PORTRELER/KAZIM KARABEKİR PAŞA-1

Çocukların terbiyesini bana tevdi ediniz. Dünyayı değiştireyim. -Leipnitz

Bir süre “portreler” başlığı adı altında tarihe mal olmuş yerli ya da yabancı önemli şahsiyetlerin görüşlerini, kişiliklerini sahip oldukları dünya görüşlerinden bağımsız olarak anlatmayı böylece hakikat nereden ve kimden gelirse gelsin alarak, aktararak başta kendim olmak üzere okuyucularımın da istifade etmesini  amaçlamaktayım.

İlkin uzun zamandır okumak isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım Kazım Karabekir Paşa’nın kitaplarından başlamak istiyorum. Paşanın “İstiklal Harbinin Esasları, Bir Düello Bir Suikast, Paşaların Kavgası ve Çocuk Davamız” adlı eserlerini okuma şansım oldu. Paşa, daha çok asker ve bir yönüyle de siyasetçi olarak tanınır. Mekteb-i Erkân- Harbiye Mezunu. Devletin birçok kademesinde görev yapmışlığı var. Genelkurmay II. İstihbarat Şube Müdürlüğü, 14,15 ve 18. Kolordu Komutanlığı, 1. Ordu müfettişliği, milletvekilliği, meclis başkanlığı görevlerinde bulunmuş birisi. Onu Balkan Savaşlarında, 1. Dünya Savaşın da ve özellikle de Kurtuluş Savaşında görüyoruz. Hatta Kurtuluş Savaşı’nı başlatan birkaç komutandan birisi olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin’i Ermenilerden alan adamdır. Daha önce aldığı “Alçıtepe Kahramanı” unvanına doğu zaferiyle Şark Fatihi, Ermenistan fatihi” gibi namları eklenmeyi de bilmiştir. Paşanın fikri planının yanında aksiyoner yapısına da bakmak gerekir. Sonradan yıldızları barışmasa da Enver Paşa ile birlikte ittihat ve Terakki Cemiyetinin Manastır şubesini kurmuş, 31 Mart olayını bastırmak için kurulan Hareket Ordusu’na aktif olarak katılmış, Türkiye Cumhuriyet’inin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları arasında yer almış bir şahsiyettir.

Bulgarca, Fransızca, Almanca ve Rusça bilen ve son derece entelektüel bir derinliğe sahip olan Paşa’nın özellikle 1927-1938 yılları arasında yaşadıkları sıkıntıları yazmak elbette ki ayrı bir yazım konusudur. Paşanın mezkûr kitaplarını okuduğunuzda cumhuriyet döneminin gri alanlarının biraz daha netleştiğine, bazı boşlukların doldurulduğuna şahit olacaksınız. Erzurum Kongresinin düzenleyen, doğudaki istikrarı sağlayarak domino etkisiyle diğer kongrelerin yapılmasına katkı sunan, batıdaki savaşa askeri personel ve lojistik destek sağlayan Paşa, kendi döneminde pek anlaşılamasa da gelecek zaman hükmünü verecek ve yaptıkları elbette bir gün hak ettiği değeri görecektir.

Karabekir’in kitaplarından beslenerek onun askeri kişiliğini, Kurtuluş Savaşı’nda yaptıklarını, cumhuriyetimizin ilanından sonra tutuklanmasını, idamla yargılanmasını, kısmetse yazımızın diğer bölümlerine bırakmak istiyorum. Bu yazım da paşanın asker ve siyasetçi kimliğinin dışında toplumda pek bilinmeyen eğitimci yönüne değinmeye çalışacağım.

Eğitimle ilgili kitapları, zamanın gazetelerine verdiği demeçler, kaleme aldığı çocuk oyunları, şiirleri, öyküleri ve meclisteki konuşmaları onun eğitime verdiğini önemin bir göstergesidir. Kendisinin eğitim alanında heybesinin dolu olmasını ve bu noktada yeni fikirler üretmesini beslendiği birkaç saç ayağına bağlayabiliriz. Ailesinden aldığı eğitim, kişisel özellikleri, yurt dışı seyahatleri, eğitim uzmanlarıyla görüşmeleri, o dönemde okuduğu Smith, Alman filozof J.G. Fichte, Festalozzi ve Ziya Gökalp gibi düşünürlerin etkisi eğitime karşı duyarlılığını kuşkusuz çok arttırmıştır. Paşanın eğitimle ilgili belirli bir donanımı olmamış olsaydı değil mektep açmak, fikir bile beyan edemezdi. Onun eğitim anlayışını şekillendiren birkaç sözüne bir bakalım.

