Üretelim ama ne üretelim diye başlattığımız yazı dizisinin sonuncusuna hoş geldiniz. İlk yazımızda kaynakların sınırlı olduğundan, ancak stratejik kimi alanlara yönelik itibarın kaynaklarla sınırlandırılamayacağından bahsetmiştik. İkinci yazımızda ise gıda güvenliği için yerli ve milli olmanın önemi ve minimum standartların neler olması gerektiğini tartıştık.
Şimdi, en az gıda güvenliği kadar kritik bir sektörden bahsetmeyi planlıyoruz. Evet bize göre en önemli ikinci sektör bilgi güvenliğidir.
Gıda güvenliğinin sağlanması için yüksek teknoloji gerekmez. Özelliği itibariyle Allah vergisi verimli topraklar ve aklı başında yerli ve milli yöneticiler varlığı yeterlidir. Küresel gıda kartelinden kurtarabildiğiniz tohumluğunuzu yeniden verimli topraklarla buluşturmak problemin aşılmasında ilk adım olacaktır. Gerisi azimle çalışmaktır.
Gelelim bilgi güvenliğinin tesisi ve kaynak bulma meselesine!
Ben mühendis değilim. Dolayısıyla bilgi güvenliği için nelere ihtiyaç vardır. Yani teknik alt yapı için ne gereklidir bilemem. Ancak bildiğimiz şey bunu başarmak için olmazsa olmaz insan sermayesinin varlığı ve finansal gücün nasıl ve nereden bulunacağıdır. Bu iki sorunsala yönelik görüşlerimizi sizinle paylaşmayı uygun gördük.
Bize göre uluslararası boyutta bilgi güvenliği standardından oldukça uzağız. Ancak asıl problem ne kadar uzak olunduğunun bilinmemesi ve bu eksikliğin giderilmesi için insan ve teknik alt yapının da yeterli olmamasıdır. Teknoloji akıl almaz bir hızla gelişmeye ve değişmeye devam ediyor. Bu durum takibini de oldukça zorlaştırıyor. Bu sorunla baş etmenin en akılcı yolu kamu- özel sektör ve üniversite iş birliğinin gelenek haline getirilmesidir.
Dünya sıralamasında üstlerde yer alan üniversiteler incelendiğinde, öğretim üyesi kadrosunun da öğrenci profilinin de uluslararası olduğunu görürsünüz. Üniversiteler bu dışa açık politika ve eylemleri nedeniyle çağın teknolojik gerekliliklerine ayak uydurabildiği gibi, yön de vermektedir. Yani teknolojiyi takip eden değil geliştiren kurumlardır.
İnsan sermayesi ne demektir? İnsan sermayesi ülkelerin ihtiyacı olan eğitimli insan gücüne sahip olma durumunu ifade eder. Bu sermaye doğrudan öz kaynaktan tedarik edilebileceği gibi dış kaynaktan da bulunabilir. Tarihi kanıtlar başarılı örneklerle doludur. Bu konuda ABD’nin başarısını yok sayamayız. Günümüzde bu olgu beyin göçü olarak tanımlanmaktadır. Evet bakıldığında üç sahada çalışma gerekir. Öz kaynaklardan insan temini ve eğitimi, tersine beyin göçünün sağlanabilmesi ve dış kaynaktan parlak ve yetişmiş beyinlerin cazibe merkezi olabilmek.
Ülkeni ve üniversiteni bu beyinlerin cazibe merkezi yapmak için ne yapmalısın?
İnternette uluslararası eğitim bursu veren ülke ve üniversite diye aratıldığında karşınıza çıkan görüntü cazibe merkezi nasıl olunacağıyla ilgili ipuçları verecektir. Burs sadece parasal yardım olarak algılanmamalıdır. Dolayısıyla eğitim kalitesi ile burs sıralaması arasında kuvvetli bir bağlantı görmek te şaşırtıcı olmayacaktır. Bu konuda strateji geliştirmek te bizim işimiz değil. İlgili kurum ve kuruluşlara çok iş düşmektedir.
Gelelim sektörün geliştirilmesi için finansal kaynak bulmaya!
Öz kaynaklarla tüm kritik sektörlerin yerli ve milli yapılması mümkün değildir. Kalkınma literatürü ülkelerin hızla kalkınması için lokomotif bir öncü sektörün seçilmesi ve desteklenmesi gerektiğini söyler. Kısıtlı imkanların tek sektörde yoğunlaşması hem kaliteyi artırır hem de maliyetleri düşürür. Bu da sizi küresel rekabette bir adım öne geçirir. En azından bu işin teorisi bu şekilde yazılmıştır.
Ancak uluslararası ticaretin matematiği bu kadar basit değildir. Ürettiğin her şeyi ne kadar kaliteli ya da ucuz üretirsen üret satamazsın, sattırmazlar. Bu çerçevede tek bir sektöre yönelmek finansal olarak mantıklı gibi görülse de stratejik açıdan kimi sıkıntıları da birlikte getirir. Bunu aşmanın en mantıklı yolu uluslararası iş birlikleri gibi gözükmektedir. Tek sorun ise partnerin doğru seçilmesidir.
Dünya Ticaret Örgütünün misyonu küresel ticareti kolaylaştırılmasıdır. Ancak 1980’ler sonrasında görmeye başladığımız yeni korumacılık eğilimleri senin ürününün pazara girmesini engellemek için türlü çeşit yol ve yöntemleri kullanır. Yazıyı uzatmamak için yeni korumacılık hakkında ayrıntıya girilmeyecek.
Küresel aktörlerin sıkışıklığı aşmak için geliştirdiği yol ve yöntemlerin en basiti ikili ticari anlaşmalardır. Söz konusu iş birliklerinin en kompleks olanı ise siyasi birliktir. Bu birliklerin en büyük özelliği pazarı ve sermayeyi birleştirerek yeni hareket alanları açabilme yeteneğidir. İşte sermaye bulmanın en hızlı, en güvenilir ve en kolay yol ve yöntemi uluslararası ikili ticaret anlaşmalarıdır.
Yakın geleceğe yönelik tahminler gerek mal ticareti gerekse finansal akımlar açısından Doğu Avrupa (eski Demirperde), sahra altı ülkeleri ve uzak Asya gibi bölgelerin önemine vurgu yaparken, halen dış ticaretimizin %60’a yakın bir miktarını AB ülkelerine yapıyor olmak sizce kolaycılık mıdır?
Görüş ve önerilerinizi önemsiyoruz. Lütfen bizimle paylaşın. Sağlıkla kalın, hoşça kalın dostlar.