CİNSELLİĞİN HAK OLMASI MESELESİ VE AİLE (4)

Muhafazakâr İdeolojide Hak ve Hürriyetler, Cinsellik ve Aile Kurumu

Muhafazakâr ideoloji, klasik liberalizm tarafından, birey ve bireysel hürriyetler üzerinde yapılan yoğun vurgulamaların, toplumun temellerini yıkacağı ya da sarsacağı yönündeki derin endişelerden hareketle, klasik liberalizme tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Muhafazakâr düşünce, “muhafaza etmek”le alakalı bir tutumu ortaya koymaktadır. Muhafazakârlık, büyük ölçekli radikal toplumsal reformlara/değişimlere/dönüşümlere sıcak bakmayan, toplumsal altüst oluşlar neticesinde geleneksel toplumsal kurumların yıkılışlarına sebep olacağı gerekçesi ile devrimlerin (bu bağlamda şiddet kullanılmasının) bir değişim yöntemi olarak kullanılmasını reddeden, toplumdaki geleneklere ve ge­leneğe bağlı tarihî tecrübe birikimlerine değer veren, yavaş ve tedrici toplumsal değişimleri kabul eden bir ideolojidir. Muhafazakâr ideolojinin temel kaygısı, geleneksel toplumsal kurum ve değerlerin muhafaza edilmesidir. Bu yaklaşım, gelenekleri; geçmişten günümüze intikal ederek birikmiş olan bilgileri ve zamanının testinden geçmiş toplumsal kurum ve uygulamaları yansıtır.

Muhafazakâr düşüncede, bazı değerlerle bütünlük içerisinde toplumsal hayattaki bazı ihtiyaçlara cevap veren ve uzun süredir yaşamakta olan toplumsal kurumların muhafaza edilmesi lüzumlu görülür. Toplumsal kurumlar, moda gibi hızlı ve ani değişim ve etkileşimler neticesinde belli çevrelerin anlık talepleri istikametinde çok kolay bir şekilde değiştirilemez, yıkılamaz ya da kurulamaz. Yani “HAZ” temelli anlık ve günlük değişimler kabul edilmez.

Muhafazakâr düşüncede, toplum, geçmişiyle, gelenekleriyle, kültürel, ahlâkî, dînî vb. uzun süredir devam etmekte olan toplumsal değerleriyle organik bir bütünlük teşkil eder. Bu kadim toplumsal yapının, toplumdaki belli kesimlerin radikal değişim ve yıkım yönündeki taleplerine karşı muhafaza edilmesi icap eder.

Değişime ihtiyatla yaklaşan muhafazakâr düşünce, her türlü toplumsal değişimlere değil, sadece radikal mahiyetteki değişimlere karşıdır. Muhafazakârlar da değişimin önemini ve kaçınılmazlığını kabul ederler. Kabul edilir görülen değişim, yavaş ve tedrici olanıdır.

Klasik muhafazakârlığın fikir babası Edmund Burke’e göre, “bazı değişiklik araçlarına sahip olmayan bir devlet, kendisinin muhafazası için lüzumlu olan araçları mevcut olmayan devlettir”. Bu ifadeye göre, değişim yollarını tamamen tıkayan bir devletin kendi varlığı tehlike altında demektir.

Muhafazakâr felsefe, serbest piyasa ekonomisine klasik liberallerle anarko-kapitalistlere kıyasla oldukça ihtiyatlı yaklaşır. Bu felsefede, klasik liberal temelli serbest piyasanın, toplumsal zeminde bazı kesimler için zararlı olabileceği, toplumun dezavantajlı kesimlerinin bu uygulamalardan zarar görebileceği belirtilir. Bu sebeple, piyasa ekonomisinin toplumdaki dezavantajlı kesimlerin aleyhine olan sonuçlarının giderilmesi gerekir. Bunun sağlanması için devletin iktisadî hayata, vergiler, fonlar vb. yollarla müdahale etmesi ve bu kaynaklardan bazılarını dezavantajlı kesimlere sosyal güvenlik ve sağlık hakkı gibi sosyal devletçi politikalar yoluyla aktarması gerekir.

