KENDİMLE YAPTIĞIM SESSİZ ANLAŞMA

İnsan kendini tanımaya başladığında fark ediyor: Ben sadece zihinden ibaret değilim. Hayat, başımın içindeki düşüncelerden çok daha geniş bir alana yayılıyor. Zihnim var, evet; ama ben zihnin kendisi değilim. Bazen hızlanan, bazen duran, bazen de yanlış yollara sapmaya çalışan bir trafik gibi… İşte tam da bu yüzden, kendi iç dünyamda bir trafik polisi gibi duruyorum. Elim havada, bazen düşüncelerime “geç geç” diyorum, bazen de “dur, sen şimdi değil.”

Bazen zihnim öyle güzel işler çıkartıyor ki;

O kadar mantıklı, o kadar düzenli, o kadar isabetli konuşuyor ki… Kendime “Haklısın. Bak bu hiç aklıma gelmemişti.” demekten alıkoyamıyorum. Zihnin o keskin sesi, birçok karanlık yolu aydınlığa çıkarabiliyor.

Ama bazen de kalbim konuşuyor.

Hem de öyle bir konuşuyor ki, mantığın tüm çizelgeleri, planları, analizleri bir anda sönüp gidiyor. Kalbim bazen bana şöyle fısıldıyor:

“Bak… Hiç böyle hissetmemiştim. Bu his bana iyi geldi.”

İşte o anlarda ne aklımın eksik kalmış hesapları, ne de kalbimin çekingenliği önem taşıyor. Önemli olan, ikisinin aynı masada oturup beni daha iyi bir yere taşıması olduğunu düşünüyorum.

Halil Cibran’ın Ermiş kitabındaki şu kısa cümlesi içime işliyor:⁠“Kalp, aklın bilmediğini bilir.”

Böyle anlarda kalbimin aslında bir zayıflık değil, bir derinlik olduğunu fark ediyorum.

Günümüzün kişisel gelişimi, çoğu zaman sadece güçlü olmak, sadece mantıklı davranmak, sadece duygularını yönetmek gibi tek yönlü bir anlatımla sunuluyor. Oysa gerçek kişisel gelişim, içimizdeki bu iki gücün birbirini tanıması, anlaması ve nihayet birbirine yol vermesiyle başlıyor.

Tıpkı karmaşık bir kavşakta, sabırla ilerlemeyi bekleyen bir trafik gibi… Her duygu geçecek. Her düşünce akacak. Bazısı duracak. Bazısı hızlanacak.

Ben ise kavşağın ortasında güvenle durmaya devam edeceğim.

Zihnime saygı duyacağım; çünkü beni ayakta tutan aklım var.

Kalbime saygı duyacağım; çünkü beni insan yapan hislerim var.

Ve ikisine birden yol verdiğimde, kendime en doğru yolu açtığımı bileceğim.

Belki de en büyük ilerleme, içimdeki bu iki gücün kavgasını bitirip, onları bir iş birliğine davet ettiğim andaydı.

Zihin ve kalp…

Birbirine yol verdiğinde, hayat daha akışkan, ben ise daha ben oluyorum.

Stoacının EL Kitabında bahsedildiği gibi:

⁠“Sükûnet, akıl ile duygunun barışından doğar.”

Artık biliyorum:

Ben, zihnimi yönetmeye çalışırken onu susturmuyorum;

Kalbimi dinlerken mantığımı terk etmiyorum.

Her ikisine de birer sandalye çekiyorum.

Aynı masaya oturuyorlar.

Biri hesaplıyor, diğeri hissediyor.

Biri plan yapıyor, diğeri yön buluyor.

Ve ben, ortalarında dimdik duruyorum.

En bu süreçte en çok şunu öğrendim:

Kendi içimdeki trafiği yönetebildiğim sürece, hayatın trafiği beni korkutamaz.

Bazen zihnime yol vereceğim,

Bazen kalbime…Ama hepsinden önemlisi: Direksiyonda hep ben olacağım. Çünkü ben, zihnin de kalbin de ötesindeyim.

Ben, ikisini birden taşıyan BENİM…

SEVGİYLE KALIN, HOŞ ÇA KALIN…

Exit mobile version