Toplumlarda çeşitli kurumlar mevcuttur. Hiçbir kurum standart ve değişmez değildir.
Aile de, toplumda yer alan ve her bir toplumda farklı özellikleri haiz olan önemli kurumlardan biridir.
Aile insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihî süreç içerisinde aile kurumu da sürekli değişime uğramıştır.
Ailenin, farklı toplumlarda farklı özellikleri olduğu görülmektedir. İslam dünyasında ve Batı toplumlarında farklılık arz eden aile yapıları mevcuttur. Diğer toplumların her birinde de ailenin kendine mahsus çeşitli özellikleri vardır.
Yine her bir toplumda da, ailenin özellikleri, genel değişimle birlikte çeşitli ölçülerde değişime uğrayabilmektedir.
Son yıllarda, ailede, geçmişe kıyasla çok daha radikal farklılaşmalar ve ciddi aşınmalar yaşandığına şahit olunmaktadır.
Özellikle modern hayat, iktisadi ilişkilerdeki farklılıklar, aileye ilişkin çok büyük aşınmalara ya da farklı aile tipolojilerine sebep olacaktadır.
Aileye yönelik bu farklı etkileşimler, Müslüman toplumlarda da yaşanmaktadır. Fakat diğer toplumlarda, Müslüman toplumlara kıyasla çok daha yaygın bir şekilde ailenin, aile ilişkilerinin değişimi, dönüşümü söz konusudur.
Burada radikal değişim ve aşınmalar kapsamında iki tür olgu yaşanmaktadır.
Birincisi, ailenin yok olması, aile harici birlikteliklerin özellikle Batıda ortaya çıkması ya da aile benzeri hiçbir birlikteliğin mevcut olmamasıdır. Bu birlikteliklerde nikâh olmadığı gibi, bazen de insan tabiatını yok edercesine eş cinsel birliktelikler de bir yaşantı tarzına dönüşmeye başlamıştır. Bu tür birliktelikler de, özellikle Batıda geleneksel aile yapısı gibi korunmaktadır. Nitekim İstanbul Sözleşmesinin koruduğu ilişkilerden bir kısmı da bunlardır.
İkincisi, aile içi ilişkilerin, aile kurumu içinde kalarak dönüşüme uğramasıdır. Bu değişim kapsamında, aile içi ilişkilerinde, duygusallık ve ahlaki, teamülî, kültürel, manevi ilişkiler yerine, tabiri caizse “şirketleşme” benzeri ilişkiler ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda iki tür evlilikten söz edilmektedir.
Birincisi, manevi bağların güçlü olduğu sevgi temelli duygusal evlilik, ikincisi, maddî beşeri ilişkiler ve hürriyet temelli “mantık” evliliği.
Bu ikincisine bir nevi “şirketleşme” türü evlilik de denebilir.
Bu ayrışma içerisinde, genellikle duygusal evlilikler ötekileştirilerek, insan zihninde ilk bakışta cazip görünen “mantık” evliliği yapılanması yaygın bir yayılma göstermektedir.
Bu süreçte, duygusal evlilik, gerilik, kırsala mahsus, köylülük olarak lanse edilirken, mantık evliliği baskın şekilde öne çıkarılmaktadır.
İnsanlar arasında her türlü yollarla etkileşim o düzeylere gelmiştir ki, bu etkileşimler bütün toplumlarda aile kurumunun değişen ölçülerde dönüşüme, geleneksel aileden değişen ölçülerde uzaklaşmaya sebep olmaktadır. Gelenekselden kopmalar, aile içi manevi bağların yok olmasıyla neticelenmektedir.
Diğer yandan, yıllar geçtikçe insanlar arasında, hem evlenme yaşı yükselmekte, hem evlilik sayılarında ciddi azalmalar yaşanmakta, hem de boşanmalar çığ gibi artmakta. Bütün bunlarda, yukarıda sözünü ettiğimiz etkileşim ve dönüşümlerin etkili olduğu söylenebilir.
TÜİK Verileri
Peki, bütün bunların temelinde ne vardır?
Bu soruya, genel manada dünya ölçeğinde yaşananlardan ziyade, ülkemiz ölçeğindeki sebeplerine temas edeceğim.
Birincisi Türk toplumunun yüzyıllardır ahlaki, kültürel, teamülî, ailevi mayası İslamiyet’le, İslâmî değerlerle yoğrulmuştur. Kişilerin İslâmî değerler temelli aile içi hassasiyetlerinin temel belirleyici dinamiği “tahkiki iman”dır.
Tahkiki iman, kişinin, iman esaslarına en üst düzeyde iman etmesi ve bu imanın kişilerin davranışlarında mutlak etkili olmasıdır. İman ile fiil mutlak olarak birbirini tamamlar. İman ile fiiller arasında uyumsuzluk olmaz. Bir kişinin, ben Müslümanım deyip namaz kılmaması, iman esaslarına inanıp, aile içi İslami ve ahlâkî kaideler haricinde bir davranış sergilemesi söz konusu olmaz. Şayet böyle şeyler oluyorsa, o kişinin imanı bir tahkiki iman değildir. tahkiki iman sahiplerinde, klasik aile yapımızda etkili olan İslâmî ahlâkî değerlere mutlak riayet söz konusudur. Burada aile içindeki bütün fertler için aynı hassasiyet ve sağlam bağlar ve ilişkiler geçerlidir.
