İsrail’in Meşru Müdafaa Safsatası
Korsan İsrail Terör Devleti kendini haklı çıkarmak için Gazze’ye yönelik saldırılarını “meşru müdafaa” kapsamında yaptığını söylemektedir.
Konumuz açısından bu iddianın haklılık derecesinin tespiti önem arz etmektedir.
Bir diğer ifadeyle, İsrail’in soykırımdan da beter bu insanlık suçunun üzerini örtmek için meşru müdafaa iddiasında bulunması ne kadar haklıdır? Sorusunun cevaplaması gerekir.
İsrail, 75 yıldır faşizmin Yahudi versiyonu olan Siyonist hedeflerine ulaşmak için sürekli haksız işgaller, gasplar, zulüm ve katliamlar gerçekleştiriyor. Katliamların sonuncusu ve en zalimcesi 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana hunharca işlenmektedir.
Korsan İsrail Terör Devleti 75 yıldır Filistin’lilerin yurtlarını sürekli işgal etmekte ve her işgal girişimi sonrasında, Filistin’lilerin bazı toprak parçalarını kontrolü altına almaktadır. İşgaller yetmiyor gibi, bir de, Filistin’liler, İsrail’in tahakkümü ve izolasyonu yoluyla kendi yurtlarında bir nevi açık cezaevinde yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Bu haksız, hukuksuz, zulmânî işgal ve tecrit eylemlerine karşı, Gazze’li Müslüman’lar, Hamas’ın öncülüğünde, 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği eylemlerle, vatanlarını Siyonist işgal ve zulmünden kurtarmaya ve mutlak şekilde uygulanan kuşatmayı kırmaya yönelmiş durumdadır.
İsrail’in haksız “meşru müdafaa” iddiasına karşı, asıl Hamas’ın öncülüğünde Filistin’li Müslüman’ların İsrail’e karşı gerçekleştirdikleri eylemler, BM Antlaşmasının 51. maddesine göre “meşru müdafaa” kapsamına girmektedir.
Bu vesileyle Filistin’in, uluslararası hukuka uygun bir şekilde kullandığı “meşru müdafaa” kapsamındaki eylemlerine karşı, işgalci İsrail’in soykırım ve insanlığa karşı suç boyutlarına ulaşan organize karşı saldırılarının, uluslararası hukuk açısından, bir “meşru müdafaa” hakkının kullanımı olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Burada İsrail’in “meşru müdafaa” iddiasını haksızlaştıran iki durum söz konusudur:
Birincisi, İsrail’in, Filistin’li Müslüman’ların yurtlarını uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal etmiş olması ve Filistin’lilerin de, bu işgal girişimine karşı meşru eylemlerde bulunmalarıdır. Burada, haksız olan işgalci İsrail, haklı olan da Filistin’li Müslüman’lar olduğu için, “meşru müdafaa” iddiasında haklı olan Filistin’lilerdir.
Aksi halde, herhangi bir işgalci ülkenin, önce bir başka ülkeyi işgal edip, sonra da onların tepkisi ile karşılaştığında, kendisinin meşru müdafaa halinde olduğunu iddia etmesi gibi hukukla, adaletle, insaf ve vicdanla bağdaştırılması imkânsız olan bir durum ortaya çıkar.
Meşru müdafaa, haksız saldırılara ya da oransız güç kullananlara karşı gerçekleştirilir. Hele ki haksız saldırıda bulunanlar, soykırımdan daha dehşetli katliamlar gerçekleştiriyorlarsa ortada meşru müdafaadan değil, zulümden, haksızlıktan, gayrı insaniliklerden söz edilir.
İkincisi, İsrail, saldırılar yoluyla, Hamas’ın silahlı unsurlarını değil, tamamen savunmasız, korumasız, silahsız, masum sivilleri hedef almaktadır.
İsrail’in Filistin’e yönelik işgalini ortadan kaldırmak için, Hamas tarafından gerçekleştirilen eylemlerden bahisle, İsrail’in meşru müdafaa adına, bu saldırılarla uzaktan yakından alakası olmayan masum kişileri öldürmesi katliamın gayrı insanilik boyutunu en üst seviyelere çıkarmaktadır. Burada, tamamen masumlara yönelik bir katliam söz konusudur.
İsrail’in, mazlum, masum, korumasız Gazze’li sivil Müslüman’ların üzerine katliam yapmak için sürdüğü tüm silahlı unsurları tanımlamak için kullandığı, “İsrail Müdavaa Güçleri” şeklindeki adlandırmada yer alan “müdafaa” kelimesini, “meşru müdafaa hakkı” iddiasını güçlendirmek için kullanarak algı manipülasyonu oluşturmayı amaçlamaktadır.