Muhafazakârlık, bu yöndeki düşünceleri itibariyle sosyal liberalizmle buluşmaktadır. Sosyal liberalizmdeki sosyal devletçi anlayış burada da söz konusudur. Cumhuriyetçi sosyal liberalizmdeki “sivik erdemler”in yerini, muhafazakârlıkta “geleneksel toplumsal değerler” almakta, bu toplumsal değerlerin, başta sosyal bir eğitim kurumu olarak işlev gören aile olmak üzere her türlü eğitim organizasyonları yoluyla bireylere aktarılması amaçlanmaktadır.

Geleneklere, geçmişten günümüze gelinceye değin birikmiş bilgilere, zamanın testinden geçmiş toplumsal kurum ve uygulamalara büyük ölçüde değer veren muhafazakâr düşünce, evrenselliğe şiddetle karşı çıkar. Çünkü evrensel düzeyde geçerliliği kabul edilen fikirler, değerler ve kurumlarla, muhafazakârlık açısından son derece ehemmiyetli olan bazı yerel ya da bölgesel değerlerin (gelenekler, tarihî tecrübe birikimleri, dinler, ahlâkî kaideler vd. toplumsal değerler) tam olarak bağdaştırılması mümkün değildir.

Muhafazakârlar her ne kadar evrenselliğe karşı çıksalar da, umumi kabul gören bazı değerlerin muhafazakârlarca da kabullenildiği söylenebilir. Mesela, evrensel düzeyde kabul edilen, hayat hakkı, düşünce, kanaat, ifade, din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkı gibi bazı hak ve hürriyetler muhafazakâr düşüncede de kabul edilir. Fakat muhafazakârlar, bunların sınırları konusunda, diğer ideolojilerden ayrılırlar. Muhafazakâr düşüncede, bunların alanları, klasik liberallere göre, toplumdaki hâkim telakkilerle uyumlu olarak değişen ölçülerde daraltılabilir. Mesela, bazı klasik liberaller, hayat hakkının muhtevasını, idamı dışlayacak şekilde kabul edebilir, hatta bu hakkın, geniş muhtevası ile birlikte evrensel bir değer olduğu iddiasında bulunabilirler. Muhafazakârlar, hayat hakkının varlığı konusunda evrenselcilerle buluşsa da, idamı hayat hakkının istisnası olarak kabul ederek, hayat hakkının muhtevasını, klasik liberallere göre daraltabilirler. Fakat muhafazakâr düşüncede burada sözü edilen hak ve hürriyetlerin hiçbirisinin varlığı, sırf evrensel oldukları gerekçesiyle mutlak reddedilmez.

Muhafazakârlıkta, bireyin, toplum içinde şekillendiği, toplumdan ve toplumsal değerlerden farklı ve bağımsız bir varlığının mevcut olmadığı kabul edilir. Gelenekler, kültür, duygu vb. unsurlar, bireyin kişiliğinin, değerlerinin ve düşüncelerinin oluşumuna katkı sağlar.

Muhafazakârlar, aydınlanmacıların akılcılık ve atomize bireycilikle alakalı fikirlerine yönelik getirdikleri eleştiriler kapsamında, toplumsal olanın bireysel olana karşı sahip olduğu önceliğe vurgu yaparlar. Bu ideolojinin birey anlayışı, bireyin değerini yücelten ve onun mükemmelliğine vurgu yapan klasik liberal düşüncelerden esaslı şekilde farklıdır.

Muhafazakâr düşünceye göre, bireyin toplum içinde, toplumsal menfaatlerle uyumlu olarak haiz olduğu hürriyet, onun temel hakkıdır. Birey hürriyeti, tarihî sorumluluklar ve ödevlerle birlikte gerçekleşebilir. Bireyler, hak ve hürriyetlerini kullanırlarken, toplumsal kurumlara ve geleneklere karşı mevcut olan sorumluluk ve ödevlerini de yerine getirirler. Hak ve hürriyetler, toplumda yaşayan bireylerin, tarihî bilinçlenmeleri, sorumluluk ve ödevleriyle birlikte gerçekleşir. Burada muhafazakârlık, klasik liberal felsefenin “hak”lara vurgu yapan anlayışından farklı olarak, cumhuriyetçi sosyal liberal felsefedeki “haklar”dan çok “ödevler”i öne çıkaran anlayışla uyumluluk içindedir.

