SEVGİ Mİ DEDİN

Her yeni güne derin bir ah çekerek başlardı. Gülmek onun kaderinde yazmazdı. Onun bu
halini görenler ya deli ya da mecnun derdi. Haksız sayılmazlardı. Her âşık biraz deli biraz da
mecnun değil mi?

Oturduğu evi karısı Feride Hanımla 61 yıl önce almıştı. İki âşık evin her odasını diledikleri
gibi döşemişti. Koltuk takımı, yemek masası, sandalyeler, vitrin, büfe… Hepsi Ankara’dan
getirilmişti. Tamamı ceviz möble… Hatta ilk ve tek kavgalarını burada yapmışlardı. Kavga da
Beyrut ve İskenderiye gezilerinden aldıkları bibloları büfeye mi yoksa komedine mi
koyacakları üzerine çıktı. Neyse ki O, kavgayı fazla uzatmadan birazını komedine birazını
büfeye koyup işi tatlıya bağladı.

O vakitler henüz siyah beyaz televizyonlar Türkiye’ye yeni gelmişti. Nitekim Feride Hanım,
bu televizyonlardan bir tane almak istemişti fakat O bir türlü buna yanaşmadı.

Feride Hanım ne zaman ısrar etse: ‘’Benim gözüm senden başka, senin gözün benden başka hiç kimseyi
görmesin’’ deyip işi romantizme vururdu. En hoşlandıkları şey ellerinde kahve balkona çıkıp
boğaza karşı el ele ‘’His Master’s Voice’’ markalı antika gramofondan çıkan 45’lik plağı
dinlemekti.

En çok Zümrüt’ün samanyolu, Dario Moreno’nun denizde mehtap, Zeki’nin
sarmaşık gülleri ve ben seni unutmak için sevmedim eserlerini dinlerlerdi.
60 yıldır evde hiçbir şey değişmedi. Eve ne bir şey girdi ne bir şey çıktı.

Her şey 60 yıl önceki gibi yerli yerinde duruyordu. Öyle ki kar beyazı perdeler sararmış, yerdeki halılar
eprimişti. Halının üzerine adım atmaya dursun bir anda büyük bir toz bulutun içine girerdi.
Ama O bunlarının hiçbirini önemsemiyordu. Yaptığı tek şey; sabah kalktıktan sonra mutfakta
bir şeyler atıştırıp kahvesini yanına alarak balkona çıkmaktı. Gramofona plağını koyar
sessizce boğazı seyrederdi.

Bugünde kahvaltısını ettikten sonra elinde kahve balkona çıktı. 60 yıldır mütemadiyen
dinlediği plağını gramofona takıp boğazı seyre daldı. Kısa bir süre sonra mahalleyi Sungurla
Ziynet’in kavgası esir aldı. Gerçi iki günü aşmaz kavga ederlerdi ama bu sefer belli ki
başkaydı. İkisi de o kadar ağır konuşuyordu ki duyanların şaşkınlıktan dili ağzına kaçtı.

Alt kattaki komşuları Pervin Teyze artık dayanamayıp pencereden başını yukarıya doğru
çıkararak avazı çıktığı kadar bağırdı:

‘’ Ayıp be ayıp. Utanmıyor musunuz bu kadar insanı rahatsız etmeye.’’ Yan komşu Aysel Abla Pervin Teyze’ye seslendi: ’’ Boş yere bağırıyorsun
Pervin Abla. Kendinden utanmayan insan, hiç başkasından utanır mı? En iyisi al çekirdeğini
benim gibi izle, dur.’’

Ziynetle Sungur kendilerini o kadar kaybetmişti ki kavgalarını balkona taşıdılar. Artık tüm
mahalle pencereye çıkmış onları seyrediyordu. Sungur balkondaki küçük masaya yumruğunu
vurarak Ziynet’i susturup zehrini kustu: ’’ Seni sevmiyorum artık bunu anla. Sevgi dediğin
nedir ki? Dün sana konmuştu bugün başkasına…’’

60 yıldır mahalleden tek bir kişiyle dahi konuşmayan O, ayağa kalkıp balkonun kenarına
geldi. Ve var gücüyle bağırdı:

‘’Ben seni unutmak için sevmedim
Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim
Bekledim sabah akşam yollarını
Ölmek istedim bir türlü ölmedim.’’


Bir anda bütün gözler ona çevrildi. Mahallelinin adeta nutku tutuldu. Bu vakte kadar sesini
dahi duymadıkları adamın ilk kez sesini duymuşlardı. Hem de Sungur ve Ziynet’in kavgası
sırasında. Üstüne üstlük bir de yere yığılıp kalınca mahalleli büsbütün şaşırdı. Evlerinden
fırlayan birkaç kişi kapıyı kırıp içeri girdi. Nabzını yokladılar ama bir ses çıkmadı. Sizlere
ömür…

Mahalleli vaktiyle onunla konuşmak için çok çaba gösterdi. Ama kimseyle konuşmadı. Hal
böyle olunca mahalleli kime haber vereceğini şaşırdı. O sırada Sungur büfenin üstünde eski
bir kâğıda yazılı telefon numarası buldu: Feride… Hemen numarayı çevirip Feride’yi aradı.
Telefona yaşlı bir ses çıktı. Sungur olanları anlattı. Feride olanları duyar duymaz küçük
bavulunu yanına aldı. Ardından taksiye atladığı gibi mahalleye geldi.


Bu mahalleye yıllar evvel onunla el ele girmişlerdi. Bir tek yanlarına bu bavulu almışlardı.
Apartman merdivenlerinden onun kucağında yukarıya çıkmıştı, bir an gözünün önünde
canlandı. Bu sefer öyle olmadı, ağır ağır merdivenlerden çıkıp kapıdan içeri girdi. Her şey
bıraktığı gibiydi. Giderken parmağından çıkarıp yere attığı yüzük dahi yerinde duruyordu.
Hiçbir şey demeden mutfağa girip iki kahve yaptı. Kahveleri alıp balkona çıktı. Gramofona
bir plak taktı:


‘’ Seneler geçse de bu hiç değişmez..
Gözlerim başka göz beğenip sevmez
Bu yüce aşkı kalp inkâr edemez
Bir başka ismi de bilmeyeceksin.’’

Exit mobile version