Geçtiğimiz günlerde 18 yaşındaki Furkan Celep’in intiharıyla sarsıldık, üzüldük, hem de çok.
İntihar öncesi yayınladığı mektubu okuyunca böyle bir insan neden intihar eder diye düşünsekte, mektubun satır aralarında nasıl bir boşlukta olduğunu anlamak hiçte zor değil.
İntihar edenlerin çok farklı nedenleri var. Gördüğüm anladığım şu ki, bu sürece gelenler genelde öyle anlık bir kararla bunu yapmıyorlar. Bardak doluyor, doluyor ve taşıyor.
Bir radyo programında bir psikologdan dinlemiştim. Bir bayan hastası varmış. Bu bayanın yakınları nasıl olup da onun psikologluk olduğuna hayret ederlermiş. Çünkü herkesle güzel geçinir, kimseye hayır demez, kimseyi üzmezmiş. İşin burasında psikolog devreye giriyor ve işte asıl sorun burada diyor. Hep verici, hep verici olup idare ede ede, bir yerden sonra bardak taşıyor. Ve yerine göre hayır demeyi, yerine göre hak edene hak ettiği cevabı vermeyi vs. önemsemeği vurgulamıştı programında.
Furkan’ın yaşadığı süreçte bir anda olmuş değil. Görünüşte aklı başında, ne yaptığını bilen biri gibi olsa da; aklı başında, kalbi yerinde bir kimse intihar etmez, edemez. Yaşadığımız coğrafya da aklı baştan, kalbi yerinden uçuran birçok etken var. Dizilerin verdiği hayat tarzı özentisi, biyolojik faktörler, yanlış anne baba tutumu, imani zaaf gibi önemli hususları saysak da bunları uzun uzadıya burada ifade etmek bu yazının konusu değil. Şu var ki; İntihar edenlerin ortak paydası MUTSUZLUK, TATMİNSİZLİK. diyebiliriz. Evet bu durumda olanların mutlaka psikojik bir rahatsızlıklarının olması da gerekmiyor. Öyle ki çok kimsenin hayalinde, hatta hayale dahi gelmeyen bir hayatları, imkânları olsa da, evet mutsuz olunabiliyor.
Ford arabalarının oğlunun hikâyesi de buna önemli bir örnek. O da intihar etmiş. Hem de maddi servet olarak elde edebileceği her şeyi varken. Yazdığı mektupta şunu söylemiş. “Hayatta her şeyi tattım bir tek ölüm kaldı.”
Evet sizin ahiret hayatına yönelik bir düşünceniz, imanınız yoksa, bu dünya gerçekten ama gerçekten anlamsızdır. Tadıyorsunuz, doyamıyorsunuz. Hem sizin ömrünüz kısa, hem nimetlerin. Ve dahi zalimin zulmüyle, mazlumun zilletiyle gittiği bir dünya burası. İyilerin de kötülerin de toprakta bir olduğu bir dünya bu dünya. Ahiret ile hakiki adalet, hakiki rahmet tahakkuk edecek.
Anlık tanıştığım ve her şeyi para olarak gören birisine sözün bir yerinde yeri geldiği için sormuştum “ Ne için yaşıyorsun? ” diye. “Çocuklarım için” demişti. “İyi de herkes çocukları için yaşasa kimse kendisi için yaşamayacak mı? Ya da çocukları olmayanlar ne yapacak, yaşama gerekçeleri olmayacak mı? “deyince sustu kaldı. Tabi arkasından insanın hayat gayesini de ifade etmeye çalıştım.
Hayat bize bahşedilmiştir. Bu hayatın sahibi biz değiliz. Vücudumuzun da sahibi değiliz.
