Geçenlerde bir grup arkadaşla konuşurken, aslında hepimizin bildiği, atasözlerine, hadislere hatta ayete konu olmuş bir hakikat, farklı bir tarzda karşımıza çıktı.
İçimizden biri dedi ki, çocuklarımız büyüdükçe kendi çocuklarımdan çok başkalarının çocuklarına dua eder oldum. Bizim olmayan ama bizim çocuklarımıza bizden çok etki eden çocuklara. Komşumuzun, arkadaşımızın, akrabamızın hatta sokakta görsek tanımayacağımız insanların çocuklarına.
Çünkü onlardan duyacakları, görecekleri şeyler, bizim söylediklerimizden fazla ve genellikle biraz evdeki tutumlarımıza tepki, biraz matah bir şey zannedilen isyankarlık ve farklı olma gibi etkenlerle bizi alıcıları kapalı ve önyargılı bir kulak ile dinlerlerken, arkadaşlarını böyle bir dürtü olmaksızın farkında olmadan açık bir alıcı ile dinlemekte ve maalesef etkisine girmekteler.
Böyle düşününce evladının iyiliğini düşünen bir ebeveyn için çocuklarının arkadaşlarına dua etmek, kendi çocuklarına dua etmekten neredeyse evla denilebilir. Gerçi işin esasında yine kendi çocuğuna, onun iyiliğine dua edilmektedir, ama neyse.
Annelerimizin bize “Allah, sizi iyilerle karşılaştırsın, salihlerle yoldaş kılsın” tarzı duaları hep bu kabildendir.
“Ev alma komşu al”, atasözünü geleneksel bağlamdan ayrı olarak düşünürsek, yukarıda söylediklerimizle aynı kapıya çıkacağını söylemek hiç de zorlama bir yorum olmasa gerek.
“Kişi arkadaşının dini üzeredir” hadisi ile “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözü bu bağlamda manaca müteradiftir.
Kişi ile arkadaşının arasındaki etkileşim sebebiyledir ki yurtdışında yaşayan gurbetçiler, diğer yabancı topraklarda yaşayan azınlık grupları gibi gettolaşırlar, kendilerini ve çocuklarını egemen kültüre teslim etmemek, onların içinde eriyip gitmelerini engellemek için.
“Sohbette insibağ ve inikas vardır” gibi Mecelleye girse garipsenmeyecek, atasözü olsa haktır diyeceğimiz sözler hep bu meseleye işaret eder.
Erbabı bilir, insibağ kelimesi “Allah’ın boyasıyla boyandık. Boyaca O’ndan daha güzel olan kim vardır?” ayetinde geçen “sıbgatullah” tabiriyle aynı kökten gelir. Bu itibarla Allah’ın boyasıyla boyanmanın yolu da dostlarını, yarenlik ettiği kimseleri seçerken hadisçe tabir edilen dostları edinmekten geçer demek yanlış olmasa gerek. Öyle ya Habib-i Ekrem dostun hayırlısını; Allah’ı zikrettiğinde sana yardım eden, Onu unuttuğunda sana hatırlatandır diye tarif etmişti bizlere.
Latiftir ki Office programlarından wordde biçim boyacısı diye bir özellik var; seçili metni kendi özelliklerine büründürür, kendi boyasıyla boyar.
Günümüzde kısmen popüler hale gelen sübliminal mesaj ya da 25. kare denilen hadise de bir cihette kişiyi, fark ettirmeden yönlendirme gayesi güder. Çünkü insan ülfet eder, alışır. Önce reddettiğini, sonra yadırgamaz hale gelir, sonra sıradan görür, sonra sever. Günah sebebiyle tövbe etmede acele etmenin sırrı da bir bakıma insandaki ülfet damarı kabarmadan, harekete geçmeden, günahın kalıcı hasarını gidermeye matuftur.
Hatta Nisa suresinde ifadesini bulan “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz.” ayeti doğrudan bizi bu mealde ikaz eder. Ayetin devamında gelen “Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir.” hükmü yukarıda bahsettiğim ülfetin neticesi olabilecek sevme gereğince, kişinin sevdiği ile beraber olması sebebiyle olsa gerek.
Elhak, dikene sormuşlar, mis gibi kokarsın, nedendir?
Demiş ki bir zaman güller ile beraberdim. Madem gülle oturan mis gibi kokar, biz de hem kendimizi hem ehlimizi dili, sözü, fiili pis olanlardan korumalıyız ki, pisliğe alışmayalım. Mis kokulu, huyu, hali, sözü iyi olanlarla yarenlik edelim ki Allah bizi onlarla beraber kılsın.
Hani coğrafya kaderdir derler ya, insanı merkeze alarak biz de deriz ki arkadaşın kaderindir.
Allah cümlemizi Salihlerle dost, müttakilerle yoldaş, habibiyle komşu eylesin.
Amin