“İlk yıllar biraz zaruret çektim. Fakat yaradılışımda çok neşeli olduğum için ömrümde hiçbir sıkıntı ve zorluk, benim için yenilmez bir düşman asla olmamıştır. Müzik ve edebiyatla bilhassa şiirlerle biraz meşgul oldum. Esasen küçüklükten beri bu iki güzel sanata meftundum. Askeri tahsilim sıralarında bilhassa edebiyat, riyaziye, (matematik) tarihten en çok hoşlanıyordum. Diyebilirim ki bunların bana verdiği kuvvetle bütün derslerimde sınıf birinciliği temin ettim.”[1]

Amerikalıların nasıl çalıştıklarını ana mekteplerinden başlayarak esaslıca tetkik ettim. Pedagoglarıyla sık sık görüştüm. Amerikalıların ne pratik adamlar olduğunu ve çocukların ruhlarını öldürmeksizin nasıl hür ve üretici insan yetiştirdiklerini işitirdim, şimdi içlerinde gözümle görüyorum.”[2]

Tuğla kalınlığındaki “Çocuk Davamız” adlı kitabı özellikle 1919 ve 1923 yılları arasındaki eğitim anlayışını ve yapmak istediklerini gösteren önemli bir başyapıttır. Paşa, kitabının henüz başında çocuk davamızın ne olduğunu şöyle açıklar: “Yoksul ve bakımsız çocukları devlet himayesine alarak memleketin diğer çocukları gibi başarılı ve hayat mücadelesine kudretli kılacak maddi ve fikri talim ve terbiye ile donatmak; benim öteden beri güttüğüm bir davadır. Ben buna “Çocuk Davamız” diyorum. Bakımsız çocuklar millet enerjisinin, bakımsız topraklarda vatan enerjisinin kaybedilmesi demektir.” [3]

Bakımsız çocukları bakımsız topraklara benzetmesi müthiştir. Paşa’nın eğitime katkısının ne olduğunu o dönemde yaşayan Abdülahat Nuri Beyefendiden dinleyelim.

“Paşa, orada üç bin kadar yetim çocukları toplamış, bu çocuklar kimsesizdi. Analarından, babalarından, yurtlarından ayrı kalmışlardı. Sefalet içinde fakirlik ve yoksulluk içinde yaşıyorlardı. Üzerlerinde elbiseleri yırtık, çoğunun benzi uçuktu. Hâlbuki bu binlerce çocuğu bir de şimdi görünüz. Hepsi saray gibi konaklarda yaşıyor. Hepsi tertemiz yepyeni giyinmişler. Hepsinin benzi kanlı, gözleri nurludur. Yattıkları yataklar kar gibi, yemek yedikleri sofralar en temiz lokantalarımızda bile görülemeyecek bir tarzda mükemmel. … Bütün çocuklar ona hep baba derler. Hakikaten hiçbir baba, Paşanın o çocuklara yaptığı gibi bütün kalbini ve ruhunu vermedi. Paşa her gün o çocuklar arasındadır. Onlarla beraber oturur, onlarla beraber yemek yer, her Cuma sıra ile üç dört çocuğu evine davet eder, onlara ziyafet verir. Paşa bu mektepleri bizim bildiğimiz “klasik” şekilden tamamen çıkarmış, onlara çok pratik, çok canlı, çok eğlenceli bir terbiye veriyor. Orada çocuklar yalnız ilim ve bilgi değil tamamen hayatı öğreniyorlar.” [4]

Savaşla geçen o yıllar umumiyetle yoksullukla kıtlıkla geçirilmesine rağmen yatılı öğrencilerin müreffeh yaşamaları dikkatle incelenmesi gereken bir konudur. “Çocuk Davamız” adlı kitabının içeriğinde eğitim programı, açtığı ve açacağı okul projeleri, mecliste eğitimle ilgili yapmış olduğu konuşmaları, çocukların Paşaya yazmış oldukları mektupları, çocukların değişik illere yapmış olduğu seyahatlerin sonucunda edindikleri izlenimleri bulabilirsiniz. Paşa, açtığı okullarda şimdiki eğitim sistemimizin felsefesini oluşturan yapılandırmacı eğitim modeline uygun olarak derslerin canlı olmasına bunun yanında idman(beden eğitimi), müzik, resim, fotoğrafçılık, tiyatro ve sinema gibi sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerin yapılmasına da ayrı önem vermiştir.