Bir yerel tv’de zamanın birinde bir yarışmaya katılmıştım, yarışmada vücudumuzun en büyük organını sordular. Şıklarda; Beyin, akciğer, karaciğer ve kalp vardı. Bilemedim, meğersem karaciğermiş. Daha bu organımın ebat olarak en büyük organ olduğunu dahi bilmiyorum. Ne bileceğim ben var etmedim ki. En fazla öğrenebilirdim, yarışmada öğrendim. Nerede kalmış karaciğerin 400 civarı var olduğu söylenen görevlerini bileceğim ve bunları idare ve sevk eden ben olacağım! Yani biz kendimizin değiliz. Bütün vücut azalarımız, hayatımız, duygularımız her şeyimiz bize verilmiş… Evet imtihan ediliyoruz. Hayvan ve melek ortasında ve ikisinde de bulunan özelliklerin karışımı olarak bu dünyaya gönderilmişiz. Bu noktada kullanma kılavuzumuz olan Kur’an ile o kılavuzu bize tarif ile tatbikini öğreten Hz. Muhammed (sav) ile bu hayatın anlamı, gayesi tahakkuk eder. Yoksa benim hayatım, benim bedenim, özgürlük, hürriyet vs. diyerek sanki hayatımızın bütün sahibi bizmişiz gibi davranamayız. Rabbimiz hepimize ayrı yarı mühür vermiş. Şahsa özel yaratılmışız. Parmak izinden, gözdeki irise kadar. Hatta dna’lara kadar.
Rabbimizin varlığına, birliğine delillerden biri de insanın sadece ve sadece Allah ile tatmin olacağıdır. Nitekim bunu Kur’an bize Ra’d suresinde şöyle açıklar : Kalpler ancak Allah’ın zikriyle (onun rızasıyla) tatmin olur. Ra’d-28.
Evet, ne güzel arabalar, ne güzel yemekler, tatiller, hayran kitlesi, alkışlar şu fani insanı tatmin etmiyor, etmez, etmeyecek. Çünkü kapasite çok yüksek. Sonsuz istekleri sonlu olan dünya tatmin edebilir mi? Balina havuz için olabilir mi? Tatmaya gelmişiz bu dünyaya, doymağa değil. Her birisinin ayrı ayrı keyfi, ideolojisi, kişiliği vs. olan insan tiplerini tek tek razı etmek onlar tarafından sevilmek için gelmemişiz. Dünyanın bütün yüklerini bu aciz ruhumuza yüklemek için de değil. Bizi seven Allah için seviyorsa sevsin, yoksa sevgisine ihtiyacımız yoktur. Bize kızan da Allah için kızsın. Yoksa şahsi kızmaların da bir ehemmiyeti yoktur. Bunları kafaya takıp hayatına son veren nice kimseler var.
Evet Allah’ı tanıyan ve bilen nihayetsiz saadete, nurlara, sırlara güzelliklere mazhardır. Onu hakiki tanımayan, sevmeyen de bir çok evhama, hastalıklara müpteladır. Bu dünya yalnız ve yalnız Allah ile Hz. Muhammed (sav) ile, Ahiret inancı ile anlam bulabilir. Yoksa geçmişimiz bir rüya, geleceğimiz bir hayal iken, yaşadığımızı zannettiğimiz şu an, şu şimdiki zaman mı bizi tatmin edecek. Hayır, hayır edemez. Bu hayatın gayesi yine kitâbımızda, Asır suresinde şöyle ifade edilir. “ Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (hayırlı, yerinde ameller) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”
Evet hayat budur. İman ve salih amel üzere olmak ve bu yolda hakkı ve sabrı tavsiye ile hak yolda sabretmek. İbadetlere sabretmek, günah işlememek için sabretmek, musibetlere karşı sabır göstermek.
Zira bu dünya bir misafirhanedir, İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir. Kısa bir zamanda uzun bir ebedi hayatın levazımatını tedarik etmekle mükelleftir. Bu da kulluktur.
Yazımızın sonunda Furkan’a rahmetler diliyorum. Rabbim taksiratını affetsin. Cana kıymak büyük günahlardan. Artık hesabı Rabbimize aittir.
Furkan’ın daha önce intihar edenlerin videolarından da etkilendiğini söylüyor ailesi. Bu gibi videolara karşı yetkililerin yapacağı bir şeyler olsa gerek. Çünkü hayra hizmet etmiyor. Rabbim cümlemizi, neslimizi böyle sonlardan muhafaza eylesin… Çok çalışmalı, imanın dünya ve ahiret saadetine vesile olduğunu yaşamalı ve yaşatmalıyız.