Yörükler, Türken aşiretleri içerisinde Anadolu’da Torosların yüksek kısımlarında ovalarında yaşayan, geçimini hayvancılıkla sağlayan aile topluluklarıdır. Yıllar boyu gelenek ve göreneklerine bağlı kalarak yaşamış, Türk edebiyatına yazılı ve de sözlü kazandırmışlardır.
Senem ile Yazıcıoğlu’ da bu yürek yangınını çekmiş isimlerdendir.
Bu iki sevdalı aşığın hikâyesi sizlerle…
Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar, kuzular, gökçe gelinle ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşarak Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Yol bitmiş sınırın hemen yanı başındaki konak yeri yapalak görünmüştü.
Akşam üstü yaylaya ulaşınca kervanının en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayıp indi. Arkasında uzanan kervana dur etti ve bağırdı. “Konak yerimiz buradır. Atlar bağlana denkler çözüle, tez elden çadırlar kurula, Allah hayıra getire” dedi.
Tez elden çadırlar kuruldu. Atlar kuzular koyunlar çayır’a salındı. Beyin siyah çadırından geniş obası kuruldu. Çadır direklerine tüfekler, sazlar asıldı. Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini.
Ertesi sabah yörüklerin Tanır’a gelip yerleştikleri hemen duyuldu. Adettendi, yerli halk gelip “hoş geldiniz” derdi. Birkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi. Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcıoğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörüklerin yanına. Yerliler atladılar atlarına vardılar yörük yaylasına.
Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri. Koşup ağaya haber verdiler. Kara çadırından önce ak saçlı yörük beyi, ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı. Ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osman’a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar, bakıştılar. Velhasıl birbirlerine aşık oldular.
Günler akıp geçti. Ne Senem, ne de Osman birbirlerini unutamadılar. Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırına. Senem obadan dışarıya ayak atamadı.
Ama seven yürek neler etmez ki, her şeyin çaresi bulundu. Bir yörük kadını yardım etti bey kızına. Bey oğlu atlayıp atına Senem’e koştu. Ay ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri. Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine
Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı. Senem seviyordu ama çaresizdi. Biliyordu ki babası oba dışından birine kız vermezdi. Töreleri böyleydi. Osman düşündü, babası bir yörük kızını evine almazdı. Bir gün “kaçalım” dedi Osman. Yok dedi Senem, “Ben böyle aşk oduna yanarım da kaçmam. Kaçıp ta babamın başını yere eğdirmem. ” dedi.
Yiğit sararıp solar da hatun anası hissetmez mi? Gayri sordular, Osman anlattı. Bir tek oğlanın derdine çare bulmak, onu bu dertten kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babası. Dünür kafilesi hazırlandı yaylanın yolu tutuldu. Allah’ın emriyle dediler yörük beyinden kızını istediler. Yörük beyi “Allah yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları vardır, ihtiyarlarımıza soralım, bir kaç güz izin verin düşünelim, kararımızı sizlere iletiriz. dediler.
Dediler dediler ama bir yangın düştü Yörük beyinin yüreğine. Ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi. Fakat bu yörenin en güçlü adamı dünür geliyor. Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızı. Onlar obayı basmadan biz kaçmalıyız diyerek çadırları söktüler, obayı topladılar, gece vakti yola koyuldular.
Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı. Lale göçmüş, yurdu ağlıyordu. Osman’ın bağrına bir ateş düştü. Sanki yüreğine bir hançer saplandı. Bir ölüden farksız oldu. Aradan yıllar geçti ama Senem’den bir haber alamadı.
Yıllar sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; köyün ermeni çercisi koşarak yanına geldi. “Ağam” dedi “Ağam kurban olam birşey desem, bir haber sunsam yıkılırmısın, yoksa sevinirmisin. Eski bir yaraya tuz mu atarım.” dedi. Yazıcıoğlu Osman anlat hele dedi. Çerçici anlatmaya koyuldu.
“Kozan’daydım” dedi. “Mallarımı satmakla meşgulken, iki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma. Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın. Oğul dedi nerelisin. Tanırlıyım ana dedim. Osman ağayı bilirmisin? dedi. İnsan köyünün ağasını bilmez mi? dedim. Kuşağından bir çıkını çıkarttı.
Aha bu lapatan’ı elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir. Kimseye yar olmamıştır. Bir yayla kızı gibi sevmiş, bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır. de, ama gayri her şey geçti. Gelip aramaya dedi. Sen bilirsin ağam. Ben selamı getirdim, üstümde kalmasın, gerisini sen bilirsin.” dedi.
Osman’ın yüreğinde yetmiş yıllık kor yeniden yandı. Aldı sazını eline bu türküyü dillendirdi. Çerçiciye altınlar verdi, tarlalar bağışladı. Bir at hazırlattı yanına iki adam alarak Kozan’ın yolunu tuttu. O gün bugün bu türkü söylenir durur Avşar ellerinde Osman’la Senem kavuştular mı, kavuşmadılar mı ama onların bilinen bu türkü yıllardır söylenir durur.
AŞAN BİLİR KARLI DAĞIN ARDINI
Aşan bilir karlı dağın ardını
Çeken bilir ayrılığın derdini
Bülbül kaça aldın Gül’ün narını
Gül alıp satmanın aman zamanı değil
Servinin dalları boyundan uzun
Yavrular gözüme bir salkım üzüm
Ölmeden o yari görürse gözüm
Koyun kuzu kurban aman olur o zaman
Yaprak gazel olmuş durmuyor dalda
Vefasız güzelden bize ne fayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Ölürüm vazgeçmem aman sevdiğim senden
Sevgilerimle…