PARAYLA SATILMAYAN VE ALINAMAYAN EN BÜYÜK SERVET: GÜVEN (2)

Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende oldukları, Mü’min de insanların can ve malları konusunda kendisinden emin oldukları kimselerdir

(Hz. Muhammed)

Güvenin Devamı ya da Kalkması

İnsanlar arasındaki ilişkilerin doğru bir şekilde yönetilmesinde ve etkili iletişim sürecinin yaşanabilmesinde son derece ehemmiyeti haiz olan güven hissî, hem varlığı hem de yokluğu ile hayatın her anında hissedilebilmektedir.

Güven, harici ve dâhili çeşitli etkilemelere karşı hassas, sürekliliğinin sağlanması  dikkat, itina, çaba ve özeni gerektiren soyut bir olgudur. Güvenin devam ve bekasının sağlanması, varlığının zayıflaması ya da ortadan kalkması çeşitli şartların varlığına bağlıdır.

Güvensizliği besleyen, tetikleyen ya da güveni tahkim ederek güçlendiren çeşitli etkenler mevcuttur. Bu etkenlere bağlı olarak zaman içinde ya güvensizlikler derinleşir ya da güven ziyadeleşir. Her ikisinin de, mutlak garantisi mevcut değildir. Değişen şartlara bağlı olarak bir anda güvenilen dağlara karlar yağabilir; güve dibe inebilir.

Bazen güven, uzun yıllar devam edebilirken, bazen değişen süre aralıklarında zayıflamakta ya da ortadan kalkabilmektedir.

Uzun vadeli hesap yapan insanlar ve kurumlar, itibar ve güven sarsıntısı ya da yıkımı ile karşılaştıklarında, derhal onu giderme, tekrardan güven sağlama çabalarına girişirler.

Bazen insanlar anlık güven tesis ederek işlerini yürütürler. Bu durumda, kendisi herkes tarafından bilinmediği ölçüde, anlık iknalar yoluyla sağlayacağı güvenle işler yapmakta, bu yolla kişilere zararlar verebilmektedir.

Bazen basit mahiyetteki güvensizlikler ortadan kaldırılabilir. Bir yanlış algı, yanlış haberle sarsılan güven, etkili bir çaba ile izale edilebilir.

Bazen belli bir toplumda ya da dünya genelinde öylesine bariz güven sarsıcı hadiseler yaşanır ki, bu durumda hâsıl olan güvensizliğin kaldırılması, atomun çıplak gözle belirgin olarak görülmesinden ya da parçalanmasından çok daha zor olabilmektedir.

Bazen güven ya da güvensizlikler, önyargılar ya da saplantılar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bunların sarsılması çoğu kereler imkânsıza yakın derecede zordur.

Bazen güvenin mevcudiyetinde dini inançlar etkili olabilmektedir. Temelde güven için lüzumlu bütün telkinleri ve tavsiyeleri içeren, emin (kendisine güvenilen) olmayı en ehemmiyetli gereklilik olarak gören bir inanca mensup olan kişiler ya da söz konusu dine aidiyeti, iltisakı mevcut olan, olduğuna inanılan kurum ya da kuruluşlar, geniş inanan kesimlere önemli ve yaygın şekilde güven verebilmektedirler. Fakat bu kişi ya da kurum ya da kuruluşlar, bazen bu dinî önerilerin haricine çıkarak güvenin sarsılmasına yol açabilmektedir.

Dinî temelli inancın da etkisi altında şekillenen güveni sarsıcı hadiselerin yaşanması, bazen kelebek etkisi meydana getirerek, aynı inanca mensup sair benzer kişi, kurum ya da kuruluşları da değişen ölçülerde etkileyebilmekte, bir düş kırıklığı yaşanabilmektedir.

Kısaca bu yöndeki güven sarsıntısı ya da yıkıntısı, bazı çevrelerde “dinin istismarının bir neticesi” olarak algılanmakta, aynı ya da benzer görüntülü kişi, kurum ya da kuruluşlara yönelik güven sarsıntıları meydana gelebilmekte, insanlar bunlara tedirginlikle bakmaktadır.

Bu tür güven sarsıcı hadiseler üzerine, insanlar, “insanların dini duygularını sömürerek topladıkları paraları kötü kullanarak insanları mağdur ettiler; Allah bizi böylelerin şerrinden korusun; bir daha bu insanlara güvenerek para pul verilmez” noktasına gelebilmektedir.

Bazen toplumda yaygın bir güvene sahip olan bir firma ya da kuruluşun, daha başka fiilleri ile güven sarsıcı davranışları olan bir kişi ya da firmanın eline geçmesiyle, kısa sürede ya da değişen zaman aralıkları içinde güven buharlaşıp kaybolabilmektedir.

