AYASOFYA

Ayasofya camisi bazilika tarzında yapılan kubbesiyle hem teknik hem de estetik
açıdan eşine az rastlanır bir özelliktedir. Bir mantar tarlasını andıran kubbelerin en büyüğünün
altından baktığınızda yapının gökle birleştiğini ve bir şemsiye gibi binanın tüm müştemilatını
örttüğünü görürsünüz. Binadan içeriye girdiğinizde gözünüze ilk çarpan mermer yapılar ve
tavanlarda yer tutan mozaikler…

Hazreti İsa figürleri, taht üzerinde Hazreti İsa’yı taşıyan
Hazreti Meryem mozaiği, melekleri tasvir eden freskler, kabartmalar, Hristiyan ve İslam
dinine ait bir takım semboller, ayetlerle süslü pencereler, duvar ve kubbelerdeki pencerelerden
içeriye sızan ışık huzmeleriyle birleşen İznik fayanslarıyla kaplı parlayan duvarlar, duvarlara
sabitlenmiş simetri harikası levhalar, değişik motif işlemeli sütünlar, imparatoriçe locası,
hünkar mahfili, duvar kenarlarında sedef işlemeli rahleler, kabeyi temsil eden fayanslar,
bronzdan yapılmış kapılar, avizeler, kandiller ve daha başka ne varsa hepsi Ayasofya’da…

Ancak bütün bu güzelliklere rağmen Ayasofya’yı ilk ziyaretimde namaz kılamayışımdan
dolayı bende oluşan hissiyat bu ülkede iktidar olmakla muktedir olunamayacağı gerçeğiydi.
Bu mesele ile ilgili tahlil ve münakaşa zeminine kaymadan önce Ayasofya’nın
geçmişten günümüze bir tomografisini çekmekte fayda var. “Aya” sözcüğü “kutsal azize”
anlamına gelir. “Sofya” sözcüğü ise eski Yunancada “Bilgelik anlamındaki sophos
sözcüğünden gelir. Ayasofya millattan sonra 532 yılında imparator I.Justinianus tarafından
Miletli İsidoros ile Trallesli Anthemius adlı mimarlara yaptırıldı.

527 yılında tamamlanan
eser için kaynaklar imparatorun 10.000 işçi çalıştırdığını ve büyük servet harcadığını
belirtirler. Dünyanın en eski ve en estetik katedrali(kilise) olarak bilinen bina yıllarca katolik
ve ortadoksların arasında gidip geldi. Son olarak 1261-1453 yılına kadar da ortadoksların
katedrali olmuştur. İstanbul’un fethinden sonra Sultan Fatih, Ayasofya’nın bedelini kendi has
hazinesinden ödeyerek mülkiyetini aldı. Ayasofya vakfına devrettikten sonra malum vakıf
malı ile ilgili vasiyetnamesini yazdı. Fatih Sultan Mehmet, kiliseyi camiye çevirdikten sonra
minare ekletmiş daha sonra oğlu II. Bayezid tarafından da minare eklenmiştir.

Dört minaresi
bulunan caminin dört halifeyi temsil ettiği söylenir. Camiye dönüşüm aşamasında minarelerin
dışında Sıbyan Mektebi, şadırvan, muvakkithane, mütevelliler dairesi, şehzadeler türbesi, III.
Murat, II. Selim, III. Mehmet’in türbeleri, sebil, imamet kapısı, mihrap, hünkar mahfili,
minber, müezzin mahfili, mermer kürsü, Bergama’dan getirilen küpler, terleyen sütun, üst
kata çıkış ve iniş rampası, hazine dairesi ve benzeri yapılar eklenmiştir.

Görüldüğü gibi Osmanlı medeniyeti geçmişteki bazı devletler ya da imparatorluklar
gibi binayı tahrip etmemiş bilakis hem içine hem de dışına yaptığı değişik yapılarla
Ayasofya’yı külliyeye dönüştürerek daha da görkemli bir hale getirmiştir. Ecdat, ismine
dokunmadığı gibi içerisindeki ortadoks, katolik hatta pagan kalıntılarını bile muhafaza
etmiştir. Sanata ve kültüre değer veren böyle bir yaklaşımı Türklerin inşa ettiği koca bir
medeniyetin tezahürü olarak görmemiz gerekir. Ancak durumu bir de tersinden ele almakta
fayda var. Ayasofya 1453’e kadar bizde daha sonra Bizanslıların elinde olmuş olsaydı
Ayasofya cami olarak kalır mıydı? derseniz, bu konuda şüphelerimin olduğunu söylemem
gerekecek. Zira onların cemaz’ul evvelleri bu hükme varmamıza neden olabiliyor.