Muhafazakâr ideolojide, toplumsal değerler, faydalar, ödevler ve sorumluluklar, bireysel hak ve hürriyetlere kıyasla üstün ve korunmaya değer görülür. Muhafazakârlıkla klasik liberalizmin en önemli farklılığı, birey ve topluma bakışlarında kendini göstermektedir. Muhafazakârlıkta, özellikle, cinsellikle alakalı hürriyet ve serbesti alanı klasik liberallerinkine göre oldukça daralmaktadır. Aile kurumu ve diğer toplumsal değerlerin korunması adına bu hürriyetin alanı değişen ölçülerde daraltılabilir.

Muhafazakâr düşünceye göre, bireyleri çevresinden ve tarihinden koparan liberal bireyci anlayış, gelenekler, yükümlülükler, sevgi, saygı vd. bazı manevi değerlerin yok olmasına sebep olabilir. Klasik liberal felsefenin vurguladığı bireycilik, serbest piyasa, hürriyet ve eşitlik gibi kavramlar, sosyal yapıyı zayıflatır, sosyal alışkanlıkları yok eder, bireysel tercihlerin sosyal yapı ve alışkanlıklara karşı üstünlenmesi neticesinde, modern birey yalnızlaşarak “Modern Leviathan”a çok daha kolay bir şekilde yem haline gelebilir.

Muhafazakârlık, uygulamada farklıklar gösterebilmektedir.

Muhafazakâr demokrasinin cari olduğu bir ülkede, liberal muhafazakârlık şeklinde ifade edilen telakkiye yaklaşıldığı ölçüde, hak ve hürriyetlerin alanı genişler; bundan aile ve cinsel tercihler de değişen ölçülerde etkilenebilir.

Muhafazakâr düşüncenin geçerli olduğu demokratik ya da anti-demokratik yönetimin cari olduğu seküler toplumlarda, bazı hak ve hürriyetlerin alanı değişen ölçülerde daralsa da, cinsel tercihler konusunda serbesti alanı, sekülerlikle bağlantılı olarak genişleyebilir.

Muhafazakâr demokrasinin cari olduğu ve toplumsal değerlerin belirmesinde geleneklerle birlikte, dînî (İslâm, Hıristiyanlık vd.) ve ahlâkî temelli etkileşimlerin söz konusu olduğu bir toplumda, toplumsal değerlerin önemi hak ve hürriyetlere kıyasla daha baskın hale gelebilir. Bu bağlamda, gerek diğer hak ve hürriyetlerin, gerekse cinsel tercihlerin alanı, ailenin, neslin, nesebin vb. toplumsal değerlerin korunması maksadıyla sınırlanabilir.

Muhafazakâr mutlâkıyetçi teokrasilerde, hak ve hürriyetlerin alanı çok daha fazla daralabilir; bundan cinsel tercihler de büyük ölçüde etkilenebilir. Bu bağlamda, cinsel tercih kapsamına dâhil çoğu fiiller men edilebilir.

Muhafazakâr Düşüncede Akıl

Muhafazakâr düşüncede aklın rolüne kısaca temas etmek isterim.

Muhafazakârlar, insan aklını tamamen reddetmezler; aklın kutsallaştırılmasına, hakikate ulaşmanın tek aracının akıl olması anlayışına karşı çıkarlar. Bu telakkiye göre, aklın gücünün abartılması, felaketlere yol açabilir.

Muhafazakârların akla bakışı şu şekilde özetlenebilir: “Duyu organlarıyla görülmeyen şeyleri inkâr ederek, tüm hakikatleri maddede arayanların (pozitivistler) akıllarının ihata alanı sadece gözleri ile gördükleri (madde) ile sınırlıdır. Pozitivist materyalist felsefede, insanlar arasındaki ilişkiler sadece maddi çıkar ilişkileri ve bağları ile sınırlı kabul edilir; insanlar arasında salt aklın sınırları haricinde şekillenen dayanışma ve kaynaşmayı sağlayan manevi toplumsal ve ailevî değerler görmezden gelinir; hatta akıl ölçeğinde bunlar lüzumsuz bile görülebilir. Muhafazakâr düşüncede insanlar, akıl ve muhakeme yürütümü yoluyla toplumsal değerlerin gerekliliğine inanabilirler; bunlar için çok sayıda gerekçeler geliştirebilirler. Bu iş yapılırken, akıl, çeşitli hisler, tecrübeler, hayatın pratikleri, tarihî birikimler vd. etkenlerle tamamlanmak istenir. Benzer şekilde, radikal mahiyette olmayan tedrici toplumsal değişim ve dönüşümlerin meydana gelmelerinde de aklî değerlendirmelerin rolü inkâr edilemez”.