Güvenin Kazanılması, Kaybı ve Değeri

Kavramsal olarak soyut bir anlama sahip olmakla birlikte, pratikte çoğu kereler somut davranışların meydana gelmesine de sebep olabilen güven, esasen hissî (duygusal) ve derunî (içsel) bir olgudur. Bu deruni ve hissî oluşum yoluyla güven vermek ya da başkalarının güvenini kazanmak, tek davranışla, kısa sürede oluşabilecek bir şey değildir ve çoğu kereler değişen zaman süreleri içerisinde gerçekleşebilmektedir. Kişilerin birbirlerini, kurumları, kuruluşları vb. gözlemlemeleri, onlarla ilişkilerde bulunmaları, onları tanımaları ve tanırken de karşılaştıkları tecrübeler, edindikleri bilgiler, izlenimler, güvenin test edilmesini sağlayacak çeşitli ve yaygın olgular neticesinde güven oluşmaktadır. Davranış ve tutumların güven hissine yön vermesi, şekillendirmesi genellikle yaşanan tecrübelere bağlıdır.

Soyut “GÜVEN SERVETİ” parayla alınamaz. GÜVEN, pazarlarda, marketlerde, AVM’lerde satılan somut bir meta değildir. Güveni elde etmenin yolu, para değil, güvenin oluşumunu sağlayacak unsurların varlığının ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Güvenin tahribine yönelik harici saldırılara karşı güvenin korunması da, parayla, servetle değil, güvenin korunmasını sağlayıcı yöndeki daha başka yollarla mümkündür.

Her ne kadar, güven para ile satın alınabilecek bir meta değilse de, bazı kereler, güven, şirket satışlarında, markalarda ciddi bir şekilde maddi değer artışlarını sağlayabilmektedir.

Değişen şartlara, kişilere, kurum ve kuruluşların faaliyet alanlarının kapsamına bağlı olarak, bazı kurum ve kuruluşlarda istikrarlı ve süreklilik arz edecek şekilde güven tesis edebilmesi, iğne ile kuyu kazmak, çakıl taşlarından bina yapmak gibidir. Bazı kereler güvenin korunması, uzun zamanlı, sabırlı bir şekilde ciddi manada emek ve çaba sarf etmekle, güvenin zayıflamasına sebep olabilecek davranışlardan titizlikle ve itina ile kaçınmakla mümkün olur.

Bazen güvenin yıkılması çok kolay olabilmekte, bazen uzun zamanlara elde edilen güvenin yıkılması, aşınması zaman alabilmektedir. Fakat giden her bir güven tuğlası, bazen çarpan etkisi ile yıkımı getirebilmektedir.

Bazen güven açısından tahripkâr bir davranış, yüz yılda çakıl taşlarının üst üste dizilmesi ile ancak yapılan bir binanın bir anda yıkılmasına benzer şekilde güvenin yok olmasına sebep olabilir. Bu vesileyle güveni kazanmak kadar, korumak da oldukça zordur.

Güven kaybeden bir firma, bazen milyarlarca dolar da harcasa, hem eski güveni tekrar kazanamamakta, hem de güvene dayalı müşterilerine kavuşamamaktadır. Yıllar süren çabalarla, emeklerle tesis edilen güven minaresinin yıkılması neticesinde, yeniden bir güvenin tesisi, belki de yıllarca zaman alabilecek yeniden bir minarenin yapılması gibidir.

Nasıl ruh gittiğinde ceset dağılıyorsa, güven zayıflaması ve sona ermesi neticesinde de daha önce kendilerine güvenilenler toplum ve bireyler nezdinde itibar kaybı yaşıyorlar. Bunun neticesinde, güven kaybeden, iktidardaki bir parti ise iktidardan düşebilmekte, şirket ise güven kaybı nispetinde gelir kaybedebilmekte ya da iflas edebilmekte, aile ise geçimsizlikler artabilmekte ya da aile dağılabilmekte, arkadaşlık ilişkileri zedelenebilmekte ya da bitmekte, takım içi güvensizlikler takıma zarar verebilmekte, takımda başarısızlıklar yaşanabilmektedir.

Müminin Temel Vasfı: Emîn (Kendisine Güvenilen) Olmaktır

Emîn (güvenilir) olmak, sadece Müslümanlara mahsus bir haslet değildir. Müslüman olmayanlar da güvenilir olabilir. Nitekim çok sayıda büyük firmalardan, orta ölçekli ve küçük firmalara kadar milyonlarca firmalarda, sahipleri Müslüman olmasalar da, güven söz konusu olabilmektedir. Benzer şekilde, sayısını bilemediğimiz kadar güven gerektiren ilişkilerde, kişilerin dinî inançları olmasa da, sağlam temelli güven mevcuttur. Çünkü dünyada en büyükservet güven”dir; buna sahip olmak için mutlaka dine inanmak gerekmiyor, güvenin çok büyük faydalarına ve gerekliliğine inanmak, güven sahibi olmanın en büyük etken saikidir.

