Halil, sâdık dost. Halilullah, Allah’ın dostu, Hz. İbrahim (A.S.). İbrahim Aleyhisselam, şirke zerre kadar prim vermemiş, putları kırmış, ama dosta karşı her türlü putu. Nefis putunu, kibir putunu, benlik putunu, menfaat putunu vs. Birçok bâdireden geçmiş, maruz kaldığı her türlü imtihan ve meşakkate sabırla katlanmış, imanın zirvesine çıkmıştır. Çağının nemrutlarına, fir’avunlarına meydan okumuş, Rabb’inin “dostum” iltifatına mazhar olmuştur. Rabbi onun dostluğundan razı olmuş ve onu yakmak için yakılan dağlarvâri ateşleri, onun lehinde serin ve selametli kılmış ve gülzâra çevirmiştir. Demek ki Allah’a hakiki manâda dost olana Allah da her şeyi musahhar kılar. Emrine verir, hizmetkâr yapar.
Dost; sevgilidir, yârdır. muhibdir, mahbubdur. Yolda yoldaştır. Cân-ı gönülden arkadaştır. Karşılıksız ve şartsız sever, diğerkâmdır. Dostunu kendi nefsine tercih eder. Dost olabilmek için samimiyet sınavından başarıyla geçmek gerekir.
Dostların mesleği haliliyedir. Meşrepleri hıllet’tir. “Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş” olmayı gerektirir.
Dost odur ki, hiç tereddüt göstermeden öldürülmesi muhakkak ve kesin olan bir gecede onun yerine, dostunun yatağına yatar. Ona “Haydâr-ı Kerrâr” derler. Allah dostlarının şâhı olur. Cennetle müjdelenir.
Yine gerçek dost odur ki, dostu için dostuyla beraber vatanını terk eder, hicrete çıkar. Mağara arkadaşı olur. Ona haşerât zarar vermesin diye mağaradaki bütün delikleri tıkar. Ancak tıkayamadığı, tıkamak için herhangi bir parça bulamadığı deliğe ise ayağını koyar ve dostu muhafaza için yılana sokulur. Aslında bütün varlığını dostuna fedâ etmiştir. En zor gününde yanında olmuş “Sıddîk” ünvanını almıştır.
“Dost cemali benzer Güneşe, Aya.”
Dostun cemali gündüz güneş gibi, gece ay gibi aydınlıktır. Aydınlatır bulunduğu mekânı, zamanı ve çağları. Kapkaranlık bir toplumu zulümâttan nura çıkarır. Medeni milletlere üstad eyler. Onu gören huzura erer, yüksek makamlara çıkar. Gamdan, kasavetten kurtulur. O kurtuluşa vesiledir, emindir. O cemali gören, görür görmez “bu simada yalan olmaz” der ve ona dost olur. Ona dost olanlar onun izinden zerre kadar ayrılmazlar. “Bize denizi göster girelim” derler.
Çağımızda da büyük dostluklar yaşanmıştır. Bunlardan biri de Bediüzzaman Hazretleri ile Ahmet Hüsrev Efendi’nin dostluğudur. Ahmet Hüsrev Efendi Isparta eşrafından varlıklı bir ailenin çocuğudur. Genç bir devlet memurudur. 32 yaşındadır. Bir gün memleketinin bir köyüne doğudan büyük bir âlimin sürgün geldiğini duyar. Birkaç tane suali vardır. “Allah dostunun yanına yürüyerek gidilir” diyerek dağları aşar ve huzura varır. Ona talebe olur, dost olur. Davasını davası bilir. Hayatının kalan kısmını onun davasına vakfeder. Bütün mal varlığını ve aile hayatını da onun uğruna fedâ eder. Hatta ömrünün bir kısmını dahi ona vermek ister. Çünkü artık o güneşe bağlanmıştır. O nurun aydınlığında bulacağını bulmuştur. Bu uğurda hapisleri, eziyetleri, baskıları göze alır. Tevafuklu Kur’an’a hattat olur. Defaatle külliyatı yazar. Tek başına bir matbaa gibi çalışır. Dostuna hayr’ul halef olur.
Aşk ehli de Niyazi Mısri gibi her mekânda ve zamanda dost çağırır. Artık dosttan başkasını görmez olmuştur. Dost da fani olmuştur.
“Bakıp cemali yâre
Çağırırım dost dost
Dil oldu pare pare
Çağırırım dost dost”…
Bir de dost nazarı vardır. İşte o nazar ayıplara kapalıdır. Eksik ve kusurları görmez.
“Bin cefalar etsen almam üstüme.
Gayet şirin geldi dillerin dostum.” der.
Dostun eziyeti, mihneti cefası dosta hoş gelir. Hiç üstüne alınmaz. Yaralayan dilleri dahi şirin gelir. O artık bir kere bağlanmıştır. Göz kusurlara kapanmıştır. Onun her hali hoştur. Kahrı da hoştur, lütfu da hoştur.
Bazıları da;
“Dostun gül cemali cennettir bana.” der.
Dostun çehresi, yüzü her zaman güzeldir. Cemâl ile tesmiye edilir. Cemâl hüsündür, güzelliktir. Ve güle benzetilir. Gül ise Muhammed (sav) teridir. Çiçeklerin şâhıdır. Bülbülün feryâdıdır. Goncadır ve dostun cemâlidir. Böyle bir cemâl dosta cennet gibi gelir.
Yine de dostluğun, sadakatin, vefanın zirvesi kara topraktır.
“Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârim kara topraktır.”
Toprak herkesi ayırmadan bağrına basar. Kimlik sormaz. Dilini, ırkını sormaz. Rütbesini, makamını, mal varlığını sormaz. Bütün sırlarını, ayıplarını gizler, örter ve seni müşfikane bir şekilde bağrına basar. Mütevazıdır. Seni üzerinde taşır. Gerçek bir dosttur.
Ya uzaktaki dostlar…
“Ben dost yüzün görmez isem,
Bu gözlerim nemdir benim”
Dost yüzünü görememek hicrandır, hasrettir. İnce bir sızıdır. Dosttan ayrı düşenin yüzü hiç gülmez. Gözleri hep nemlidir ve uzaklardadır. Kamışlıktan kesilmiş, dostlarına hasret kalmış bir ney gibi iniler. Ve sonra enfüse döner. Aradığını içinde arar.
“Yine haber geldi dostun elinden,
Durmayıp sevdiğim gelesin demiş.”
Dosttan haber gelmiş. Sevdiğini çağırırmış. Bergüzar göndermiştir. Derdini, sıkıntısını dostun basiretine bırakmış. Açmamıştır. Saldığım haberden bilesin demiş. Artık buralarda durulur mu? Karlı dağlar yol olur. Uzak mesafeler yakın olur. Aşılmaz geçitler yol verir. Dosta gitmenin bir çaresi bulunur. Bulunur bulunmasına ama bazen de dosta gitmeye ömür yetmez. Dost yolunda, bir han odasında can verir garip.
Yunus’la bitirelim sözü.
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Ne mutlu dost gönüllülere… Gönüller yapanlara. Davası dostluk olanlara. Dostluk türküleri söyleyenlere.
“Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın.”
Giden dostlar unutulmaz. Unutulmasın.
Kalanlara selam olsun.