Bazı Muhafazakâr kişiler, ailevî ya da diğer toplumsal değerleri hiç sorgulamaksızın kabul etmiş olabilirler. Bu durum sadece muhafazakâr toplumlar için geçerli değildir; hemen her türlü siyasî/seküler ideolojide ve dînî inanç sistemlerinde de benzer durumlar söz konusu olabilmektedir. Fakat bu durum, herkes için söz konusu değildir. Muhafazakârlar da, akıl, muhakeme, tartım ve değerlendirmeler yoluyla, muhafazakâr değerlerin gelişimine ve kısmî dönüşümlerine katkılar sağlarlar. Dini inançlar da dâhil olmak üzere, toplumsal değerler, salt nakilci bir anlayışla değil, akıl ve muhakeme neticesinde kabullenilir. Muhafazakârlar, akıl ve muhakemelerini, toplumsal değerlerin gelişimini sağlamak maksadıyla kullanırlar.

Muhafazakâr Düşüncede Ara Kurumlar

Muhafazakârlara göre, bireyler, hür kalabilmek için, devletle birey arasında yer alan ve kendilerine aidiyet, bağlılık, beraberlik ve dayanışma hissi kazandıran aile, din, yerel cemaatler vb. yapılara (ara kurumlar) ihtiyaç duyarlar. Bireyler, ara kurumların dayanışmacı ve güven veren yapısına dayanarak devletin otoritesine karşı, hem daha hür olurlar, hem de devlete karşı daha güçlü bir şekilde mücadele ederler. Bir diğer ifadeyle, aile, din vb. ara kurumların, bireyleri devletin baskıcı uygulamalarına karşı koruyacağına inanılır.

Muhafazakârlar, hürriyetin sadece birey ve devletin talepleriyle şekillenemeyeceğini, birey hürriyetinin ara kurumlara sağlanacak özerklikle sağlanabileceğini savunurlar. Bu vesileyle, ara kurumların zayıfladığı ve yıpratıldığı toplumlarda, bu kurumların korumasından mahrum kalan bireyler, ortaya çıkabilecek Otoritarizm ya da totalitarizmin kısıtlayıcı baskıcı uygulamalarına karşı savunmasız hale gelebilirler. Burada asıl mücadele, bireylerle devlet arasında değil, devletle ara kurumlar arasında meydana gelir.

Bu sebepledir ki, muhafazakâr düşünürlere göre, bireylerle siyasî iktidar ya da devlet arasında yer alan ara kurumlar, toplumsal ve siyasî düzen açısından büyük bir ehemmiyeti haizdirler. Beşeri varoluş açısından vazgeçilmez derecede önemli olan ara kurumlar, gerçekte toplumsal ve siyasî düzen için önemli işlevler icra ederler. Bireyler için iyi olan, liberalizmin iddia ettiğinin aksine, geleneklerin ve toplumsal ara kurumların ve kuralların öncülüğüdür. Bu düşünceye göre, aydınlanmacı klasik liberal bireyci anlayış, toplumsal hayatta uzunca süre kurumsallaşarak varlığını sürdüren ara kurumların önemini gözden kaçırmaktadır. Bu durum, toplumsal hayatta siyasî ve iktisadî ilişkileri tahrip edebilir; bireyler bunlardan zarar görebilir.

Muhafazakâr Düşüncede Aile Kurumu

Muhafazakârlara göre, geleneksel değerler içerisinde yer alan en temel toplumsal ara kurumlardan biri olan aile, üstlendiği birtakım sosyal fonksiyonlar sebebiyle toplumun en temel birimidir. Aile, hem toplumun en temel birimi, hem de geleneksel ahlâkın koruyucusu olarak kabul edilir. Muhafazakârın birincil önceliği, ailenin muhafazası, desteklenmesi, geliştirilmesi ve güçlendirilmesidir. Bu düşüncede, güçlü birey-güçlü aile- güçlü toplum ilişkilerine vurgu yapılmaktadır. Güçlü birey ile güçlü toplum arasındaki sarsılmaz bağlar, güçlü aile kurumu vasıtasıyla sağlanır. Toplumun güçlü ya da güçsüz olması, ailenin, birey ile toplum arasındaki sağlam bağların sürekliliğini sağlaması ile birebir ilişkilidir. Bu sebepledir ki, toplumun temel taşı mahiyetinde olan ailenin korunması devletin aslî görevlerinden biridir.