Endülüs’teki Kurtuba Camisinin başına gelenler herkesin malumu. Endülüs 1236 yılında
Kastilya Krallığının eline geçmesinden sonra Cordoba Katedraline dönüştürülmüştür. Üstelik
binanın içerisi yağmalanmış, bazı yerleri yıkılmış ve bir sürü Müslümanda kılıçtan
geçirilmiştir. Yine İspanya’da Granada şehrindeki El Hamra Sarayı içindeki cami de 1492
yılında Hristiyanların hakimiyetine girmesiyle kiliseye dönüştürülmüştür. Granada şehrinde 8-
10. Yüzyıllarda inşa edilen Masyid El Murabitin Camisinin de büyük bölümü yıkılarak yerine
Aziz Jose adıyla kilise inşa ettirilmiştir. Toledo şehrinde 999 yılında inşa edilen Bab al
Mardum Camisi de 1085’te kiliseye dönüştürülmüştür. İspanya’da yapılanları geçiyoruz.

Şimdi Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu topraklarda Türk eserlerini izini süren Mimar
Mehmet Emin Yılmaz’ın on yıldır yaptığı incelemelere bir bakalım. Araştırmacımız, 329
mimari yapının batılılarca kiliseye dönüştürüldüğünü söyler. En çok kiliseye dönüştürülen
camilerin başını çektiği ülkeler ise Bulgaristan, Yunanistan ve Macaristan. Bulgaristan’da
117, Yunanistan’da 101, Macaristan’da 30 cami ve İslami bazı yapılar kiliseye
dönüştürülmüştür. Daha sonra Cezayir, Ukrayna, Kırım, Gürcistan, Ermenistan, Bosna
Hersek, Güney Kıbrıs, Hırvatistan, Kırım, Kosova, Romanya, Sirbistan gibi bazı ülkelerde de
İslami eserlerin camiye dönüştürüldüğünü ifade eder.

Bu belgeler ışığında bir değerlendirme yaptığımızda İslam’ı hatırlatan tüm semboller
bilinçli olarak yıkılmış ya da değiştirilmiştir. İspanya’da veya diğer ülkelerde pek çok İslami
eserin yıkıldığı ya da başka bir amaç için kullanıldığını yazmaya kalksak sayfalar yetmez.
Batı dünyası bu hadiselere ses çıkarmamışken Ayasofya için yaygara koparmasını çifte
standardının bir tescili olarak yüzlerine vurmamız gerekir.

1453’ten bu yana cami olarak kullanılan Ayasofya Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım
1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararı ile müzeye çevrilmiştir. Ayasofya o tarihte müzeye
çevrilmiş olsa dahi tapu senedine “Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” şeklinde kaydedilmesi
önemli bir olaydır. Dolayısıyla binanın statüsünün cami olduğu apaçık ortadadır. Yeni kurulan
bir devletin devrin şartları içerisinde Ayasofya ile ilgili almış olduğu karar 2020 yılına kadar
süregelmiştir. Zaman, zemin ve şartların oluşmasıyla da bina tekrar eski haline rücu etmiştir.

Şimdi gelin süreci birlikte bir hatırlayalım. Fatih Sultan Mehmet, ordusuyla
İstanbul’u 6 Nisan 1453’te başlayan kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 günü fethetmişti. 2020
yılının 29 Mayısında da Diyanet İşleri Başkanlığı fethin anısına Ayasofya’da Fetih Suresini
okuttu. Aynı şekilde vatandaşlarımızda bu sureyi okuyup Ayasofya’nın açılması için dua
ettiler. Bu arada Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneğinin “Ayosofya’nın
camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle açmış
olduğu dava 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, “Ayasofya’nın vakıf
senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka amaca özgülenmesinin hukuken
mümkün olmadığını belirterek eski kararı iptal etti. Mahkeme kararının gereği olarak 2929
numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Ayasofya, Diyanet işleri Başkanlığına devredilerek
tekrar cami statüsüne dönüştürüldü. Böylece kavli ve fiili dua birleşerek netice alınmış oldu.

Birileri bunu bir siyasi hamle ya da bir seçim manivelası olarak görebilirler. Ben şahsen böyle
görmemekle birlikte neticede hangi mülahazalarla yapılırsa yapılsın bu olay ezanın tekrar
arapça okunması gibi önemli bir hadisedir. Bu durum muhafazar kesimin yıllardır hasret
çektiği Ayasofya’nın camiye çevrilmesine gölge düşüremez. Nitekim on binlerce insanın
Ayasofya’da Cuma namazı kılmak için akın akın yollara düşmesi gölge düşürmediğinin de bir
kanıtıdır. Neticede Ayasofya’nın camiye çevrilmesinde inisiyatif alan ve bu sürece katkı
sunan herkese şükran borçluyuz.