Bu silahlı unsurların, Gazze’de sistematik katliam ve soykırım saldırılarını yürüten bir terörist caniler şebekesi ve katiller güruhu olarak nitelenmesi daha isabetli olacaktır.
ABD ve Avrupa’da İsrail Mezalimine Karşı “VİCDAN” Ayaklanması
İsrail’in, Gazze saldırılarını başlattığından bu yana, dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanlar ve kuruluşlar, Gazze’de yaşanan masum, korumasız sivillere yönelik katliamlara karşı yoğun ve yaygın protestolar yapmaktadırlar.
ABD ve müttefiklerinin, İsrail’in vicdanları yakarak yok eden katliamlarına destek vermelerine yönelik de, bu ülkelerde, yaygın şekilde tepkiler meydana gelmektedir.
Bu protestolar, kimler tarafından, hangi ülkelerde yapılırsa yapılsın, genel olarak “insanî” hassasiyetleri, küresel ahlak ve vicdan sahiplerinin tepkisini yansıtmaktadır.
Bu tepkileri verenler, sadece Müslüman’lar değildir; “VİCDAN” sahibi her türlü insanlar, bu tepkileri vermektedirler. Bu ülkelerde, İsrail’in katliamlarına ve bu katliamlara mutlak destek veren yönetimlere karşı “VİCDAN” sahipleri ayaklanmış durumdadır.
Gayr-ı Müslim bazı Amerikalı kız ve erkek öğrencilerden, Filistin’deki katliamlara tepki kapsamında Müslüman’larla yaptıkları “VİCDANİ İTTİFAK” kapsamında Kalifornia Üniversitesi bahçesinde namaz kılanlar bile var.
Bunun manası, inanç, fikir, hayat tarzı vb. farklılıkları mevcut olsa da, VİCDAN sahiplerinin meşru hakların korunması konusunda güç birliği yapmalarıdır.
Bu ülkelerin yöneticileri, başta PKK olmak üzere Türkiye karşıtı terör örgütlerinin gösteri eylemlerini meşru görerek koruyucu önlemler alırlarken, İsrail’in soykırım eylemlerini vicdani saiklerle tel’in eden protesto eylemlerini, şiddet uygulayarak bastırmaya çalışıyorlar.
Batı’da İsrail’in katliamlarını lanetlemeye yönelik protesto eylemleri, çok yaygın bir şekilde “ÜNİVERSİTE”lerde de meydana gelmeye başladı. Amerika’da protesto eylemlerine katılan öğrencilerin çoğu, İsrail ordusunun Gazze’deki eylemlerini, haklı olarak, Filistin’lilerin haklarına, topraklarına ve kültürlerine yönelik 70 yılı aşkın süredir devam eden baskının bir devamı olarak görüyor. Protestocular, Amerika’da kayıtlı öğrenci olarak okudukları okulların Gazze’deki soykırıma karşı durmasını istediklerini söylüyorlar.
Benzer eylemler, başta Almanya olmak üzere, çoğu Batılı ülkelerdeki Üniversitelerde de meydana gelmektedir.
Hem Amerikan yönetimi hem de diğer Batılı ülkelerin yöneticileri, Üniversitelerde meydana gelen bu eylemlerden aşırı derecede rahatsızlar. Yani istiyorlar ki, üniversite gençliği, vicdanlarını köreltsinler, zulüm ateşinde yaksınlar, İsrail’in vicdanları tahrip eden katliamlarına karşı tepki vermesinler, hatta destek versinler. Bunun manası, Batılı ülkelerin, üniversite gençliğini, kendi vicdansızlıklarına mutlak olarak ortak etmek çabasıdır.
Elbette ki, dini inancı, siyasi fikirleri çok farklı olmakla birlikte, insan haklarına odaklanan, VİCDAN sahibi üniversite gençliği, bu politikalara şiddetle karşı çıkıyorlar.
Aslında, bugüne kadar uluslararası alanda devletlerin ya da bazı uluslararası aktörlerin İsrail’e karşı uygulanmasını istemeleri gereken ambargo ve yaptırım taleplerini, vicdan sahibi bireyler ve kuruluşlar yapmış olmaktadırlar.
7 Ekimden bu yana gerçekleştirilen sivil protestolar, başta ABD olmak üzere İsrail’e destek veren bütün müstemleke devletler tarafından çok dikkate alınmamıştı. Genellikle bazı önlemlerle bunlar savuşturulmaya çalışıldı. Özellikle ABD’de üniversitelerde Filistin’lilere yönelik destek eylemlerinin artması ve ABD’nin İsrail’e sağladığı maddi desteğin kesilmesi yönündeki çağrıların çoğalması üzerine, bu eylemlere karşı alınan tedbirler çok sert olmuştur.
