Kim rahat: Çalışan mı, boş duran mı?

Sıkıntı, sefahatin hocasıdır derler. Bunun öyle olup olmadığını anlamak için sıkıntının kaynağına bakmak gerekir. 

Bir kısım sıkıntı afakidir, insanın dışında gelişip insanı çepeçevre sarar. Bir kısmı ise enfüsidir.  Hâlbuki afaki olan sıkıntı, dert, zorluk gelişmenin anahtarıdır aynı zamanda. Bir ihtiyacın giderilmesi, hayatın devamı sorunu gibi zorluklar olmasaydı zannederim insan ve dünyanın gelişimi bu kadar hızlı olmazdı. Söz gelimi hastalık sebebiyle ölümler olmasa kim derdi ki bir aşı bulayım, kimse grip olmasın. 

Enfüsi olan sıkıntı ise insanın boş kalması, tembelliği, ataleti neticesi ortaya çıkar, için için insanı yer bitirir. 

İnsanlık tarihi, sıkıntıya maruz kalması ve sıkıntıyı aşma gayreti arasında yaşananlardan çıkmıştır desek çok da yanlış olmaz aslında.

Avcı ve toplayıcı toplumda insan kendisine verilene sıkı sıkıya bağlıydı. Bu bağlılık ekolojik koşullar ve beslenme çeşitliliği dahil pek çok alanı kapsıyordu. İnsanlık tarihi açısından avcı ve toplayıcı toplum en rahat döneme işaret eder. Bu dönemde insan bulduğu meyve/sebzeyi yiyor, yakaladığı hayvanı avlıyordu. Sonrasında insanoğlu nüfusun artması, tüketilecek hazır gıdanın azalmasıyla iktisat ilmini doğuran acı gerçekle yüzleşti; sınırlı imkânlarla maksimum ihtiyacın giderilmesi sorunu.  İnsanoğlu için sıkıntı bu noktada başladı diyebiliriz. 

İşte burada yol ikileşiyor. İnsanoğlu ya sıkıntı sebebiyle sefahata yönelip, sıkıntıyı yok sayarak hayatına devam etmeye çalışacak ya da sıkıntıyı aşmak için yol arayacaktır. İktisadi gelişme tarihi insanoğlunun mücadeleyi seçmesi neticesinde ivme kazanmıştır. Böylece avcı/toplayıcı toplumdan tarım toplumuna, tarım toplumundan ticaret ve üretim toplumuna, sonrasında bilgi toplumuna doğru gelişme macerası yaşanabilmiştir. Bu nokta itibariyle iktisadi gelişme tarihi bir taraftan da insanoğlunun kendisine verilene bağlı oluşundan bağımsızlığını ilana gidişinin öyküsüdür. 

Bence sıkıntının insanı sefahate mi yoksa terakkiye mi yönelteceği biraz da hayata nasıl baktığınızla da ilgilidir. Bir Arap atasözü “boş oturan işsiz kimse ömründen şikâyetçidir” der, bizim bir atasözümüz ise “işleyen demir ışıldar.” İkisi de aynı hakikate kapı aralar: çalışan, gayret eden gelişirken, boş duran gerilemeye mahkûmdur. 

Metruk mahal diye tabir ettiğimiz yapılar vardır hani, kullanıldığı dönemin sarayı bile olsa işlemediği, hayata medar olmadığı için harabeye dönmüştür. Çalışmayan insanın da metruk olması mukadder olsa gerek. Öyle ki kişi kendi bile kendini terk eder de kendisine saygısını yitirir.

Demek ki sıkıntı ister enfüsi olsun, ister afaki olsun, insan için bu dünyada çalışmaktan başka yol yok.

Sıkıntıyı kökünden kazıyacak, haliyle de sefahat kapısını kapayacak yolu Kur’an bize “bir işi bitirince diğerine koyul” diyerek göstermiştir. Üstelik bu ayetin geçtiği surenin isminin “İnşirah” olması da başka bir inceliktir. Yine manaya muvafıktır. Yani bir cihetle der ki sıkıntının zıddı olan inşirahı ararsanız, çareyi çalışmakta bulursunuz. Yine bu hakikate işaret etmek üzere İbrahim bin Ethem hazretlerine atfedilen bir hadise vardır. Hazret bir gün evinin önünde ayakkabısının söküğünü dikiyor, sonra diktiği yerden tekrar söküp dikmeye devam ediyormuş. Bu hali görenlere verdiği cevap bize yol göstermeye yeter aslında: ‘ben nefsimi meşgul ediyorum ta ki o beni işgal etmesin.

Kim bilir yine inşirah suresinde geçen “güçlükle beraber bir kolaylık vardır” ibaresi bize bir cihette asıl zorluk ve meşakkatin tembellik ve atalet olduğunu ders vermektedir, çalışmak suretiyle edilen fiili dualara Allah’ın nusretiyle kolaylık vereceğini müjdelerken. 

Exit mobile version