Muhafazakâr düşüncede, aileye atfedilen bazı temel fonksiyonlar mevcuttur; bunlar şu şekilde sıralanabilir: (1) özel hayatın gizliliği ve mahremiyetin muhafazası; (2) nesebin sahih hali ile muhafaza edilmesi; (3) bireylerin sosyal rehabilitasyonunun sağlanması; (4) bireylerin sosyalleşmeleri; (5) aile bireyleri arasında güçlü manevi bağların oluşması; (6) ailenin bir sosyal eğitim kurumu olarak işlev görmesi; (7) toplumsal değerlerin çocuklara kalıcı şekilde aktarılması yoluyla neslin devamının sağlanması; (8) bazı sınırlayıcı önlemlerle cinsel tercih alanlarının belirlenmesi; (9) güçlü toplumun menşeini teşkil etmesi.

Muhafazakâr düşüncede, aile, burada bahsi edilen temel işlevleri etkin bir şekilde icra etmek suretiyle toplumda çok önemli bir konuma sahip bulunmaktadır.

Aile Mahremiyeti ve Özel Hayatın Gizliliği

Ailenin temel işlevlerinden biri, mahremiyet alanına sahip olmasıdır. Aile, toplumda mahremiyetin temelini oluşturmakta, mahremiyet içinde aile bireyleri arasındaki karşılıklı ilişkilere kaynaklık etmektedir. Mahremiyetle birlikte, özel hayatın gizliliği ilkesi de burada ehemmiyet arz etmektedir. Evli kişilerin özel hayatındaki mahrem bilgilerin büyük ekseriyeti aile içinde söz konusudur. Muhafazakârlara göre, aile bireylerinin, aile dışındaki kişilerle paylaşmadıkları ve kesinlikle paylaşmayacakları birçok özel hayat ilişkilerinin, bir kısmı aile içinde söz konusu olmakta, özel mahrem bilgilerin birçoğu aile içinde paylaşılmakta ve orada muhafaza edilmektedir. Bu vesileyledir ki, mahremiyetin gereği olarak, toplumsal düzeyde teşhir edilmesi öngörülmeyen hayat pratiklerinin veya değerlerin merkezinde aile yer almaktadır. Muhafazakâr düşüncede, mahremiyetin korunmasına büyük ehemmiyet verilir.

Bireyler, mahremiyet kapsamında haiz oldukları aile içi sırları ile bütünlük içinde yaşarlar; mahremiyet içinde sahip oldukları aile içi sırlar, kişiliğine bağlı özel hayatının gizliliği hakkının temelini teşkil eder. Muhafazakâr düşüncede, aile mahreminin ve mahremde yer alan ailevi sırların diğer kişilere karşı muhafaza edilmesine büyük ehemmiyet verilir.

Modernleşmeci eğilimlerin büyük bir yaygınlık kazandığı günümüz dünyasında, aile mahremiyeti anlayışında meydana gelen ciddi aşınmalar sebebiyle, mahremiyetin alanının değişen ölçülerde daraldığına şahit olunmaktadır. Bu durum, muhafazakâr düşünürleri, aile mahremiyetinin korunması yönünde önlemlerin alınması konusunda yoğun çabalara ve hassasiyetlere sevk etmektedir.

Aile Bireyleri arasında Mevcut Olan Güçlü Manevi Bağlar

Aile, bünyesinde yer alan bireylere kendine has, özel bir sosyal çevre meydana getirmektedir. Aile bireyleri arasındaki sosyal bağlar, diğer kişilerle olan ilişkilere kıyasla çok daha sağlam ve güçlüdür. Aile, gücünü,  mahremiyet içinde, aile bireyleri arasındaki manevi bağların gücünden alır. Sağlam aile kültürünün en ayrılmaz ve olmazsa olmaz gereklerinden ve manevi bağlarından biri, karşılıklı sadakat ve güvendir. Karının kocayı, kocanın karıyı aldatması, kesinlikle bu aile yapısının kitabında yazmaz. Aile bireyleri arasındaki karşılıklı samimi içten sevgi, saygı, şefkat, fedakârlık, paylaşım, her türlü zorluklara ve külfetlere karşı fedakârlıkla birlikte karşı koymak, göğüs germek, menfaat eksenli değil sevgi, şefkat ve muhabbet eksenli ilişkilerin mevcut olması, bu manevi bağların en önemli olanlarıdır.