 “Himaye altına alınan bu çocuklara en temel eğitimler dahi verilmiştir. Çamaşırlarını yıkamak, kullandıkları tabağı yıkamak, yataklarını havalandırmak vb. gibi. Güzel konuşma, giyinme, yürüme gibi eğitimlerde verilmiştir. El işleri geliştirilmeye çalışılmıştır. Beden eğitimi de çok önemsenmiş; yarayı sarmak, yaralı taşımak, soğukta donmaya karşı tedbir almak gibi eğitimler verilmiştir. Otomobil, motor, saat, telgraf, telsiz gibi makinelerin kullanım alanları hakkında bilgi verilmiş, mikroskop ile mikroplar öğretilmiştir. Tarih ve coğrafya önemsenmiştir.”[5]

1920’li yıllarda açılan okullarda çocuklara izletilen eğitici filmlere hayret etmemek elde değil. “Ayakkabı imali, Alman oyuncakları imalatı, arıların bal imali, safha makinesinin görünüşü, cesim fırınlar, İngiltere’de sabun imali, şeker kamışı ekimi, kauçuk, kahve,  odun kömürü kazmalama, madenler külçe haline getirilmesi, talk, Marsilya’da kiremit fabrikası, kuzey Savua’da üzüm toplanması, Hindi Çini’de kauçuk mahsulleri, süprüntü yakmaya mahsus müessese, İstanbul’da sabun imali, İsviçre’de gravyer peynirinin imali, pirinç halitasının sanayide imali, porselenin sureti imali, saatini nasıl yapılıyor? Amerika’da limon ekimi, Volga nehri üzerinde sardalya fabrikaları” [6]

Karabekir’in modern bir eğitimden yana olduğu, derslerin nasıl olması gerektiğini anlatan ifadelerine bir bakalım. “Bütün dersler yanlış inançlar ve hurafelerle mücadeleye yönelmiştir. Dinini sağlam bir surette öğrenmekte olan yavrular bazı menfaatperest ve sahte kimselerin büyücülük ve üfürükçülük vesaire gibi batıl şeyler ile cahil halkı nasıl aldattıklarını ve bunların ne kadar saçma olduğunu öğreniyor. Burada bu yavrucaklar “Üfürükçü” piyesini ibret halinde sahneye koydular. [7]

 “Umumi harpten sonra dört yaşından itibaren çocuklara ehemmiyet verilmeye başlandığı bir zamanda ana mektep terbiyesi sistemi şu şekli almıştır: Çocuk önüne amele gibi bir önlük giymiş ve karşısında çamurla, hayatla mücadele ediyor. Çamurdan envai şekiller yapıyor. Bardaklar yapıyor, tabaklar yapıyor. Kocaman boya fırçası ile onu boyuyor. Çocuk doğuştan su ile boya ile oynamaya teşnedir… Dört yaşında bir çocuk, iğneden iplik geçiriyor, teyelliyor, makasla ufak ufak muntazam şekiller kesiyor. Üstünü temizliyor. Adeta hayata lazım olan işleri yapan bir adamın ufak bir modeli şeklinde onu mücadeleye alıştırıyor. Çocuk, çamurla oynamadığından dolayı kapısının önünden akan pis sudan zevkini almaya ve o mikroplu sularla kendisini zehirlemeye mecbur oluyor. Pratik hayat artık ana mekteplerine girmiş bulunuyor. İlkokullara gelince gerek kız mekteplerinde ve gerekse erkek mekteplerinde hayatta lazım olan birçok alet ve edavat karşısında bulunuyoruz. Bizde hiçbir mektepte kazma, kürek, keser, testereden ve çekiç örsten eser yoktur.”[8]

