MUZAFFER OLDUM SANA DAHA VAKİT VAR

‘’Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.’’

Bu veciz ifadeyi Merhum Aliya, yıllar evvel söylemişti.

Heyhat! 

Ne kadar da hakikatli bir söz, öyle değil mi?

Aslında ‘hakikatli’ yerine ‘manalı’, ‘hikmetli’, ’basiretli’ kelimelerini de kullanabilirdim.

Fakat hiçbiri cümlenin ağırlığını tam olarak karşılamaya yetmedi. 

O nedenle ‘hakikatli’ kelimesini özellikle kullandım. 

Zira hakikat; zaman, mekân, insan üçgeninden azade bir keyfiyet…

Ne zamanla ne mekânla ne de insanla değişir…

O evvelde de hak ahirde de…

İşte Aliya’nın cümlesi de bu minvalde…

Şüphe yok ki Aliya’ya bu cümleyi kurduran Cenab-ı Zülcelal’in (C.C) “…Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır…” buyruğu, iki cihan saadetimiz Resul-i Kibriya’nın ( S.A.V) ‘‘kim kime benzemeye çalışırsa ondandır’’ vurgusudur. 

Zaten Kur’an ahlakıyla kuşanmış bir mücahitten başka bir söz işitmek de abesle iştigal olsa gerek. 

Allah şahittir bu cümleyi, duyduğum günden beri zihnimin en kıymetli köşesinde misafir ediyorum.

Hatta misafirlikten de öteye geçirip ev sahibi kılmak istiyorum.

Zira bu cümle;

Şer-i Şerif’imizin sırrı…

Müslüman kimliğimizin muhkem kabzası…

Attığımız adımlardan kullandığımız kelimelere hatta giydiğimiz kıyafetlere kadar eylemlerimizde, söylemlerimizde bu cümleyi hatırlamalıyız.

Zira ‘Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.’

Maazallah unutursak halimiz yaman…

Kendimize sormamız gerekir ‘adı barış olan bir dinin mensubu olan biz Müslümanlar neden savaşırız?’ diye…

Acaba toprak için mi güç için mi yoksa para için mi?

Elbette ki cevap: hiçbiri…

Zira bir Müslüman; ancak ‘din u devlet, mülk ü millet’ şiarıyla savaşır.

Ve aksini ihtiva eden hiçbir şiarın, mefkûrenin, davanın yanından yöresinden dahi geçmez, geçemez.

Ey gidi kardeşim!

Müslüman öyle bir kimsedir ki; 

Yeri gelir değerlerine yan gözle bakan güruhun gözünü çıkaran acımasız bir kartal olur.

Yeri gelir değerlerine paydaş olan seçkin zümrenin yanına sokulan uysal bir kedi olur.

Unutma ki O, Allah’ın en bahtiyar kulu…

Haline ne kadar şükretse az…

Peki, uğruna savaşılan değerlerin ‘zafer’ den sonra tarumar hatta tahrif edilmesi bize ne mesajını veriyor?

Bence zaferin tanımını yeniden gözden geçirmemizi…

Aslında zafer payesi, savaşın bittiği anda değil aksine sulh başladıktan sonra uzun vadede verilmeli.

Zira çoğu kez zafer payeleri, hüzün nağmelerine karışıyor.

Veya bir başka felaketin kapısını aralıyor tıpkı Pirus Zaferinde olduğu gibi.  

Gerçi neden bu duruma örnek vermek için milattan önceye gittim, bilmiyorum. 

Yanı başımızda duran yavru vatana gitmek de kâfi gelebilirdi.

İçim yandı bugün kardeşim, içim yandı…

Mücahitler Kıbrıs’ta yıllarca;  yukarıda da zikrettiğim gibi ‘din u devlet, mülkü millet’ şiarıyla cihat etti.

Onlar, Müslüman kimliklerini kaybetmeme pahasına nice can alıp nice can verdi.

Dillerinden ‘Allah u Ekber’ , kalplerinden ‘Resul u Zişan’ düşmedi.

Ve bu inanç ve azim beraberinde ‘zaferi’ getirdi.

Fakat gelinen nokta oldukça hazin…

Zafer payesi yerini Yusuf Hocanın ifadesiyle ‘epistemik köleliğe’ bırakmış…

Ne kadar da acı…

İnsanın gerçekten kanına dokunuyor.

Allah aşkına, ‘Allah Allah’ nidalarıyla fethedilen İslam toprağında laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle Kur’an kurslarının kapatılması/düzenlenmesi ‘zavallılıktan’, ‘bayağılıktan’, ‘eblehlikten’ başka nedir ki?

Herkes kafasına iyice soksun.  

Bu topraklar laik köleler tarafından değil Müslüman yürekler tarafından fethedilmiştir.

Dolayısıyla laik kölelerin, Müslüman hürlere yönelik bu hadsiz adımları ucuz hokkabazlıklardan başka hiçbir şey değildir.

Elbette günün sonunda hokkabazların müsameresi bitecek, hakikat erlerinin çağlar ötesinden gelip çağlar ötesine gidecek olan gür sesi duyulacaktır:

“Tekbir! Allah u Ekber! La ilahe illallah!”

Exit mobile version