Son yıllarda tahkiki iman zaafı, bir diğer ifadeyle “taklidî imana” sahip olmanın bir neticesi olarak, inandığı ile fiilleri uyuşmayan, imandaki zayıflık sebebiyle inancı, farklı fiillerin işlenmesine yetecek kadar güçlü olmayan insan tiplerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum aile içi ilişkilere de yansımaktadır. Aile içi ilişkiler konusunda Allah’ın ayetlerini, Hz. Peygamberin sünnetini, hadislerini bildiği ya da bilebilecek durumda oldukları halde, bunlardan uzak bir aile yaşantısı yaşıyorlar.
Nitekim aile içi şiddetin temelinde de bu tür zaafiyetler yer almaktadır. Yaptıkları bu tür çarpık, insanlık harici fiiller, Allah’ın emirleri, Peygamberin sünneti ile yüzde yüz çeliştiği halde, bu kişiler şiddeti icra etmekten kaçınmıyorlar.
İkinci tahripkâr anlayış, aile ilişkilerinin “hürriyet” üzerine inşa edilmesidir. Burada yapılan temel vurgu, aile içinde karı ve kocanın birbirleri ve başkaları ile olan ilişkilerin “hürriyet” ekseninde yürütülmesi söz konusudur.
Burada hürriyete vurgu yapılırken, kadının ekonomik hürriyeti öne çıkarılıyor. “Ekonomik hürriyeti, parasal gelirleri olmayan kadın, kocasına karşı hür değildir, ona mutlak bağımlıdır, esirdir” şeklinde bir değerlendirme söz konusudur.
Aile içi hürriyetin bir başka boyutu, cinsellik hürriyettir. Burada hürriyetin konusunu, aile içinde yer alan karı kocanın, cinsellik dâhil her türlü ilişkilerde “hürriyeti” öne çıkarmaları oluşturmaktadır. “Biz her kadar aile isek de, ev haricinde kimlerle nasıl ilişkiler kuracağım hususu, benim hürriyet alanıma girer” şeklindeki bir hürriyet anlayışı söz konusu.
Bu yapının İslâmî temelli bir aile ile uyumluluğu sıfırdır. Böyle bir ilişkiye “aile” denebilir mi, o da şüpheli. Belki resmi nikâh varsa, şekli manada aile denebilir ise de, bunun geleneksel aile yapısı ile uyumluluğu mevcut değildir.
Diğer yandan, toplumuzu sair toplumlardan farklı kılan Türk aile yapısında, ailenin temelini “hürriyet” değil, aile içinde yer alanlar arasındaki, sevgi, muhabbet, birbirlerine sadakatle sahip olma yer alır. Hürriyet ayrı, hak ayrı. Elbette ki, karı ve kocanın birbirlerine karşı hakları ve ödevleri vardır. Bunlar da bellidir.
Ama aile içinde hürriyetler öne çıkarıldığında, rekabet devreye girer. Tıpkı insan vücudundaki organların birbirine rekabet etmesine benzer bir durum ortaya çıkar. Elbette ki, geleneksel aile içinde de karı kocanın her birinin mal varlıkları, parasal varlıkları olabilir. Ama aile içi ilişkilerde belirleyici olan parasal değerler ve parasal değerlerin öncelenmesi olduğunda, artık sevginin, şefkatin, saygının, kısaca güçlü manevi bağların yerini, maddi parasal ilişkiler temelli rekabet alacaktır. Nasıl, insan vücudunda kalple mide, beyinle ayak, gözle bir başka organ rekabete kalkıştığında hayat felç olursa, aile içi rekabet de aileyi bitirir.
Hürriyet temelli ailelerde, aile içi harcamalardaki bireysellikler bütünleşmesi ayrışmaları ortaya çıkar. Maddî ayrışmalar duygusal ayrışmaları beraberinde getireceklerdir.
Bu tür ailevi kimya bozulmaları, aile içi rekabete dönüşünce artık aile sallanmaya başlıyor demektir. Beraberinde, boşanma hesapları gelecektir. En ufak maddi kıvılcım, boşanmalar sürecini tahrik edecektir.
Bu sefer de birisi eşinden nasıl mal kaçırır, diğeri nasıl nafaka koparırım noktasına odaklanacaklardır. Olan da varsa şayet çocuklara olacaktır.
Anayasamızda Türk toplumunun temelinin aile olduğu belirtiliyor.
Peki, hangi aile? Sorusu sorulduğunda, bu sorunun cevabı maalesef yoktur.
