Yazımızın girişine şu çok düşündürücü tespitle başlayalım…
“Eskiden ihtiyaç dört iken, şimdiki medeniyet bunu yüze çıkarmış. Kişinin helal kazancı bu ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalınca, beşeriyeti haram yollara tevessül ettirmiş”
Evet, ihtiyaç, sihirli kelime bu… Aldığımız, almak zorunda hissettiğimiz yediğimiz, içtiğimiz tükettiğimiz şeyler ne kadar ihtiyaç? İhtiyaç mı, yoksa gelenek, görenek mi… Onda var biz de niye olmasın mı?
Bir markete gittiğimizde özellikle büyükçe alışveriş merkezlerinde gezince, hakikatte ihtiyaç olmayan birçok ürünle karşılaşırız ve bu bir şekilde cezbeder insanoğlunu. Eğer paramız onu almaya yetiyorsa, almaya meylimiz daha da artar, çünkü bir şekilde hayatımızı kolaylaştıracak, konfor verecek bir eşya ise, ona bigâne kalmak zordur. Aslında görmesek öyle bir ihtiyaçtan haberimiz olmayacaktı… Ama işte… Tabi bu kişiye göre değişse de biz çoğunluk üzerinden konuşuyoruz. İşte tam da burada mücadele başlar.
Bu tıpkı “açık büfe” otellerde olan duruma da benzer. Önünüzde o kadar çok çeşit vardır ki, ve siz zaten kalacağınız, parasını baştan ödediğiniz ya da misafiri olduğunuz o yerin karşınıza çıkardığı o oldukça fazla olan çeşitlere, lezzetlere karşı yapılan genelde tabak tabak almaktır. O çeşitler içinde artık mesele doymak değil, tatmak oluyor. Tadılacak çeşitte çok olunca haliyle çok yiyerek çok tatmak ile mide tıka basa doldurulur da durur. Mide doyar, göz doymaz. Elbette bunu bir yerde insani bir zaaf olarak görebilir ve insanın; arzu, istek, hırs, bağımlılık, alışveriş hastalığı gibi hususlara yorsak da sonuçta o alışverişin gereği olan bir meblağ vardır ve herkesin kendine göre de bir bütçesi vardır.
İşte bu konuda bizleri aldatan önemli bir hususta kredi kartlarıdır. Hani o cepten para değil de, bir kart ile alışveriş yapmanın ve o esnada bir şey ödemiyor gibi olmanın verdiği psikolojik tatmin hali. Bu durum anlatılmaz, yaşanır.
Evet işin sırrı alış veriş sırasında insanın cebinden para yerine kasiyere bir nesne uzatmasında yatıyordu. Birkaç santimetrekare büyüklüğündeki bu plastik bir kartla ürünler banda dökülüyor, oradan poşetlere dolduruluyor ve para yerine umursamaz bir tavırla uzatılan plastik kart bir makineden geçiriliyor. Hatta “dııııt” sesi bile yetiyor. Hepsi bu kadar! Ne para, ne para öderken yapılan hesaplar, ne de hesabın sonucunda isteklerini dizginleme gereği kalmıyor ortada.
Kredi kartları umumî bir musibet gibi milyonlarca insanın başına belâ olmaktadır. Yüzbinlerce insan borç ve iflas batağına saplansa da… Bu çarkı çeviren kimseler sizi kredi kartlı yapmakta nasihat vermekte de geri kalmıyorlar. Zamanın birinde bana da kredi kartı vermeye çalışan bir çalışan baya baya dil dökmüş ve kredi kartı aldırmaya ve maaşıma ekstra bir “limit” koymak için çok uğraşmıştı, ancak muvaffak olamamıştı… Söylediği şuydu; “Biz size bunu zorla kullandırmıyoruz, dünyanın bin bir türlü hâli vardır. İhtiyacınız olur kullanırsınız.” Ben de ayağımızı yorgana göre uzatırız, ihtimallere göre değil” diyerek reddetmiştim. Evet elinizi verince kolunuzu kaptıracağınız bir mekanizmaya sizi böyle insani nasihatlarla sevk etmeye çalışırlar.
