Akletme Emrini Susturan Modern Tembellik

“Düşüncede diriliş olmaksızın inançta diriliş gelişemez. İnanışta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlıkta, yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz.”

Sezai KARAKOÇ

Sezai Karakoç, “İslâmın Dirilişi” kitabında, bize yalnızca felsefi bir tespit sunmuyor. Asrın en büyük hastalığına değinerek, düşünce tembelliğinden bahsediyor.

Peki, Allah’ın Kur’an’da yüzlerce ayet ile “Akletmez misiniz?”, “Hiç düşünmez misiniz?” diye seslendiği, büyük çoğunluğu İslâm olan bu toplumdaki hastalığın adı nedir?

Karakoç’un yapmış olduğu tespit sadece sanat ve edebiyatla uğraşanlara has değil, hepimizin meselesidir.

Çünkü düşünmek bir tercih değil, yaratılışımız ve dinimizde var olan bir mecburiyettir.

Aslında kitapta bahsedilen düşünce gündelik hayatımızın basit kararlarından (alarm kurmaktan ulaşım aracı seçmeye kadar) ziyade hayatı anlamlandıran düşünce biçimlerinden bahseder.

Bizler, en basit kararlarda bile zihnimizde dolaşan düşüncelerle boğuşurken, düşünmeye bu kadar meyilli yaratılmışken bizi derin tefekkürden alıkoyan nedir?

İşte tam bu noktada sormak zorundayız: İmanımız taklidî mi yoksa tahkiki mi? Ezber bir toplumda mı yaşıyoruz, yoksa varsayıldığı gibi düşünmeye ve araştırmaya meyilli bir toplumda mı?

Taklidî İman, ezber bir toplumun inanış biçimidir: Gelişmeye kapalı, başkalaşmış, araştırmayan bir toplum.

Fakat tahkiki iman, insanı sorgulamaya ve düşünmeye iter.

Yaratılışımızda var olan bir özellik elimizden alınmaya çalışılıyorsa ve biz buna dur demek yerine, ayak uyduruyorsak; kendi milletimizden, köklerimizden kopmuş ve piyon olmuşuz demektir.

Karakoç’un da değindiği yadsınamaz bir gerçek var: Ezber bir dünyada yaşıyoruz. Batının sığ düşünceleri ezberletilmiş birer robota dönüştük.

Kendi milletimizden, tarihimizden, dilimizden o kadar uzağız ki…

Bir milletin tarihi, dilidir.

Karakoç, Türklere yapılan en büyük darbenin yazı dillerinin değiştirilip, Latin harflerine geçirilmesi olduğuna da değiniyor.

Yeni yazı ve okuma dilinin en tarihi olmayan yazı olduğunu, bizi yansıtmadığını ve tarihi olmayan bir dili kullanan milletin düşüncede diriliş sergileyemeyeceğini belirtiyor.

Özetle düşünceden kopuşumuz, dildeki kopuşumuzla başladı diyebiliriz.

Halbuki düşünmek Allah’ın bir emri hükmündedir. Eğer İslâm düşünmeye teşvik eden ve insanın gelişimini destekleyen bir din olmasaydı, geçmişimize dönüp baktığımızda yüzlerce hatta binlerce düşünce adamı örneği bulamazdık.

Eğer özümüzde düşünme eğilimi olmasaydı, İslâm dinine mensup olsun olmasın binlerce düşünce adamı yetişmezdi; akımlar olmazdı.

Sorgulamak, insanlığın doğasında var olan bir özelliktir. Ölçülü ve doğru olduğu müddetçe bu bir sorun değil, aksine gelişim sebebidir.

Yaşamanın en kolay yanı hazırcılıktır. Bize sunulan düşünce paketlerini kolaylıkla kabul eder ve yayarsak, bağımsız bir milletten ziyade, zincirlere mahkûm bir millete dönüşürüz.

Kısacası, tembelleşen ve körleşen düşüncelerin aksine, hakiki bir diriliş yaşamanın vakti geldi de geçiyor.

Bağlarımızdan, tarihimizden kopmamak, tahkiki imanın gereği olarak düşünmek, bizim için bir görev hükmündedir.

Bâkî Muhabbetle

Görsel: George Inness – The Storm (1885)

Exit mobile version