Çünkü ailenin yöneldiği mecra hiç de klasik, sağlam manevi bağlarla bağlı bir aile olmadığı çok açık. Hürriyet temelli aile ilişkileri çok rağbet görüyor. Aile içi hürriyet ve mantık evliliği temelli yoğunlaşmalar, yukarıdaki TÜİK’in verilerinde de görüldüğü gibi boşanmaların gün geçtikçe çoğalmasına sebep olmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi ile temelleri atılan aileyi tahribe ve diğer aile dışı ilişkileri meşrulaştırmaya yönelik LGBT vb. örgütlerin ÇAĞDAŞLIK adına yürüttükleri çabalarla, bu ilişkileri daha da cazip hale getirmeye çalışılıyor. Kısaca “çağdaş medeniyette, kişiler aile içi ilişkilere mahkûm olamaz, sadece bir tek karı ya da kocaya mahkûm olmak, çağdaş cinsellik hürriyeti ile bağdaşmaz” şeklindeki geleneksel aileyi yıkıcı anlayış, maalesef yayılıyor.
Hükümetin önce bir aile programı olmalıdır. Bu program, verdiği muhafazakâr demokrat politika ile uyumlu olmalıdır. Bu program kapsamında, isteğe bağlı politikalar geliştirilmeli. Yani hükümet, LGBT’cilerin propagandalarının esiri olmamalıdır.
Sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin de sağlam aile yapısının korunması yönünde ciddi, organize, örgütlü, aydınlatıcı, en az LGBT’ciler kadar toplumun muhtelif kesimleri üzerinde etkin programlar yapmaları gerekir. Bu konuda asıl ağırlık ve etkinlik sivil toplum cenahında olmalıdır. Her şeyin devlete yüklenmesi, hem devletin tabiatı ile çelişir, hem etkili de olmaz. Sadece bazıları, kendilerinin yapmaları gereken işleri, devlete ihale etmiş olurlar. Bunun neticesi de, bu kesimler yönünden hüsran olacaktır.
Maalesef, muhafazakâr camianın, sivil toplum olarak bir aile projesi yoktur. Bu projeyi hayata geçirecek bir yol haritaları yoktur. Bunu besleyici, yayınları yoktur, televizyon programları, TV ve sinema filmleri yoktur.
Şu bir gerçektir ki, bilgi, iletişim, güçlü etkileme organizasyonları kimde ise GÜÇ de ondadır. Muhafazakâr camianın büyük etkili kesimlerinde, maalesef para kazanmak, menfaat temin etmek hırsı, bu tür organizasyonların fersah fersah önüne geçmektedir. Çoğu bireysel, fedakârana çabalar da çoğu kereler yetersiz kalmaktadır.
Oysa klasik aile yapısını yok etmeyi amaçlayan mihraklar aileyi yıkmaya yönelik programlarla dünya kadar paralar da kazanıyorlar. Yani bu işleri bedavaya getirmiyorlar. Muhafazakâr camia bunu bir idrak edebilse, belki farklı yönelimlere girebilirler.
Özet olarak ifade etmek gerekirse, sağlam manevi bağlarla sarsılmaz şekilde güçlü geleneksel aile yapısının yeniden tesis edilebilmesi için, her bir kesimin, elini taşın altına koyması gerekir. Bana değmeyen yılan bin yaşasın diyenlerin evlerine LGBT vb. kesimlerin etkin propagandaları dokunuyor. Aileler ya yıkılıyor, ya zedeleniyor. Kısaca bütün dünyaya örnek olabileceğimiz Aile Kurumu ciddi sarsıntı içinde.
Tekrardan vurgulu olarak ifade etmek isterim ki, bu işler, ağırlıklı olarak hükümetten ziyade sivil toplumun işidir. Hükümetler, sadece belli sınırlar içinde bazı sosyal politikalar uygulayabilir. Aile yıkıcılarına devletin doğrudan katkısı olsun ya da olmasın, onlar var güçleri ile her kanaldan, yoldan, mecradan davaları için çaba sarf ediyorlar.
Elbette ki, “hayat sadece bir mücadeleden ibaret değil”dir, ama mücadelesiz bir hayat da yoktur. Kim haklı davasında kuvvetli bir şekilde mücadele ederse, kazanır. Haklı olduklarına inananların haklı davalarında zayıf ya da hareketsiz kalmalarının neticesi, haksızların galip gelmesidir. Yoksa her şeyi devletten bekleyenler hüsranla karşılaşırlar. Bu dünyada BEDAVA zafer, BEDAVA kazanım yoktur, olmaz, olamaz da. Bu uğurda üzerine düşenleri yapmayanların şikâyet etmeye hiçbir hakları yoktur. Zaten onlar bu pasiflikleri ile karşı cenahım hizmetine girmiş oluyorlar.
Adnan bey maalesef bizim cenah daha sivil toplum nedir nasıl kurulur nasıl işler bunun bile idrakinde değiller nasil kendi kurabilsinler.
Benim naçizane çözümüm bu konuyu 55 yıldır çalışan Akevler kooperatifleri nin 100 lojmanli semt apartmanlarıdir.Her katta 10 aile ile toplamda 100 içinde 10 seçenek ve pratize temellidir.