Dış kamuoyunu ve özellikle küresel güçleri hariç tutarsak ülkemizde yaşayan
insanların kahir ekserinin kararı olumlu bulduğunu söyleyebiliriz. Kararı eleştirenler
Türkiyenin içine kapanacağını, dışarıda itibarının zedeleneceğini, Müslümanlara karşı
olumsuz bir yaklaşım takınılacağını, onlarında camilerimizi kiliseye çevirebilecekleri gibi bir
takım argümanları dillendirdiklerini görüyoruz. Zannediyorum yukarıda da değindiğimiz gibi
batının her zaman için Müslümanlara şaşı baktığını yüzlerce camiyi kiliseye çevirmelerinden
anlayabiliyoruz. Diyelim ki onlara hoş görünmek için daha da ileri giderek Ayasofya’yı
kiliseye çevirdik. Acaba Müslümanlara olan bakışları değişecek mi? İslam dünyasını
sömürmekten vaz geçecekler mi? Akıttıkları kanı durduracaklar mı?

Şunu da ifade etmem gerekir ki kararı olumlu ya da olumsuz bulanların bir çoğunun
olaya iyi niyetle yaklaştığı kanaatindeyim. Zannediyorum iç kamuoyuna Ayasofya’nın bir
caminin ötesinde ne olduğu yeterli düzeyde anlatılabilse bir takım şüpheleri olan insanların da
ikna edilebileceğini düşünüyorum. Ancak her şey de olduğu gibi hadiseye ideolojik
yaklaşanları, yabancı bir ülkenin hassasiyeti ile konuşanları elbette memnun etmek mümkün
değildir. Oysa Ayasofya sadece cami değildir. Cami kıtlığından açılmış da değildir.

Ayasofya
omuzunda İslam medeniyetinin yükünü taşımaya namzet bir yapıdır. Bir milletin ayağa kalkış
öyküsüdür. Omurgalı bir duruşun adıdır emperyalistlere karşı. Türkiye’nin bağımsızlığının bir
göstergesidir. Bu konuda Dışişleri Bakanlığı sözcümüz Hami Aksoy, ABD Dışişleri Bakanlığı
tarafından yayımlanan 2019 Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu’nun Türkiye ile ilgili
bölümlerine ilişkin yöneltilen soruya verdiği yazılı cevapta, “Ayasofya ve Kariye, Türkiye
Cumhuriyeti’nin mülkiyetindedir ve her türlü tasarruf yetkisi Türkiye’nin iç işlerini
ilgilendiren bir konudur. Bu eserlere dair verilmiş ya da verilecek kararlar başka ülkelerin işi
olamaz.”

Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “Tapusu bizdedir mesele egemenlik
meselesidir’ diyerek noktayı koymuştur. Ayasofya’nın ibadete açılması turistlerin, farklı
dünya görüşlerine sahip insanların gezmesine de engel teşkil etmez. Nasıl ki dün olduğu gibi
Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye ya da başka camilerimiz ziyaret edilip gezilebiliyorsa
bugün de Ayasofya’nın kapısı her kesimden insana açıktır ve açık olarak da kalacaktır.

Ezcümle İstanbul Ayasofya’dır, Ayasofya İstanbul… Ayasofya’yı kaybetmek,
İstanbul’u kaybetmektir. Orası bir mabet değildir sadece. Çağları, kıtaları aşan bir özgürlük
türküsüdür. Ayasofya Bağdat’tır, Buhara’dır, Diyarbakır’dır. Maskenlenmiş batının yüzüne
vurulan bir şamardır Ayasofya. Fatihin duasıdır kır atının üstünde. İstanbul’un işgal
kırıntısının son süpürüntülerinin de temizlenmesidir. Dünya Müslümanlarının itibarıdır da.

Ayasofya bir hafızadır. Bizi Fatih’e Yavuz’a ulaştıran bir köprüdür. Bir onurdur küffara karşı.
Nicedir kırgın seyrettiği Sultanahmet’in bayramıdır Ayasofya. Yahya Kemal’dir bin atlı
akınlarda çocuklar gibi şen olan. Necip Fazıl’ın rüyasıdır Ayasofya.

“Gençler! Bugün mü yarın mı bilemem. Fakat Ayasofya açılacak. Türk’ün bu vatanda
kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe
edebilir. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire
vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi ağlaya ağlaya üstünü başını yırta yırta onun açılan
kapılarından dışarıya vuracak.”
Sanırım kapıdan dışarıya vuracak manaların neler olduğunu ise zaman gösterecek.

Exit mobile version