Sosyalizm, Kapitalizm ve İslâm

Sanayi inkılâbı ve 1789 yılında meydana gelen Fransız ihtilalinden sonra Avrupa toplumlarında kapitalizm ortaya çıktı. Bu dönemde zengin sermayedarlar, kendi yerlerinde oturup, çalıştırdıkları işçiler sayesinde milyonlarca para kazandılar. Fakat çalıştırdıkları işçilere çok az bir ücret ödediler. Örneğin, bir amele, sabahtan akşama kadar, yer altında madenlerde çalışıp, ölmeyecek kadar bir ücret kazanıyordu.

Zenginlerin fakirlerin sırtından para kazanıp onlara çok az bir ücret vermeleri fakirlerin zenginlere karşı büyük bir kin beslemesine sebep oldu. Neticede proleterya denilen fakirler Burjuva denilen zenginlere isyan etti. Diğer ifadeyle Sosyalizm düşüncesi ortaya çıktı.

Tarihi seyir itibarıyla sosyalizmi kısaca üç devreye ayırabiliriz: Ütopik sosyalizm, bilimsel sosyalizm, Bolşeviklik. Fransız İhtilali’nden sonra bir kısım aydınlar tarafından savunulan sosyalizm ütopik sosyalizm olarak adlandırılır. Karl Marks’ın (1813-1883) “Das Kapital” kitabıyla sistemleştirdiği sosyalizm ise, bilimsel sosyalizm. (Tabii Marks’ın sosyalizmine de ütopik diyenler vardı.) Lenin’in 1903’de komünist kongrede yaptığı konuşmada Lenin’e destek veren ve çoğunluğu teşkil eden guruba çoğunluk manasında “Bolşevikler”, azınlıkta kalanlara ise “Menşevikler” denildi.

Bolşevikler 1917’de Rusya’da ihtilali gerçekleştirerek, sosyalizmi devletleştirdiler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bütün dünya kapitalizme taraftar olan Nato ile Sosyalizme taraftar olan Varşova paktı arasında adeta ikiye bölündü. 1990 yılına kadar bu iki blok arasındaki kavga soğuk savaş olarak adlandırıldı. 1990’da ise Sosyalist rejimin iflas etmesiyle soğuk savaş bitmiş oldu.

1990 yılında komünist Rusya’nın çökmesiyle komünizm artık tarihe karıştı. Bu çöküş bazı çevrelerce kapitalizmin zaferi olarak kutlandı. Çok tartışmalara sebep olan Amerikalı yazar Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” adlı makale de bu konuyu işliyordu.

Komünizmin çöküşü bütün dünyada pek çok konuşulmakla beraber, nedense komünizmin çıkmasına sebep olan kapitalizmin sosyal hayattaki tahribatları hiç kimse tarafından medar-ı bahis edilmedi. Komünizm çökünce “Zengin fakir arasındaki uçurum kapandı mı?” sorusunu kimse sormadı. Veya sormaya cesaret edemedi.

Marks’ın “Das Kapital”ini yazdığı dönemle günümüz arasında dağlar kadar fark var. Fakat hala sosyal adalet temin edilebilmiş değil. Muhtemelen kapitalistlerin hemen yeni bir düşman arayışına -ki yeni düşman İslâm’dı- gitmelerinin bir sebebi, zihinlerin bu yöne kaymasını önlemek olsa gerek.

Toplumda zengin-fakir arasındaki uçurum, günümüzde kıtalararası tabakalaşmaya da sebep olmuştur. Bu da ister istemez, küresel bir problemi ortaya koymaktadır.[1] Batı medeniyetinin bu küresel problemi çözecek herhangi bir teklifi yok. Fakat İslâmiyet, bu problemi çözebilecek potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Nitekim Fransız oryantalist Louis Massignon (ö. 1962) “İslâm burjuva kapitalizmi ile Bolşevik Komünizmi arasında tutulabilecek orta yolu simgelemektedir” der.[2] Şöyle ki:

Kapitalizmde mal, zenginlerindir. Sosyalizmde ise devletindir. İslamiyet’te ise mal Allah’ındır. İnsanlar bu malı elde ederken helalinden elde etmeli, çalıştırdığı insana hakkını teri kurumadan vermelidir. Zengin malının kırkta birini de fakire zekât olarak vermelidir. Peygamberimiz “Zekât İslâm’ın köprüsüdür.[3] buyurarak zekâtın zengin ile fakir arasındaki irtibatı, barışı ve kaynaşmayı netice verdiğine işaret etmiştir. 1400 yıldan fazla bir dönem yaşanmış İslâm toplumlarında zengin ve fakir arasında ciddi bir problem yaşanmayışı da bunu doğrulamaktadır.

Üstad Bediüzzaman bu konuda şöyle der: Bütün beşeriyetteki ihtilallerin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün kötü ahlâkların kaynağı da bir kelimedir.

Birinci kelime: “Ben, tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!”

İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim!”

Evet, beşerin toplum hayatında havas ve avâm, yani zenginler ve fakirler, aralarında denge olursa rahat bir şekilde yaşarlar. O dengenin esâsı ise: zengin tabakada fakirlere merhamet ve şefkat, aşağısında yani fakirlerde ise zenginlere hürmet ve itaattir.

Şimdi birinci kelime, zengin tabakayı zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir. İkinci kelime, fakirleri kine, hasede, çatışmaya sevkedip beşerin rahatını birkaç asırdır ortadan kaldırmıştır.

İşte medeniyet, bütün hayır cemiyetleriyle, ahlâkî mektepleriyle ve şiddetli inzibat ve nizâmatıyla, beşerin zengin ve fakir tabakasını barıştıramadığı gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını da tedâvi edememiştir.

Kur’ân, birinci kelimeyi zekâtı farz kılmakla kaldırıp, tedâvi eder.

İkinci kelimeyi de faizi haram kılmakla kaldırıp tedâvi eder.

Evet, Kur’ân’ın âyetleri insanlık âleminin kapısında durup faize “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder. Talebelerine de “Girmeyiniz!” diye emreder.[4]

Hülâsa; batı medeniyeti zenginle fakiri birbirine düşman etmiş ve toplumun rahatını ortadan kaldırmıştır. İslâmiyet bu problemi ortadan kaldıracak yegâne sistemdir.

 

[1]. Brezesinsky, Kontrolden Çıkmış Dünya, İş Bankası y. 1994, s. 204 vd. (Büyük Küresel Eşitsizlik)

[2] Ebulfazl İzzeti, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1984), 349.

[3]

[4] Said Nursî, Zülfikar,

Exit mobile version