Hayat, değerlendirmemiz gereken en büyük nimet olarak duruyor önümüzde. İçinde güzelliklerin, acıların, tecrübelerin, emeklerin, gözyaşlarının, kahkahaların, beklentilerin ve nice umutların bulunduğu, sonu ölümle biten ağzı bağlı bir bohça hayat. Bu dünyaya gelen her yeni insan için bu bohça açılıyor, ömrünü tamamlayan için ise kapatılıyor.
Hep bir sonraki fırsatları düşünüyoruz. Bugün bitti, sonraki gün için bir şeyler yapmalıyım, çalışmalıyım, çok kazanmalıyım, geleceğimi güvence altına almalıyım diyoruz. Güzel hedefler elbette.
Ömür, bize verilmiş olan çok kıymetli bir sermaye demek ki. Bu sermaye ile çeviriyoruz işlerimizi çünkü. Tıpkı bir tacir gibi. Eğer düzgün değerlendirebilir, yatırımlarımızı ehil insanlara danışarak yaparsak çok kazanacağız.
Sermayeyi çarçur edip, sonucu kazanç olmayan şeylere harcadığımızda ise iflas edeceğiz.
Başarılı olmanın en büyük adımı bir sermaye biriktirebilmektir öyle değil mi? Ya çalışıp, yıllarınızı vererek küçük büyük bir sermaye yaparsınız veya varsa, atadan dededen kalan mirası değerlendirirsiniz. Sonuçta size tahsis edilmiş ve daha iyisini yapmanız için var olmuş bir fırsatın adıdır sermaye.
Buraya kadar dünya sermayesi idi. Önemli elbette ama bitiyor. Onu çoğalttıkça, ömürden de biz eksiliyoruz. Ve bir gün hepsini, ama hepsini bırakıp, yapayalnız gidiyoruz bu dünyadan.
‘’ Ömür sermayesi ‘’ derdi büyüklerimiz. Geçip gittikçe günler hep bu sözü hatırlarım. Ömür sermayemizden eksilen her yeni gün, tıpkı sonbahar yaprakları gibi, sonraki baharların müjdecisi olsun istiyoruz hep.
Müthiş bir söz bu. Tarifini nasıl yapalım desek, sayfalar dolusu yazı yazarız.
Birine içimden güzel bir dua etmek gelince ‘’ ömrüne bereket ‘’ derim. Ne güzel ne yürek bir temennidir bu.
Bir bebek düşünün. Dünyaya gelir gelmez, peşin olarak kendisine verilen bir sermaye var. Ömür sermayesi. Uzun veya kısa, ama koca bir hayat. Bu sermayeyi kazanmak için çalışmasına yorulmasına gerek kalmıyor. Kendisine ücretsiz olarak veriliyor.
Örneğin, 90 yaşında birinin son yolculuğunu hayal edin. Musalla taşında, adeta bir hayat dersi gibi sessizce yatıyor.
Dünyaya gelir gelmez, kendisine verilen peşin net 90 sene sermayesi vardı. Her gün, her dakika bu sermayeden harcadı. Bazen güldü, bazen ağladı, iyi günleri kötü günleri oldu. Ama hep bu sermayeden gitti yıllar. Mevla’dan başkası ona karşılıksız bir şey vermedi.
Çocuk oldu, büyüdü, evlendi, baba oldu, dede oldu, işçi oldu, patron oldu. Yatırımlar yaptı. Bankada para biriktirdi. Ev araba aldı. Geride kalanlara miras bıraktı.
Ve gün geldi, kendisine verilen sermayenin son kuruşunu da harcayınca süre doldu.
Şimdi yaptığı yatırımların, 90 yıllık bir ömrün geribildirimlerini alacağı, hesapların görüleceği, sermayenin gerçek sahibi Mevla’nın huzuruna çıkmak için musalla taşında bekliyor.
Bir defa daha yazacağım, hatta bin defa: Ömrü sermayesi tükeniyor her gün.
Bize birisi 10 bin lira borç sermaye verse, her gün ensemizde boza pişirir, o parayı nereye harcadığımızı takip eder, denetler hesabını sorar değil mi? Ne demişler, borç alan emir alır.
Madem durum böyledir, bedenimizi, sağlığımızı, gözümüzü, kulağımızı, aklımızı ve fikrimizi veren, üstüne de bir koca ömür sermayesi koyan yüce yaratıcının bizden beklentisini bilmemiz gerekmez mi?
Toplam kalitesi yüksek bir İNSAN olmak. İnancımızın bizi taşımayı hedeflediği önemli bir aşama.
İyi, güzel, güvenilir ve dürüst biri olmakla başlayalım. Yaşı yok bunun. Hemen şimdi. Çünkü sermaye azalıyor her gün. Sonrasında nazik, başkalarına kötülüğü dokunmayan, konuştuğunda dinlenebilen, dolu bir insan olarak bilinelim.
Çarçur edip, iflas etmiş tacir gibi gitmeyelim bu dünyadan.
Son olarak başka ne yapalım diye soranlara cevabım: Akledelim, fikredelim, şükredelim.
Ömrünüz bereketli olsun.
Sağlık ve afiyet diliyorum.