İslam Dininde mü’min olmanın temel bir vasfı da EMÎN (güvenilir) olmaktır.

Nitekim Hz. Muhammed (SAV), peygamberlik gelmeden önce de sonrasında da bütün insanların kendisine itimat ettiği ve güvendiği bir kimse olarak el-Emîn (güvenilen) sıfatı ile bilinmektedir. Hz. Muhammed’in getirdiği “dinin temel esaslarına inanmak” şeklinde de ifade edilen “mü’min olmak”, Allah’ın varlığına ve birliğine ve sair iman esaslarına inanmayı iktiza ettiği gibi, mü’min olmak, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da ihtiva etmektedir. Bu sebepledir ki, mü’min, ahde vefa gösteren, kendisi ile yapılan anlaşmalara sadakatle bağlı kalan, özü sözü bir olan, sözünde duran, kısaca GÜVEN veren insandır.

Hz. Peygamber (SAV), mü’min olmakla güvenilir olmak arasında sıkı bir bağ kurarak, “Müslümanın kalbinde iman ve küfür, güvenilirlik ve hainlik bir arada olmaz” ve “mü’min, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların salim olduğu kişidir” hadislerini zikretmiştir.

Yine Hz Muhammed, “ben bir Müslümanım. Elimden ve dilimden sana zarar gelmez” şeklindeki Hadis-i Şerifle de, selamı toplum içinde yaymamızı bizden isteyerek, emin olmanın Müslümanlar açısından ehemmiyetine tahşidat (vurgu) yapmış olmaktadır.

Bütün bu gerekliliklere rağmen, Müslüman toplumlarda, seküler toplumlara kıyasla çok yaygın bir şekilde güven zayıflığının mevcut olduğu da çok bariz bir gerçekliktir.

Bunun iki sebebinden söz edilebilir.

Birincisi, uzun süreli ve istikrarlı güvenin fayda ve getirilerinin layıkıyla idrak edilmemesi. Bu durumda kişiler, kısa süreli aldatıcı işlerle neticeye ulaşmak istemektedirler.

Belki bazı kereler bu tür fırsatçılıkların bir neticesi olsa da, uzun vadeli kârlı neticelerinden söz edilemez. Nitekim bu tür fırsatçılıklar, uzun vadede hem kendisine hem de başkalarına zararlar vermektedir.

İkincisi, “tahkiki iman ve ahlaki zaafiyet”tir. Mü’min insanların, tahkiki iman nispetinde amelleri İslami emirlerle uyumlu olur. Ahlaki ilkelerin tahkiki imanla tahkim edildiği Müslüman toplumlarda, emin olmak, mü’min olmanın en bariz bir vasfı olduğu için, insanların güven sarsıcı davranışlara girişmeleri pek söz konusu olmaz.

Kişinin imanı tahkik derecesine çıktıkça, imanın davranışlara tesiri artar. Tahkiki iman ahlaki kurallara sadakatle bağlılığı da ziyadeleştirir.

Tıpkı elektrikteki voltaj düşüklüğünün elektronik aletlerin çalıştırılması için yeterli olmamasında olduğu gibi, tahkiki imandan uzaklaşıldıkça, zayıf iman fiillere yansımamakta, bu da güven zaaflarına sebep olabilmektedir. Bu sebeple, Müslüman toplumlardaki mü’min insanların güven vermemelerinin temelinde tahkiki iman ve ahlaki zaafiyetler yer almaktadır.

Müslüman toplumlar için sürekli ve istikrarlı güvenin en sağlam hali, tahkiki iman ve ahlaki ilkelere bağlılıkla birlikte, güvenin sağlayacağı uzun vadeli menfaatlere tam olarak inanılması ile mümkün olacaktır. Bu iki şartın bir arada bulunmasıyla iman ile fiili pratikler birbirini tamamlamış olacak, mü’min olmanın lüzumlu kıldığı EMÎN olmanın maddi nimetlerinden de maksimum düzeyde istifade edilebilmesi olgusu söz konusu olabilecektir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Âlem-i İslam’ın gelecekte belirgin olarak hükümran olması maddeten terakkiye bağlıdır. Maddeten terakki etmenin ön şartı da, mü’min olmanın temel vasıflarından biri olan “EMÎN” olmanın gereklerini yerine getirmek, herkese GÜVEN vermektir. Aksi halde Müslümanlar için tedenni ve esaret hayatı devam edecektir.

Exit mobile version