Türkülerimiz gerek kültürel gerek manevi zenginliğimiz olmakla beraber yüzyıllardır sevdamıza, kahramanlıklarımıza, sevinçlerimize, acılarımıza, ortaklık etmiş olmanın yanı sıra Anadolu insanının samimiyeti masumiyeti ve içtenliğiyle bizleri buluşturmuş, yüreklerimize işlemiştir. Günümüze dek insanımızın sesi olmuş bu özelliğini de hep korumuştur.
Bu hafta ki hikayemiz de yine bir annenin feryadına tanıklık ederken, acısına ortak olacağız.
Balıkesir’e bağlı Edremit’ ilçesinin, Güre köyünden yükselen bu acı feryadın hüzünlü hikayesini sizlerle…
Şöhret Hanım köyün zenginlerinden… Giyim kuşamı ile hareketleri ile bunu belli eder. Ne zaman ki zeytin toplamaya gitse cam topuklu ayakkabılarını giyer. Diğer köylülerden her zaman farklı…
Gün gelir harp başlar. Şöhret Hanım, çok sevdiği oğlunu askere gönderir. Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Askere gidip de dönenin olmadığı yıllardır. Oğluna da Sarıkamış yolları görülür. Karıyla, boranıyla ünlü, askerin çıplak ayakla destan yazacağı yer Sarıkamış. Gitmemezlik etmek olur mu? Her yer vatan toprağı nasılsa. Başlarında Enver Paşa var.
O’nun görevi de askerin geçeceği yolları açmak. Metrelerce yükseklikteki karları ayakları ile, elleri ile kenara yığıp geçecekleri yeri açıyor askerin. Kim bilir belki de çıplak ayakla açıyor karları. Oraya gidenler hiç asker botu görmeden şehit olmadılar mı?
Anası varsın yüksek topuklu ayakkabılarla dolaşsın; oğlu karları çıplak ayaklarıyla tepelemekte. Söz konusu vatan olmasa yapılacak iş değil ama dedik ya söz konusu olan vatan!
Ayıkla ayıkla biter mi Sarıkamış’ın karı. Ama onlar soluksuz çalışıyor. Karlarla, kışla inatlaşmışlar adeta. Derken büyük bir kar kütlesini temizlemek için ayağını uzatmışken, karlı dağlar içine çekiyor bu yiğit Anadolu evladını. Ve bir daha haber alınamıyor.
Kara haber tez duyulur ya. Beyazların yağmur gibi gökten yağdığı ayazın memleketinden de Balıkesir’in bu köyüne haber ulaşıyor. Anayı arıyorlar ama bulamıyorlar? Yok! Sağa gidiyorlar, sola gidiyorlar… En sonunda ıssız bir kayanın başında kekliklerle dertleşirken buluyorlar onu. Belki de oradaki kekliklere, oğlunu, can parçasını anlatıyor! Oğlunu soruyor onlara. Bir haber getirmelerini istiyor uzak diyarlardan.
O böyle söylene dursun, köy tarafından biri geliyor yanına ama normal bir geliş değil bu! Ümitleniyor acaba oğlu mudur? derken… Kara haberi söyleyiveriyor nefes nefese kalmış ihtiyar biri.
Eli ayağına dolaşıyor. Nefes alamıyor önce. Sonra hıçkırarak oturuyor olduğu yere, yığılıp kalıyor. Ve dilinden şu mısralar dökülüyor:
İki keklik bir kayada ötüyor
Ötmede keklik derdim bana yetiyor
Annesine kara da haber gidiyor
Yazması oyalı kundurası boyalı
Yar benim aman aman
Uzunsa geceler yar boynuna
Sar beni aman aman
İki keklik bir kayadan su içer
Dertlide keklik dertsizlere dert açar
Buna yanık sevda derler tez geçer
Yazması oyalı kundurası boyalı
Yar benim aman aman
Uzunda geceler yar boynuna
Sar beni aman aman
Bütün Türk diyarı bunun gibi kahramanlık ve emre itaatin sonucu hüsranliklar yaşamıştır. Bu yasanmislığı bir ağıt, bir türkü olarak yaşatan kardeşlerime de şahsım adına teşekkür ediyorum, yazı da duygusal ve akıcı, yazanı ve derleyeni de emeklerinden dolayı tebrik ediyorum.