitesinden aldığımız savunma sanayiinin tarihçenin günümüze kadarki serencamını daha ayrıntılı olarak orada bulabilirsiniz. Ancak Osmanlı İmparatorluğunun yükselme döneminde top ve savaş gemileri üreten “Tophane-i Hümayun” daha sonraki süreçte İmparatorluğu’nun her alanda gerilemesiyle istenen seviyeye ulaşılamadığını belirtmemiz gerekir. Osmanlıdan Cumhuriyete tevarüs eden kazanımlarımız arasında askeri teknolojik birikimiz neredeyse yok gibidir. Cumhuriyet döneminin başlarında ise savaştan yeni çıkmış ve her türlü imkândan yoksun olmamıza rağmen kıt kanaat imkânlarla 1926 yılında Tayyare ve Motor Türk A.Ş’ni, 1941 de ise Ankara’da uçak fabrikası kurabilmiştir. 1940’lı yıllarda Özel teşebbüsle de eğitim ve yolcu uçağı üretebilmişiz. Ancak Savunma Sanayii Başkanlığının sitesinde yer alan bilgiye göre daha sonraları özellikle İngiltere ve ABD tarafından sağlanan hibe ve yardımlarla savunma sanayiimizin gelişmesi durmuştur. Yabancıların askeri stratejilerinin bir ürünü olan yardım ve hibe ile maalesef bizi yıllarca ataletin kucağına atmayı başarabilmişlerdir. Yardım ve hibe altında bu sinsi fikirleri ne yazık ki sadece askeri alanda kalmamış tarım, sağlık, eğitim gibi tüm sektörlerde de devam ettirilmiştir. Bazen de bizi bizden daha fazla düşünen Batı! Bizlere üretim yapmanın çok maliyetli olduğunu bu yüzden pekâlâ istediklerini verebilecekleri söylemişlerdir. Politik bir zekâya malik bu kafanın söylemleri sadece bizde değil tüm İslam âleminde de bir şekilde karşılık bulmuştur. Bir vesile ile gittiğim Sudi Arabistan’da Mekke ve Medine arasında geniş boş sahraları görünce yıllardır orada yaşayan birine sormuştum:

“Bu kadar geniş araziler neden ekili değil?”

Arkadaşımın verdiği cevap ilginç:

“Hocam buralar 1950’li yıllara kadar tahıl ambarıydı. Ancak daha sonra yabancılar burada yaşayanlara tahıl ekiminin pahalıya mal olduğunu, bizden aldıkları takdirde mazota, gübreye para harcamayacakları için daha ucuza alacaklarını ayrıca da hiçbir zahmete de katlanmayacaklarını” söylediler. Dostum kendi düşüncesini de eklemeyi unutmadı. “Bu telkinler kabul görmüş ki bugün bu topraklarda iğneden ipliğe her şey dışarıdan geliyor.”

Hakikaten de oraların çarşı pazarında gezindiğimde bir tek yerli ürüne rastlamadığımı ifade etmeliyim. Cumhuriyet döneminin başlarında savunma sanayiinde başlayan iyi niyetli çalışmaların inkıtaa uğramasını sadece bize verilen yardımlara bağlamanın da doğru olmadığını arkasında daha başka nedenlerinde olduğu kanaatindeyim. Aşağıdaki satırlarda savunma sanayiinde öncülerimiz olan bazı şahısların başına gelenleri okudukça eminim sizlerde bana hak vereceksiniz.

Devamı yarın

 

[1] Güneş Engin, Savunma Sanayiinin Millileştirilmesinin Önemi,

[2] https://www.ssb.gov.tr

Exit mobile version