Bedîüzzaman Saîd Nursi’ye; Yaş, rütbe ve cisim itibariyle büyükçe biri gelir ve namaz hakkında oldukça düşündürücü, belki de çok nefsin fısıldadığı ama bir türlü söyleyemediği bir şeyi söyler.
“Namaz iyidir, güzeldir; fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur, bitmediğinden usanç veriyor.” der.
Bunu söyleyen Müslümandır, zaten namaz hakkında “iyidir, güzeldir” demesinden belli bu. Ancak bir türlü bitmiyor, “tatili yok, emekliliği yok, ara vermesi yok” demek gibi bir soru.
Bu net îtirâf karşısında Üstad Said Nursi’nin muhatabına o esnada neler söyleyip söylemediğini bilmiyoruz. Ancak kendi nefsine, dolayısıyla bizlere çok önemli şeyler söylüyor.
Muhatabının bu îtirâfına öncelikle muhatap olur. Onu ötekileştirmiyor, dışlamıyor. Ama kendisini de bir sorguya çeker. Derinden derine kendi iç dünyasında da bu sözü düşünür.
Ve sonrasında “ O zatın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra nefsimi dinledim, işittim ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor.” der.
Burada bize önemli bir ders veriyor İmam Nursi, yani başkasında olan acaba bende ne kadar var deyip, kendine de hisse çıkarma dersi.
Said Nursi’nin hayatına bakıldığında, namaza karşı son derece büyük bir hassasiyeti vardır. Bütün namazlarını ilk vaktinde kıldığı, hatta bir mahkeme esnasında salonda namaz kılmak isterken Hâkimin; “Burada mahkeme oluyorsun, burası namaz yeri değil.” demesi karşısında,
“Biz namazın hukukunu muhafaza etmek için buradayız.” der. Onun namazlarında nasıl bir haşyet ve huşû içerisinde olduğu, hayatta iken namazına şâhit olanların malûmudur. Hâl böyleyken Böyle bir şahsiyetin dahi bir kırıntı kabilinde de olsa o hâli bir şekilde hissetmesiyle veya Allah’ın onu yaşatmasıyla birlikte asıl dersi öncelikle kendi nefsine vermeye başlar.
Zira anlıyor ki o zât o sözü; bütün kötülüğü, tembelliği, ibadete karşı isteksizliği isteyen nefisler hesabına söylemiş veya söylettirilmiş. İşte bu hâlden kendisini de istisna etmiyor.
Başlıyor; Ey nefis! diyerek kendine nasihat etmeye…
Said Nursi bütün risâlelerinde önce kendi nefsini muhatap alır. Muhatabı ey oğul, ey talip, ey mürid şeklinde değil, “Ey şöyle şöyle olan nefsim” diyerek kendisine söyler, dersini önce kendi nefsine verir.
Eserlerine de ihtiyaç hissedenleri davet eder.
Öncelikle muhatabında ve nefsinde namaza karşı olan o hâletten sonra “Madem nefsim emmaredir, kötülüğü ister, öyleyse nefsimden başlarım, zira “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.” diyerek bir durum tespiti yapar.
İşe nefsinden başlamak, aslında nefisle, kişinin kendisiyle başlaması işin zor kısmıdır
Çünkü başkalarında hata kusur aramak, direkt başkalarına tavsiyelerde bulunmak kolaydır. Fakat kişinin kendinde de hatalar, kusurlar görmesi, görebilmesi büyük bir erdem ve kemâlattır.
İşte Said Nursi’de “Ey Nefsim!” diyerek, tabiri caizse, kendi nefsine yüklenmeye başlar. Önce teşhis yapar, bu sözü yani “Namazı iyi, güzel görüp de, bitmemesinden usanç geliyor.” demenin arka planını teşhis eder.
“Cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu sözlere mukâbil beş ikazı benden işit.” der kendi nefsine.
Burada önemli kavramlardan bahseder Bediüzzaman.
Cehl-i mürekkep yani kopkoyu bir câhillik. Öyle ki; cahillik var, cahil olduğunu bilmiyor, üstüne bir de bildiğini zannediyor. İşte namaza karşı bu tarz bir yaklaşım da bir cehl-i mürekkep hâli oluyor. Çünkü insan hakikati bilirse namaza karşı nazlanmaz, ertelemez, sonra kılacağım demez. Kimi zaman nefsi erinse bile onu çok önemli görür ve şu misâfirhâne-i dünyada kendisinin de, ibadet vazifelerinin de geçici olduğunu bilir.
İnsan nefsinin en önemli zaaflarından biri de, tembelliğidir. İnsanoğlu yerine göre çok ağır işlerde çalışır, lakin kimi zaman da tembelliği de çokça meyillidir. O yüzden tatili, boşluğu ister. Bu istek illa yorulduğu ve istirahât ihtiyacı için İnsanoğlundaki bu tembellik meyli, arzusu maalesef namaza gelince daha bir ayrı depreşebilmektedir. Söylediğimiz gibi çok ağır işlerde çalışır ama namaza gelince kendini tembellik döşeğine atmak ister. Tabi burada insan nefsinden kastımız özellikle kötülüğü isteyen nefs-i emmâre kısmıdır.
Diğer husus ise, gaflet uykusunda olmaktır. Gaflet : “terketmek, önemsememek” anlamında dalgınlık, dikkatsizlik, yanılma, ihmal, bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilememesi, nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi, yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana ârız olan yanılgı hali” olarak yapılan izahları vardır. Hâliyle namaz gibi bir şeyin gerekliliğine karşı; alakasız, ilgisiz olmanın ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır. Çünkü insan dünyevi kazançlardan gaflet etse, örneğin, zamanında çok karlı olabilecek bir yerden arsa, ev almamış olsa, önemli bir kazanç kapısı olacak bir yerdeki fırsatı kaçırsa bile bunun sonuçları dünyada kalacaktır. Hâlbuki, namazı geçirmek, namazı kılmamak gafletinin sonucu bilhassa ebedi hayata baktığı için, sonsuz bir kayıptır.
Özetlersek,
- Bediüzzaman Hz.’lerinin öncelikle muhatabının sözlerini kabullenmesi
- Arkasından kendi nefsini dinlemesi
- Önce kendi nefsini sigaya çekmesi
Ve çok önemli bir tespit olarak; “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” dedikten sonra, insandaki namaza karşı olan isteksizlik, zayıflık gibi hallerin; Cehl-i mürekkep denen kop koyu cahillik, tembellik ve gaflet hallerinden kaynaklandığı teşhisini yaptıktan sonra, kendi nefsine ikazlar yapmaya başlayacaktır.
Bir sonraki yazımızda bu ikazlardan sizlerle paylaşmak üzere… Sağlıcakla, namazla kalınız.