Zaten bu kredi kartlarını çıkartmak çokta zor değildir. Yeter ki, iste… Yarışır bankalar. Tabi onlarca kişinin maddî ve manevî hayatının mahvolması bu müessesleri hiç enterese etmez. Zîrâ kullanmayı bilecektiniz!
İşte bu gibi yerlerin asıl sömürüsü burada başlar. Bilirler insanın zaaflarını ve o cepten para değil de bir kartla alışveriş yapılarken hududun aşılacağını ve buna çok az kimselerin riayet edip, çoğunluğun bu noktada zamanla zamanla borçlanacağını ve borcunu başka borçlarla ödemek zorunda kalacağını…
Modern materyalist zihniyet, faizi hem ulusal, hem uluslararası ekonominin damarlarında zehirli kan gibi gezdiriyor, sonra da bu zehirli kan, damarlardan çekilirse sistemin öleceğini iddia ediyor.. Bu zehirli kanın kapları ve kapıları olan bankalar, neredeyse her türlü ekonomik faaliyeti kendisiyle temasa geçmek zorunda bırakıyor.
Kartların sokaklarda özellikle bir zamanlar işporta usûlü verilmesi, limitlerin gelir seviyelerinin kat kat üzerine çıkarılması, özellikle de taksitlerle kartlı alış verişin teşvik edilmesinden başka insanî bir zaaf bankaların iştahını kabartıyor: hazır lezzetin gelecekteki rahatlığa tercih edilmesi. Ödemenin alış veriş sırasında değil, “çok” sonra yapılacak olması. Kişi kartlı tüketim çılgınlığının sonucunda faiz anaforuna düştüğünde ve hayatı alt-üst olduğunda ise iş işten geçmiş oluyor. Aileler parçalanıyor, ruhî hastalıklar baş gösteriyor, bazen intiharlar sonucu hayatlar sönüyor.
Tefeciliğin cilalı ve kabul görmüş bir modern bir versiyonu olan kredi kartlarının şerrinden kurtulmanın yolu; İzzetimizle, dilenciliğe ve zillete düşmeden, mukaddeslerimizi feda etmeden yaşamanın yolu, zarurî ihtiyaçlarımızı esas almaktan geçiyor. Bu zarurî ihtiyaçlar, ilâhî vaadle teminat altında. Rezzak-ı Hakikî bu rızkımızı karşılayacağını kitabında defalarca ferman ediyor. Tabi biz buna râzı olursak!
Üstad Bediüzzaman’ın İktisat Risâlesi’nde belirttiği gibi, hakikî olmayan rızık, yani zarurî olmayan ihtiyaçlar ise su-i istimallerle olmazsa olmaz hükmüne geçtiğinde, görenek belâsıyla onlara tiryaki olup terk edemiyoruz. Halbuki, “bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip, zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini – Namazını- Tesettürü- Helali-Haramı feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı-maaşı alır.” Tespitleri bizleri çok çok düşündürmeli.
Kredi kartları cüzdanlarda sahibini cebinden sonra, kalbinden vuracak birer silâh gibi taşınmaya devam ediyor. “Kanaat eden, bitmez tükenmez bir hazine bulur” nebevî müjdesi ise hâlâ yaşanmayı bekleyen bir hakikat olarak bizleri bekliyor. Mazhar olanlara ne mutlu!
Tüketirken tükenmekte şu kredi kartları çok ama çok büyük rol oynuyor. Diyelim çok zenginiz yine ölçülü tüketilmeli. Çünkü her ölçüsüz tüketim bir tükenmektir. Kredi kartsız bir hayat mı öneniyorum. Onu herkesin kendisi bilir. Bakılsın meşru olan, olmayan var mı? Ne kadar ihtiyaç ne kadar değil. Ve sonuçta meşru olanla amel etmek lazım. Yoksa insanı doyuracak olan bir avuç toprak olacak. İhtiyaçlar hiç bitmeyecek, ihtiyaç gibi görünenler de… Ve hep dönüp dolaşıp sâde hayatın, helal hayatın ne kadar önemli olduğuna geleceğiz. Zaten gelmedik mi?