Aşık Veysel’in Sazı, Kuryenin Piyanosu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan genelge ile 2023 ‘Âşık Veysel Yılı’ olarak kutlanacak.

Âşık Veysel meşakkatli bir hayat sürdü. Yaşamının büyük bölümünü acılar ve sıkıntılar içinde geçirdi. 1894’de doğduğu Sivas’ın Sivrialan köyünde, 21 Mart 1973’te hayatını kaybetti.

Âşık Veysel, Cumhuriyet’in 10. yılı için yazdığı ‘Cumhuriyet Destanı’nı, Mustafa Kemal Paşa’nın huzurunda okumak için arkadaşı Âşık İbrahim ile Ankara’ya gitti. Yolculuk için paraları olmadığından, kara kışa rağmen Sivas’tan yaya olarak yola çıkan Âşık Veysel ile Âşık İbrahim 3 ay sonra Ankara’ya ulaştı. Yıl 1934’tü. Cumhuriyet’in 10’uncu yıl kutlamaları geçmişti.

İki arkadaşı, Erzurumlu Paşo Dayı evinde misafir etti. Çevredeki kahvelerde saz çalıp biraz para kazanan Aşık Veysel, kendisini Atatürk’ün huzuruna çıkartacak kişiyle (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi yazarı Aka Gündüz) görüşmek için Ulus semtindeki Karaoğlan Çarşısı’na gitmek isterken polisler hırpani kıyafetli olduğu gerekçesiyle izin vermedi.

Bir rivayete göre o sıralarda İran Şahı Rıza Pehlevi Ankara’ya gelecekti. Bu nedenle şehrin merkezi yerlerine hırpani kılıklıların girmesine izin verilmiyordu. Bir rivayete göre de, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, Ankara’nın imajının bozulacağı gerekçesiyle kılık ve kıyafeti düzgün olmayanların, şehrin merkezi yerlerine girmelerini yasaklamıştı. Bu konu uzundur ve tartışmalıdır.

Âşık Veysel şiirini Aka Gündüz’e iletmeyi başarır. Gazete, Âşık Veysel’in fotoğraflarını çekip şiiri için 8 lira telif ücreti verir. 2 Nisan 1934’te Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde şöyle bir yazı yayımlanır:
“Dün gazetemize Anadolu’nun saz şairlerinden biri geldi. Sivrialan Köyü’nden olan bu yanık yüzlü adamın iki gözü de görmüyordu. Bu saz şairinin yeni yazdığı koşmalar, inkılâbın halkın en görgüsüz tabakalarına kadar nasıl işlemiş, anlaşılmış ve sevilmiş olduğuna en büyük delildir.”
(Âşık Veysel hem övülüyor hem halkın en görgüsüz tabakasından biri olarak tanıtılıyor.)

Âşık Veysel’i bu topraklarda herkes sevdi. O, türkülerini radyoda okudu, onun dizelerini yüzlerce sanatçı seslendirdi. Onun ölümünün 50. yılı ülkede “Âşık Veysel Yılı” ilan edildi.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”, Erich Maria Remarque’nın yazdığı, savaşın dehşetini sergileyen bir romandır. Romanın adı öyle popüler oldu ki, içeriğinden bağımsız, “Aynı tas aynı hamam” deyimi yerine kullanılır oldu.

Bizdeki Batı hayranları ve tuzu kuru olanlar bugünlerde yeni element bulmuş gibi sevinçli. Halay çekip göbek atmadıkları kaldı. Şimdilik piyano başında pozlar veriliyor. Sosyal medya yıkılıyor. Paylaşımlara doyulmuyor. Bernagiller, Gülgiller ve onların sosyal medya kankaları başrolde. Onlar üç harfli marketlerde indirimli ürün peşinde mi koşsunlar? Onlar sanatı da sanatçıyı da şıp diye tanırlar. Gün onların günü. Bu şenlikli ortamın sebebi bir moto kuryenin otel lobisinde piyano çalması. Büyük keşif, dünya çapında virtüöz, Yann Tiersen’imizi bulduk (!)

