ABD’de 1971 yılında insanlar yeterli ölçüde beslenemediklerinden şikayetle sokaklarda
yürümeye gösteri yapmaya başladılar.
Bunun üzerine Başkan Nickson buna bir çare bulun demiş.
Ve Nişasta bazlı şeker veya mısır şurubu şekeri denilen maddeyi keşfettiler.
Öyle ki , 1 kg mısır şurubu eklenen suyun tatlılık hissi ile , 22,4 kg toz şeker eklenen suyun
tatlılık hissinin aynı olduğu söylendi.
Bu şekerle yapılan gıdaların maliyet açısından birden çok ucuzlaması bu yönde ki
çalışmaların hızlanmasına yol açtı.
Böylece sağlık açısından o tarihlerde neleri götüreceği hesap edilmeden , araştırmalar
yapılmadan ( yapıldı ise de saklandı ) , büyük bir endüstri inşa edildi. İnsanlar artık ağızlarını
daha çok tatlandırıken , vücutlarına da kanser başta olmak üzere bir çok hastalığın kodlarını
kendi elleriyle yerleştirmeye başladılar.
Prof.Dr.Canan Karatay’a göre , ABD’de 2015 yılında yapılan bir çalışmada mısır şurubu
şekerinin , beyaz şekerden 7 kat daha fazla karaciğer yağlanması yaptığı tespit edilmiş.
Rockefeller ailesinin kurduğu Aile Vakfına danışmanlık yapan , bir zamanların ABD Dışişleri
Bakanı Henry Kissinger bir demecinde , bir ülkeyi yönetmek istiyorsanız petrol kaynaklarını ,
insanlarını ele geçirmek istiyorsanız gıdaları kontrol edeceksiniz demişti.
2008 Mart ayında, Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum
Deposu” adı verilen bir ambar kuruldu.
Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından
yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor.
Dünyanın neredeyse her bölgesinden orijinal tohumlar toplanıp buraya numuneleri
getiriliyor.
Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar
1000 yıl kadar bozulmadan kalabileceği söyleniyor.
Nükleer saldırılara, patlamalara ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna ‘kıyamet
tohum deposu’ da deniyor.
Görünür amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya
iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.
Bu verilere bakarsak her şey gayet iyi niyetli duruyor.
Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili
dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin
bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor.
Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont/Pioneer Hi-
Bred! Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto! İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları
şirketi Syngenta!
1970’lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla ‘Yeşil Devrim’ diye bilinen tohumda gen
devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek
üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya
üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya
saklıyor.
Özetle iddia bu. Bu iddia ne derece gerçekçi bilmem ama ,
Dünyaya hakim olan 4 endüstri var :
Finans Endüstrisi
Gıda Endüstrisi
Silah Endüstrisi
İlaç Endüstrisi
Bu 4 endüstriyi kontrol edenler genellikle aynı dev güçler.
Yani insan önce zarar veriyorlar, sonra o zararın ilacını da kendileri veriyorlar. Başka
alternatiflerin oluşmasına da müsaade etmiyorlar.
Buna yönelik siyasi,sosyal veya bilimsel hiçbir oluşumun , finans kaynaklarını elinde tutan bu
güçlerin karşısında tutunma şansı yok.
1980’de Eavngelist Regan ABD’ de başkan oldu. Seçilir seçilmez, ekonomik gerekçeleri öne
sürerek , kendisi gibi düşünmeyen sol görüşe yakın üniversitelerin bütçelerini kısıtladı.
Parası kalmayan üniversitelerin bilimsel araştırmalarda imdadına ilaç şirketleri yetişti.
Üniversite – İlaç Endüstrisi işbirliği şeklindeki yapının önü açıldı. Bu durum ilkesel olarak çok
mantıklı. Yalnız bilime maddi destek sağlayan grupların niyetleri , kendi yaptıkları şeylere
bilimin yalancı şahitlik yapmasını sağlamaktı şeklinde dillendirilen çok güçlü iddialar var.
Adamlar şu basit bilimsel konuyu çok iyi değerlendirdiler. İnsan vücudunda sadece 1 tane
dolaşım sistemi var. Bu dolaşımdaki kan göze de, ayak tırnağına da aynı kanı taşıyor. Bu kanın
içinde hücrelere girmesi gereken hayati ve doğru maddeler gıdalar ile sağlanabiliyor. Doğru
ve doğal gıdalar ile beslenen bir vücudun içinde, hücreleri besleyen kandaki maddeler
yaratılış kodlarına uygun olması gereken besinler oluyor.
Diğerleri ise , zararlı ve şaibeli maddeler oldukları için , girdikleri hücrelerin yapılarını
bozuyor , genetiklerinde farklılaşmalar yapıyor, sonuçta kanser başta olmak üzere bir çok
sıkıntı ile baş başa bırakabiliyor.
İşte bu temel sistemi çok iyi değerlendiriyorlar. Genetiği ile oynanmış gıdalar, mısır şurubu
şekerleri, zehirli katkı maddeleri ve daha niceleri, elde edilmesi ekonomik olarak kolay ,
maliyeti az , kar oranı yüksek ve aynı zamanda insanları hasta edip , bir diğer kanada muhtaç
edip , ilaç endüstrisi elinde ömür boyu müşteri haline getirmek. Ortada dönen film bunu
çağrıştırıyor.
İnsanların sağlıklı kalması için önerilen temel hususlardan biri de dişlerini temizlemeleridir.
Bunun için de fırçalamak gerekir. Diş macunlarında kullanılan floridlerin farelerde bile
ölümcül etkiler yapabildiğine dair yazılıp çizilen şeyler okuyoruz. Diğer sakıncalı bazı katkı
maddeleri ile birlikte düşünürsek , bu küresel güçlerin şirketlerinin ürettikleri diş macunları
bile aslında bizi hasta edip , diğer sektöre yani ilaca müşteri etmeyi planlıyor olabilir.
Zaten ilaçların , özellikle kanser de dahil olmak üzere kronik hastalıkların tamamında
kullanılırken , tedavi edici değil hayat boyu alıcı olarak kullanılıyor oluşu sanki bu teorileri
destekliyor gibi.
Mesela hayat kurtaran bir işlem gibi sunulan kemoterapinin , aslında vücudun bağışıklık
sistemini de çökerttiğini , çöken bağışıklık sisteminin kansere en büyük zemin olduğunu
bilmeyen sağlıkçı yoktur sanırım.
Peki bu büyük devler , dünya insanlarını bu şekilde zehirlerken , kendi ülkelerinin insanlarına
çok mu sağlık veriyorlar ? Nedir bunların amacı ? İşin bundan sonraki kısmı sağlıkla ilgili
olmadığı için burada keselim. Sadece şu notu vereyim : Nüfusu 317 milyon olan ABD ‘de 55
milyon insan fiilen aç ve ücretsiz dağıtılan çorba sırasına girerek hayatta kalmaya çalışıyor.
Biz ülkemizi ve milletimizi korumak için kendi yağımızla kavrulmak , kendi gıdalarımızı
üretmek , kendi ilaçlarımızı keşfetmek zorundayız.
Gerçek sağlığın ve doğal gıdanın en temel insan hakkı olduğu bilinci ile sıhhatli günler
dileklerimle…