Davranışları isimleriyle uyumlu insanlar için “ismiyle müsemma” tabirini kullanırız. Hatta adı konana çeksin diye devlet erkanının, aile büyüklerinin, milli kahramanların ismi çoklukla tercih edilir.
Adı konduğu için mi huyu çeker, yoksa huyu benzeyeceği için mi kalbimiz o isme meyleder bilmem ama isimlerin karaktere etkisi artık neredeyse genel kabul görmüş bir olgu.
Cenabı- Hakkın gözünde eşref-i mahlukat, meleklerin gözünde yer yüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak bir toplum olarak bize niye insan denmiştir meselesi ise biraz karışık.
Kimine göre insan, unutmakla irtibatlandırılmıştır ve نسی nesiye kökünden türemiştir; kimine göre doğal olarak medeni anlamında üns اُنس köküyle. Kimine göre ise her şeyi sonradan öğrendiği ve öğrenirken yardıma ihtiyaç duyduğu için inas اناس kelimesinden türemiştir.
İnsan, nisyanla maluldür tabiri zannımca bu irtibat sebebiyle dilimize yerleşmiştir. Bu unutmanın içinde Rabbine verdiği söz de vardır, hayatı çekilebilir kılan unsur da vardır. Gerçekten unutmak olmasaydı insan, mazinin dipsiz kuyularında, geçmişin pişmanlıkları ve hesaplaşmaları içinde rehin kalacak, bırakın yarını, bugünü bile göremeyecekti.
Allah’ı unutan; bu yüzden (Allah’ın da) onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! ayeti unutmaktaki bu iki manayı bir cihette nazarımıza verir. Mademki kişinin cezası amelinin cinsindendir, o halde Rabbine verdiği sözü unutan kişi hak ettiği karşılığı elbette bulacaktır.
Bununla birlikte insana sosyal bir varlık denmesi, hayatını devam ettirebilmek için başkalarının yardımına, desteğine ihtiyaç duymasından ileri gelir ki bugün ekonominin temelini oluşturan ticaret bu esasa dayanır. Herkes, her şeyi üretemeyeceğine göre, bende olan sana, sende olan bana yoluyla insan hayatta kalır. Hayatta kalmak için başkasına muhtaç olan insanı, hücre (haps-i münferid) ile cezalandırmak bunun içindir ki cezaların en şiddetlilerindendir.
Neyse ki insanda ünsiyetin bir başka boyutu olan alışmak var. Bu alışmak bazen değişen hayat şartlarına dairdir. Böylelikle soyu kesilen, türü yok olan mahlukat karşısında insan var kalabilmiştir. Hem de yüzmekte kendisiyle yarışamayacağı balıkları, kuvvetçe kendisine nispeti mümkün olmayan fil, inek, deve gibi hayvanları ve uçabilen sinek, serçe gibi canlıları geride bırakarak.
Dahası, alışmak ile unutmak arasında da bir mana ilişkisi bulunur. Bir işle sürekli ve belli metotlarla iştigal eden insanların, işin alışılagelmişin dışında farklı bir şekilde yapılabileceğine inkarcı bir yaklaşım sergilemesi bu ilişkinin bir neticesidir. İşletme körlüğü diye tarif edilen bu husus işin esasında bizim alışmak dediğimiz şeyin ta kendisidir. Kötü kokunun zamanla etkisini yitirmesi, daha az rahatsız edici olması ve nihayetinde bizim nazarımızda yok olması da yine alışmakla alakalıdır.
Bu itibarla alışık olmak kişiler için sevdirici bir unsur olarak karşımıza çıkar. Söz gelimi her gün gelip geçerken rastlaştığımız insanlarla sosyal ilişkileri daha rahat kurarız veya sürekli gördüğümüz insanlardan bize zarar gelmeyeceğini düşünürüz. Bunun için olsa gerek ki Kur’an’da ezelden ruhlarının birbirine aşina olması, Allah’ın insanları birbirine sevdirme sebebi görülmüş ve bizim alışma diye bildiğimiz his ünsiyet olarak isimlendirilmiştir.
Hayatı kolaylaştıran ve beşeri münasebetleri kolaylaştırıcı bir unsur olarak ünsiyet kimi zaman bizim için aldatıcı da olabilir. Çünkü insan kötü kokuya alıştığı gibi mesela nimete de alışır, kötülüğe de alışır. Hâlbuki nimete alışmak nankörlüğü doğurabildiği gibi, kötülüğe alışmak da kötülüğün reddi anlamına gelebilir.
Yine benzer şekilde aslında bir ceza olarak çölde mahsur kalan Yahudiler, günde iki öğün olarak kendilerine kudret helvası ve bıldırcın inmesine alışmışlar ve “bize patates, soğan, mercimek gibi yerin bitirdiklerinden insin” demek suretiyle ünsiyetin nasıl nankörlük halini alabileceğini bize göstermişlerdir.
İnsandaki alışma sebebiyle olsa gerek ki günah işleyen kişinin hemen tövbe etmesi tavsiye edilir, çünkü insan alışır.
İnsan nimete alıştığı gibi suça da alışır, günaha da alışır. O kadar alışır ki suçu ve günahı tövbe ile pişmanlıkla temizlemezse kökleşir.
Netice itibariyle hem ünsiyette hem nisyanda müspet unsurlar, menfilerle dip dibe gelir. Hangisine meyledeceği ise insanın imtihanıdır.
Böylelikle denilebilir ki insan, ünsiyet ile nisyan arasında sıkışmış, ismiyle müsemma bir tılsımlı fihristedir.