Kur’an amel işleyin demez, salih amel işleyin der… Bir ameli salih yapan şartlar vardır.
Bir amel bir yerde salih iken, başka bir yerde olmayabilir.
Mesela : İş yerinde ağır başlı olmak salih amel iken, evde ağırbaşlı olmak salih değildir.
Zalim kimseye tevazu salih amel değilken, Müslüman kardeşine tevazu salih ameldir.
Namazı-haccı-zekatı vs. salih yapan bir çok şartlar vardır.
Kibir kötü bir amelken, kibre karşı kibir salih bir ameldir.
Bu bilgiler muvacehesinde son doktor hadisesine nazar edilecek olursa, kanaatime ve yukarıda ifade etmeye çalıştığım hakikatlere göre, yapılan amel salih amel değildir.
Çünkü alanın, yetkin, sorumluluğun olmadan, cıvık bir üslupla, ulu orta ve herkese neşrederek ve suiistimale sebebiyete verecek bir amel yapıldı, ve salih olmadı.
Yani adam doğru söylemedi.
Çünkü doğrunun şartları var.
Kimin kaç kadınla evleneceği vs. onun işi değildi. Hele ki aldatmaya verilen çözüm! Ona mı kalmış! Bu konuda derdi olan buyursun arasın, Diyaneti, müftüleri, olmadı kimi ehli salahat dini kanaat önderlerini ve dahi psikologları, aile danışmanlarını vs. bulsun, görsün çözümü.
Olaya böyle bakıyorum.
Tabî olayı abartan, üstüne giden güruhu da görmezden geliyor değiliz. Onlar kendi cenahından gördükleri kimselerin hatalarında, günahlarında üç maymunu oynarlar, sahiplenirler. Başka namuslara göz diken kamu görevlilerinin, belediye başkanlarının vs. yaptıklarını sümen altı edip, işte Müslüman tarikat, cemaat veya bu minvalde dernek, vakıf etiketli kimselerin hatalarını, günahlarını, ise göklere çıkarırlar. Yanlış herkes için yanlıştır!
Lakin Müslüman hassasiyeti böyle yapamaz. Bir yanlışı islami görünümlü bir kimse yapıyor diye hemen o kişiyi yaptığıyla birlikte sahiplenecek değiliz. Yani karşı cenah gibi olamayız, illa farkımız olacak. Herkes yaptığına ettiğine dikkat etmeli. Çünkü yaptığı bir tek kendisiyle kalmıyor. Yanlışı o kişiden bilir ama o yanlış üzerinden hak ve hakikat olan hususlara karşı da edepsizlik etmeyiz, edenlere de gerekli tavrı gösteririz.
Yoksa suistimal edilmeye kalınırsa, mesela; Bir cami dernek başkanı, ya da bir cami imamı bir herze yese, ne yapmak lazım? camileri mi kapatmak lazım?
Cemaat topluluk olmak hayatın bir gerçeğidir. Ve Kur’an’ımızın da emridir. “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun” -Âli İmran-104- buyurur Rabbimiz. Elbette bu topluluk bir organize ile olur. Bir takım kaidelerin olacağı bir topluluk olmak zorundadır. Tabi ki bunun başında İhlas gelir. Yani o topluluk Allah rızası için iş yapacak. İmkanlarını paraya, makama tahvil etmeyecek. (Tabi bu parasız, pulsuz olacaklar anlamında değil) devlete adam yerleştirmek derdinde olunmayacak. Çünkü bu cemaatların, tarikatların işi olamaz, olmamalı. Oluyorsa zaten orada bir sıkıntı var demektir. Lakin elbette bir realite olan Cemaat-tarikat vs. mensubu olan kimseler de, devletinin işinde, makamında vs. olacak, sonuçta bu devlet bizim değil mi? Ama şu var ki; Bu devlette olunduğu zaman olabildiğince islamiyete zıt olmayacak bir hâl, tavır içinde olunduktan sonra, yine olabildiğince devletine, işine sadık bir kimse olarak işini en güzel şekilde yaparak vatanına, milletine faydalı bir kimse olunacak. Ve aldığın parayı helal edeceksin. Alanında en iyi olarak devletinin, kurumunun yüz akıl olacaksın.
Yoksa “tarikat, cemaat ehli kimseler devlette olmasın” demek, adı tarikat, cemaat olmayan ama o manada olan başka başka tüzel kişilik mensupları olsun demektir.
Söyler misiniz! Falan filan parti mensupları, sendika mensupları, dernek, vakıf, birlik mensupları bir cemaat değil midir! Cemaat olmak illa başında bir hoca, şeyh nâm birisinin olmasını mı gerektiriyor? Hayır, hayır! bal gibi de cemaattirler ve belli başlı ideoloji sahibidirler. Dolayısıyla son yaşanan doktor hadisesiyle ilgili dindar ve cemaat ehli kimselere yüklenmek, kusura bakılmasın fırsatçılıktır. İçindeki kini, nefreti kusmaktır.
28 Şubat’larda sahte bir şekilde oluşturulan piyonları da biliyoruz. Dolayısıyla bir kimse dini söylemleri yanlış ve suiistimal edilecek bir şekilde; kimi yerde şöhret olmak, kimi yerde boş bulunarak söyleyeceği, paylaşacağı gibi… kimi ajanlarla da, paralı kimselerle de bu yapılabilir. Yapılınca olması gereken şey, güzel olup, suiistimal edilene değil, edene karşı tavır almak ve uyanık olmaktır.
Cemaatlar, tarikatlar bir realitedir, organizasyondur. Kişiye en başta manevi motivasyon verme yeridir. İbadeti, kulluğu sevdirme yerleridir ve olmalıdır. Ve asıl olması gereken husus oraların insanların bilhassa Ahiretini kazanmasına vesile olmasıdır. Buralar asıl değil, vesile olabilir. Dünyevi kazançların, kaygıların, yükselmenin, terfilerin, ticaretini geliştirmenin yerleri olmamalıdır. Bu devlet bizimdir. Ve elbette bu devlete cemaat, tarikat mensubu olanlar da hizmet edecek ve etmelidir.
Cemaatimizi, tarikatımızı bir din olarak görmez, göremeyiz, yerine göre eğer İslam’ın tevhid akidesine ve cemaat olmanın asli manasına zıt kimi sıkıntılar görülürse orası yerine göre sorgulanır hatta terk edilir. Ama öyle eline kamerayı alıp çeşitli açıklamalar yapan kimseler üzerinden genelleme yapılacak olunursa. Adı haksız yere şeyh vs. ismini kirleten kimselerden dolayı da bir genelleme olursa, ortada hiçbir kurum, cemaat, dernek, vakıf vs. kalmaz. Çünkü kusursuz yer yoktur.
FETÖ’mü? o bir cemaat değildi zaten! Cemaat ismini kullanan uluslararası bir nifak örgütü idi. Elhamdülillah Rabbimiz onu inayetiyle duaların bereketiyle ve Muhterem Cumhurbaşkanı’mızın dirayetiyle başımızdan def etti, ediyor.