Ailenin Koruyucu İşlevi

Ailenin, içindekilerle ilgili koruyucu işlevi de vardır. İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak, uzun süre aile içinde korunaklı şekilde yaşamaya muhtaçtırlar. Aile, bireylerin korundukları, kendilerini koruyucu bir sığınakta hissettikleri ilk toplumsal çevredir. Ailenin, bireyleri koruma, kontrol etme görevlerini yerine getirmesi, muhafazakârlıkta aileyi kendisine değer atfedilen bir kurum haline getirmektedir. Bekir B. Özipek’e göre, “muhafazakârlığın kendisinden hareketle bir ideoloji olarak inşa edildiği en küçük ontolojik varlığın aile olduğunu söylemek abartı sayılmaz”. Bu görüşe göre, ailenin zarar görmesinden bütün toplumun zarar göreceğini hesap eden muhafazakâr akıl, bu temel varsayıma dayanmaktadır.

Burada ailenin bireyler yönünden koruyuculuğu iki yönlü olmaktadır.

Birincisi, esasen korunmaya muhtaç pozisyonda olan küçük çocukların, gerek aile içi gerekse aile dışı zarar verici fiillere karşı korunmasıdır. Aile büyükleri çocukların bu tür saldırılara karşı korunmaları için, onlara siper görevi görürler.

İkincisi, gerek aile içi ilişkiler gerekse toplumsal ilişkiler açısından olsun, ailevî ve toplumsal değerlere yönelik, yıkıcı düşünce, tutum ve eğilimlere karşı korunması.

İkinci işlev yönünden, aile, bünyesinde yer alan bireylerin, muhafazakâr değerlerle donanımlı olarak yetişmelerini sağlayarak, hem toplumsal değerler ekseninde kendi bütünlüğünü ve sağlamlığını, hem de toplumun, muhafazakâr değerler zemininde korunmasını sağlayan kurum olarak işlev görür. Bu konuda, devletin resmi eğitim kurumları ile aile birbirini tamamlayıcı yönde işlevler görür. Bunlardan birinin aksaması, yani birbirleri ile çelişen işlevlere yönelmeleri, çocukların eğitiminde çelişik duruma düşmeleri halinde, muhafazakâr toplum ve aile bundan çok ciddi zararlar görecektir.

Emile Durkheim, modern toplumda kollektif değerlerin çözülmesi neticesinde anomi ve yabancılaşma durumunun meydana geldiğini ifade etmektedir. Toplumda kollektif değerlerin çözülme alanı ailede başlar. Aile bireyleri arasındaki manevî bağların zayıflamasıyla birlikte bireyleri toplumsal dayanışmaya sevk eden sosyal bağlarda da zayıflamalar meydana gelir. Bu durum, esasen toplumsal çözülmelerin başladığı noktadır.

Bireylerin Topluma Hazırlanması

Muhafazakârlara göre, bireyleri topluma hazırlayan yegâne kurum ailedir. İnsanların toplumsal ilişkilerle tanışmaları ve başkalarıyla toplumsal ilişkiler kurmayı öğrenmeleri aile içinde olur. Aile, bünyesindeki bireyler için ilk ve en önemli sosyalleşme aracı işlevi görür. Bireyler, aile kurumunda aldıkları eğitici faaliyetler yoluyla içinde yaşadıkları toplum içinde yaşamaya hazırlanırlar. Ailenin kuşatıcılığı haricinde kalarak klasik liberal bireyci anlayışı benimseyen kişiler, toplumsal hayatta da, çoğunlukla bireysel tercihleri ile hareket ederek sosyallikten uzak bir hayat yaşarlar. Toplumsal dayanışmadan ziyade bireysel çıkarcı rekabetler öne çıkar.

Exit mobile version