MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATMAK

Son zamanlarda bazı şahıslar Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen bazı Peygamberlere ve
mübarek şahsiyetlere hakaret etmekte, hayasızca iftira atmakta ve yalan yanlış
hadsizce ve fütursuzca konuşmaktadırlar.
Mesela bir ilahiyat profesörü Kur’an-ı Kerim’deki cennet tasvirlerine bu “Arabın
cenneti” ve Kur’an’daki bazı ayetlere “bu Allah’ın dili olamaz” gibi saçma sapan
iddialarda bulundu. Bir başka ilahiyat hocası iffetin timsâli Hz Meryem’e çirkin iftiralar
attı. Daha önce de hoca geçinen bir zevat “Hz Âdem (as) ilk insan değildir” dedi. Son
olarak da meşhur bir şarkıcı Hazreti Âdem Aleyhisselamı haşa “câhillikle” itham etti.
Bu örnekleri çoğaltarak ve bu batıl fikirleri tasvir ederek safi zihinleri bulandırmayalım.
Ancak onlara şunu söylüyoruz. Size ne oluyor? Bu Müslüman milletin değerleriyle,
inançlarıyla bu kadar oynanmaz ki… Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Milletin sinir
uçlarıyla bu kadar oynamayınız. Ayıptır ya! Haddinizi bilin. Müslüman mahallesinde
salyangoz satılmaz ki… Derdiniz ney? Siz inanmıyor olabilirsiniz. Ancak milletin
inancına da saygı duymak zorundasınız. Hakaret etmeye hiç hakkınız yok. Hem
cahil, iman etmeyene denilir. Neticesi Allah ve ahirete çıkmayan her ilim eksiktir,
noksandır.
İman hem nurdur, hem ilimdir, hem kuvvettir. İmansızlık ise karanlıktır, cehalettir,
vahşettir.
Peygamberlere iman, imanın dördüncü şartıdır.
“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Her
biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler:
“Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler:
“İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız
sanadır.”(Bakara, 285) Ayet-i kerimede de görüldüğü gibi
bir kimse Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen bir peygambere inanmıyorsa, onları hafife
alıyorsa veya hakaret ediyorsa Müslüman olamaz. Müslümanken bunu yaparsa
dinden çıkar, kâfir olur. Çünkü, imanın, altı şartı öyle bir vahdânî hakîkattir ki,
birbirinden ayırılamaz ve öyle bir bütündür ki, bölünemez, parçalanması dahi
mümkün olamaz. Çünkü imanın her bir esâsı, kendini ispat eden delilleriyle diğer
imanın şartlarını da ispat eder. Her biri bir diğerine gayet kuvvetli ve en büyük bir delil
olur. Öyle ise, imanın bütün erkânını bütünüyle sarsamayan bâtıl bir fikir, hakikatte
tek bir şartını dahi inkâr edemez. Eğer bir kimse imanın bir şartını inkâr ediyorsa
demek ki diğer şartlarıyla da sorunu vardır. Ben Allah’a inanıyorum fakat
peygamberlere inanmıyorum diyen deist birisi yalan söylüyor. Hakikatte onun Allah’a
imanında  da problem vardır.
Mevzumuzla ilgili Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri iktibas edelim.
Muhakkak ki Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini tertemiz bir hülâsa
hâlinde seçip bütün insanlık üzerine üstün kılmıştır. (Âl-i İmrân  33)

Allah katında İsa’nın yaratılmasındaki durum, Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i
topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da oluverdi. (Âl-i İmrân  59)
Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi,
doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu. (Bakara  31)
Burada uzun uzun bu ayet-i kerimelerin üzerinde duracak değilim. Buna ilmim de
yetmez. Ancak Cenabı Allah Hz Âdem Aleyhisselam’a lazım olan bütün ilimleri
öğretti. Eğer Cenabı Allah Hz Âdem’e(as) ilimleri öğretmeseydi belki de insanlar
bugün ekmek yiyemeyecekti. Çünkü insanlara ilk çift sürmeyi, ekin ekmeyi ve
buğdayı işlemeyi o öğretti. Peygamberler insanlığın önderleridirler, seçilmişleridirler,
en üstün olanlarıdır. Rehberdirler, yol göstericidirler. Müessistirler. İsmet sıfatı ile
mücehhezdirler, masumdurlar, günahsızdırlar. Üstelik her biri bir mesleğin piridir.
Mesela İdris Aleyhisselam olmasaydı terzilik ve matematik, Nuh Aleyhisselam
olmasaydı marangozluk, Yusuf Aleyhisselam olmasaydı saatçilik ve ekonomi, Üzeyir
Aleyhisselam olmasaydı ziraat acaba bu kadar gelişebilir miydi? Peygamberler
olmasaydı medeniyetler olmazdı. Hatta insanlar taharet yapmayı dahi bilemezlerdi.
Vahşet ve karanlık içinde kalırlardı. Peygamberler olmasaydı insanlık adeta
canavarlaşırdı. Akif’in tabiriyle “sırtlanları geçerdi beşer yırtıcılıkta. Dişsiz mi bir insan
onu kardeşleri yerdi.”
Tüm peygamberlerin en önemli davaları “Hâlık-ı Kâinat’ın ulûhiyet ve vahdaniyetini
ilân” ve bu büyük davayı da, ilmî, mantıkî delillerle, bazen de mucizelerle ispat
etmektir. Bu vazifelerini de bihakkın yapmışlardır.
İşte o peygamberler şu âlemin ve kâinatın anlaşılması çok güç olan yaratılış sırrını
bizlere açıklıyorlar. Bütün akılları hayrette bırakan ve bütün mevcudattan sorulan
insanlığın üç müşkül problemi olan; Necisin? Nereden geliyorsun ve nereye
gidiyorsun? Suallerine inandırıcı, ikna edici ve kabul edilebilir cevaplar veriyorlar.
Hem onların getirdiği nur ile insanlık karanlıktan aydınlığa çıkıyor, eşref-i mahlûk
oluyor. Her şey bir kıymet kazanıyor. O yoldan gidenler cehaletten kurtuluyor. Onları
tanımayanlar karanlığın kör kuyularında boğuluyor.
“İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür!
İmansız olan paslı yürek sînede yüktür!”
Yazıktır size, boş yere taşımayın o yüreği.
Elhasıl; Ulûhiyet nübüvvetsiz olmaz. Yazımızı Bediüzzaman hazretlerinin şu veciz
cümlesi ile bitirelim. “Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz (arıbeyi) bırakmayan kudret-i
ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.”

Exit mobile version