Duymayan kalmadı, ben yine de dünyadan habersiz ve sanattan uzak kitle (!) için hatırlatmak isterim. Bir moto kurye sipariş götürdüğü otelde piyanonun başına geçti, Mozart’ın Türk Marşı’nı çaldı. Kuryenin performansı sosyal medyaya düşünce milyonlarca beğeni aldı. O moto kurye, 19 yaşındaki Muharrem Can İncir’di.

Piyano çalmak tuzu kurulara göre ya! Bir proleter, burjuva ve aristokrata özgü bir beceriyi nasıl kazanır (!) Hayret ki hayret. Bu yeteneğe kim sahip çıkacak? Bir vakitler çoban ressamlar vardı. Onlar göklere çıkarılırdı. Onlara tuval, fırça ve boyalar gönderilir, sergi açacakları haberleri gündeme getirilirdi. Gide gide ‘Çoban Ressam’dan ‘Kurye Piyanist’ aşamasına geldik.

Kuryelik yapan gençleri, Anadolu’nun 50 yıl evvelinin bağrı yanık çobanları sanan varsa yanıldıklarını söyleyebilirim. Çobanların sosyal medya paylaşımlarına bakmalarını öneririm.

Âşık Veysel’i Ulus’a sokmayan zihniyeti (anlayış) bugün aklımız almıyor. Olmaz böyle şey diyoruz. Şimdi bir lüks otel, bir kuryenin lobideki piyanoyu çalmasına kapı aralıyor. Otelin yöneticileri, piyano çalmak istediğini söyleyen moto kuryeye “Elbette çalabilirsin, piyano senin” diyor.

Türkiye’deki gerçek değişim bu. “Burası lüks otel, kurye kıyafetiyle seni piyanonun başına oturtmayız” diyen olmuyor. Alkışlanması gereken, hoşgörü ve anlayış olmalı. Dünden bugüne değişimi müzik aletinde aramak neyin nesi? Piyano çalmak, olağanüstü bir meziyet mi? Piyano kuryeye uygun müzik aleti olamaz mı?

Kurye kim, piyano çalmak kim?

Çoban ressamlarla övündüğümüz dönem kapandı. Şimdi sırada piyanist kuryeler var. Kuryelerin kim olduğunu zannediyorsunuz. İçlerinde güzel sanatlar mezunu ressamlar var, fizik mühendisleri var, tiyatrocular var. Üç harfli marketlerde çalışan gençlerin hangi diplomalara sahip olduğunu bilmiyor musunuz? Bir kurye piyano çalmış, yakıştıramadınız mı? Bunca hayret, bunca coşku neden?

Muharrem Can İncir de hayretler içinde; bir gazeteye verdiği söyleşide “Kurye olduğum için piyano çalamayacağımı düşündüler” demiş. Metrolarda, caddelerde ve loş salonlarda müzik yapan gençlerinden habersiz kitle bir yanda, bağlama, gitar, keman, flüt ve ney alacak para bulamayan çocuklar bir yanda. Moto kurye piyano çalmış, vay anasına! Tarım işçilerinin geçici süre yerleştikleri çadırlarına, konteynerlerine hiç gittiniz mi? Ne cevherler var. Kimi bağlama çalar, kimi şarkı söyler.

Türkiye’nin milli sazının piyano olduğundan haberim yoktu. Piyano, aydınlanmanın ışığı mı?
Sanat, herkes içindir. Piyano yeni keşfedilmiş bir müzik aleti değildir. Halk Eğitim merkezlerinde ve belediyelerin düzenlediği kurslarda bile yıllardır ücretsiz piyano dersleri veriliyor. Hepimizin içindeki piyano sevgisi birden alevlendi. Neler oluyor? Gözden kaçırdığım bir durum mu var? Hayli yapay bir Muharrem Can İncir hayranlığı ve hayli yapay bir piyano övgüsü görüyorum. Bu yapay havuzda hepimiz süslü japon balığı gibiyiz.

Exit mobile version