Bu öğrenciler, üniversite kampüslerinde, ellerinde pankart ve afişlerle, kamu düzeni ve güvenliğini bozacak şiddet eylemlerine başvurmaksızın, meşru, hukuki yollarla Gazze’deki katliam ve soykırımın durdurulmasını ve ateşkes yapılmasını istemiş olsalar da, güvenlik güçlerinin hayli orantısız güç ve şiddet kullanmasına maruz kalmışladır. Orantısız güç kullanımını meşrulaştırmak için, Üniversitelerdeki Filistin’liler lehine protesto eylemleri “Üniversitelerin hukuka aykırı olarak işgal edilmesi” olarak nitelenmektedir. Filistinlileri desteklemek maksadıyla yapılan protestolarda sadece “Filistin’e hürriyet” ifadesinin kullanılması, onların tutuklanmaları için yeterli görülmektedir.
ABD’deki üniversitelerde, güvenlik güçlerinin, hukuki sınırlar içinde kaldığı herkesçe görülen Filistin lehine gösterileri gerçekleştiren binlerce öğrenciyi ters kelepçeyle, coplayarak ve hatta plastik mermi ve keskin nişancıların da desteğiyle gözaltına almaktadır. Bu uygulamalarla, dışardan “HÜRRİYETLER(!)” diyarı olduğu zannedilen ABD’nin, dünyanın gözleri önünde cereyan eden Gazze’deki soykırımın protesto edilmesi karşısında, bu masumane ve barışçıl toplantı ve gösteri hakkı ile ifade hürriyetini nasıl hiçe saydığını tüm dünya kamuoyu görmüş olmaktadır.
Güvenlik güçlerinin zorbalıkları yanında, bazı üniversite yönetimlerinin de, soykırıma maruz kalan Filistin’liler lehindeki protesto gösterilerine katılan öğrencilere karşı derhal ihraç ve okuldan uzaklaştırmaya yönelik soruşturma tedbirlerine başvurduğuna şahit olunmuştur. Ayrıca bazı üniversitelerde, bu meşru protesto eylemlerine katılanlara mezuniyet belgesi vermedikleri de görülmektedir.
Gösterilere katılan öğrencilere destek veren üniversitelerin öğretim üyelerine karşı da, benzer tedbirler uygulamaya kondu. Hatta Gazze’deki soykırımı kınayıp, İsrail aleyhinde açıklama yapan bazı rektörler, ya özür dilemek ya da istifa etmek zorunda bırakıldı.
Columbia, Harward, Yale, New York, MIT, G. Washington ve Ohaio State gibi HÜRRİYETÇİ oldukları imajı verilen üniversitelerin yönetimlerince acilen devreye sokulan aşırı güvenlikçi tedbir ve uygulamaların arkasında, ciddi miktarlardaki yardım ve bağışlarla bu üniversiteleri fonlayan SİYONİST zihniyetli işadamı ve firmaların, bu mali desteklerini kesme tehdidinde bulunmalarının yattığına özellikle dikkat çekmek gerekir.
Bu durum, eğitim ve araştırma faaliyetlerini ciddi bağış ve yardımlarla sürdürebilen ABD üniversitelerinin, bağış ve yardım sahiplerinin adeta emrinde ve güdümünde hareket etmek zorunda oldukları gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu arada ABD’deki üniversitelerde Siyonist zihniyetli kişi ve kuruluşların izin verdiği kadar tartışma ve bilim yapılabilir, ifade hürriyetinin sınırlarını bunlar belirler hale gelmiştir.
Dünya, insan hakları, hürriyet, demokrasi, çağdaşlık, ileri medeniyet, bilimsellik vb. söylemlerle hareket eden, kendisini bu insanî değerlerin bayraktarı olarak pazarlayan ABD’de, protestoların yapıldığı üniversitelerde tutuklanan, kendilerine karşı çok sert güç uygulanan profesörler ve öğrencilerin yaşadıkları vahim hadiselere şahit olmaktadır.
Bu sert önlemlerin temelinde, üniversite öğrencilerinin Gazze’deki insani felaketin sona erdirilmesi noktasında, küresel vicdanın etkin bir sesi ve aktörü olmalarının, Siyonist işgalci İsrail’in amaçlarına zarar verebileceği düşüncesi yer almaktadır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Amerika ve diğer müstemleke ülkeleri, İsrail’in işgalci Siyonist emellerinin gerçekleştirilmesi için, Üniversitelerdeki hürriyetçi ortamı yok etmekte; İsrail’in vahşi katliamlarına direnen Vicdan sahibi Üniversite camiasının haysiyet ve onurunu hayasızca katletmeye çalışmaktadırlar.