“Mekteplerimiz mevki, manzara, iç bölümler ve öğretim usulleri itibariyle ileri memleketlerden çok geridir. … Hâlbuki ileri memleketlerde mektep binalarının şekilleri, boyut ve tertipleri, helalara varıncaya kadar tespit edilmiştir… Terbiyenin temeli olan ( Ana) mekteplerimiz hemen yok denecek kadar azdır. Pöstekiler üzerinde basık tavanlı, fena kokulu, karanlık yerlerde, uzun sopaların maneviyatı kemiren tehditleri karşısında beş altı yaşındaki masum dimağların yıpratıldığına şurada burada hâlâ tesadüf edilmektedir… En büyük merkezlerimizin çoğunda Türkçe yeni eserlerimizi havi birer mektep kütüphanesi bile yok; tarih, iktisat, fizik vesaire müzeleri yok. İlmi ve fenni sinema veya lanternmajik( hayal feneri) yok. Hâlbuki bugün sinema ile öğretim gelişmiş memleketlerde çocukların ve halkın öğrenim ve terbiyeleri için en mühim bir vasıta sırasına geçmiştir. …İbret(tiyatro) yeri de mektepte dershaneler kadar ehemmiyetli ve ihtiram mevkiinde tutulur. Burada dahi ahlaki, içtimai ve tarihi sohbetler oyunlarla çocukların irfanları daima yükseltilir. [9] O dönemde tiyatroya karşı bir önyargı olduğu için kendisi tarafından yazılıp oynatılan oyunlara tiyatro yerine “ibret evi” demeyi tercih etmiştir.

Kazım Karabekir, yukarıda anaokulu, ilkokul ve eğitim mantalitemizle ile ilgili söylediği görüşlerini teoride bırakmadığını uygulamaya da döktüğünü görüyoruz. Sarıkamış’ı çocuklar kasabası yapmıştır. Neden Sarıkamış? Rus ve Ermenilerin çekilmesiyle birlikte boş binaların fazla oluşu ve büyük şehirlerden uzaklığı burada verilecek eğitimi bir şekilde zorunlu kıldığı için. Sarıkamış’ta açtığı okullara yakın illerden şehit ve kimsesiz yetim çocukları da getirtmiştir. Sonraları bu irfan ordusunu Erzurum, Kars, Kağızman, Iğdır, Ardahan, Erzincan ve Rize gibi muhtelif başka yerlere de taşımıştır.

Paşanın açtığı okulları üç kategoride değerlendirebiliriz. Bunlar, ana mektebi, sanayi gürbüzler mektebi ve yatılı askeri mektebi… Bu okulların dışında “Otomobil Mektebi, Sıhhiye Mektebi ve Sarıkamış Askeri İdadisi adı altında farklı türde de okullar açmıştır. Erzurum Kongresi Karabekir’in açtığı Sanayi mektebinde toplanmıştır. Sıhhiye Mektebinde ise cerrahi müdahale yapabilecek seviyede eğitim verilmiştir. Açtığı ana mekteplerinde, (anaokulu)  çocukların kum, çamur, resim, el işleri, boyama, dikiş, temizlik ve oyuncaklarla, ilkokulda ise terzilik, kunduracılık, saraçlık ve marangozluk işleriyle meşgul olmuşlardır.  Ortaokullarında (İdadi) sıhhiye, şimendifer, teyyare, ziraat, matbaacılık, elektrikçilik ve dişçilik, demircilik, tesviyecilik, tornacılık, motorculuk şubelerini açılmıştır. Okulların masrafları kolordu tarafından karşılanmıştır. Açılan bu okullar dönemin komutanları, milletvekilleri ve halkın önde gelen şahsiyetleri tarafından ziyaret edildiğini “Çocuk Davamız” adlı kitabındaki yazışmalarından anlayabiliyoruz.

[1] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları

[2]  Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1960, s.1034

[3] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları, s.13,14

[4] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları,  s.171

[5] Kazım Karabekir Paşa’nın Yetim Çocukları Himayesi Üzerine Bir Değerlendirme. Derya Keser. 3. Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi.

[6] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları,  s.157

[7] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları,  s.167

[8] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları,  s.441

[9] Kazım Karabekir, Çocuk Davamız, Truva Yayınları,  s.299,300

 

Exit mobile version