“Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” demişti Bediüzzaman Said Nûrsi. Akabinde ise namaz konusunda öncelikle kendisine nasihatler, ikazlar yapmaya başlamıştı. İkaz, uyandırmak demektir. Bu zamanın modern insanını uyutan, gaflete atan o kadar çok sebep var ki! Sadece elimizdeki telefonun bize açtığı pencereleri düşünsek yeter. Binlerce site, oyun, film, sosyal medya paylaşımları, her insanın bir muhabir, haberci gibi olabilmesi, çektiği videoları paylaşacak platformların olması. Ve bunlara bir tıkla ulaşmanın bu kadar kolay olması. Bunun yanında dünyanın koşturması, kötü arkadaş vs. de eklenince, evet; ölümlü, fani insanoğlunun bir misafiri olduğu bu alemde, yaratılış gayesine uygun olarak kendisini ikaz etmesi ve hak bir üslupla yapılan nasihatlere, hakikatlere kulak vermesinin ne kadar önemli olduğu ortada olsa gerek.
Evet, şimdi bakalım imandan sonra en yüksek hakikat olan namaza karşı Bediüzzaman Said Nûrsi nefsini nasıl ikazlarla susturmaya çalışıyor.
Birinci ikazı 21. Sözden aynen aktarıyorum.
“Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki ömrün azdır hem faydasız gidiyor. Elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.”
Ey Bedbaht nefsim diyerek başlıyor ikazına ve hatasını, yanlışını, gafletini nefs-i emarenin yüzüne vuruyor. Tabi burada bedbaht olan namaza karşı tembellik eden bütün nefislerdir.
Burada dikkat çeken ibârelerden biri de; “tevehhüm-ü ebediyet” kavramıdır. İnsan ebed için, sonsuzluk için yaratılmıştır. Bu dünyada kısa bir süre kalmakta sonra vefat etmektedir. Ebediyet bir gerçektir ancak bunun bu dünyada olacağı zannı ise, bir tevehhümdür, yani vehimdir, yani aslı yoktur. İnsan nefsi sanki dünyada ebedi yaşayacakmış gibi bir vehme kapılmakta ve namaz vs. gibi ibadetlerin hiç bitmeyeceğini hatta hiç ölmeyeceğini, ebedi bu dünyada yaşayacağını zan eder. İşte bundan dolayı da namaz gibi önemli bir ibadete karşı “kılacağız, inşaallah, bakalım, dua edin” gibi ifadelerle âdeta nazlanabilmektedir. Hâlbuki ömrümüz azdır ve dahi faydasız gidiyor, işte geldik gidiyoruz. Elimizde bize fayda verecek şey salih ameller ve başta namaz değil midir? İşte bunu anlayan insan namaza karşı daha bir şevke, gayrete gelecektir.
Bir zâta sormuşlar: Biz ölümden niçin korkuyoruz?
Şöyle cevap vermiş. Çünkü siz dünyanızı mamûr, ahiretinizi harap ediyorsunuz. Mamur edilen yerden harap edilen yere gitmeye de korkuyorsunuz.
Evet, ahireti mâmur etmek, namazsız olmaz.
Evet Said Nursi ikazlarına devam eder.
“Ey şikemperver”, yani midesini, boğazını düşünen nefsim der. Ve sorar nefsine “ hergün hergün ekmek yersin, su içersin onlar sana usanç veriyor mu? Evet vermez, vermiyor çünkü ihtiyaç. İşte namazın da ruhumuzun, kalbimizin, aklımızın, duygularımızın ihtiyacı olduğunu söyler.
Üçüncü İkazda ise, Sabır noktasından yaklaşır konuya. İnsanın sabırsızlığı da onu ibadetlere karşı soğutabilmektedir. Bu noktada insan sabrını bulunduğu güne kullanmalıdır. Çünkü geçmiş günlerin ibadeti bitmiştir, gelecek günler de gelmemiştir. Öyleyse insan bulunduğu günü düşünmelidir. Sabır kuvvetini geçmişe ve geleceğe yani biten ve gelmemiş günlere dağıtmak insanın maneviyatını, motivasyonunu kırmaktadır. Geçmiş günler düşünülecekse eğer, kıldığı namazdan yaptığı ibadetten yine zevk almalıdır insan. Çünkü aklına geldikçe huzur bulur. Sabır kuvvetini geçmiş günlerin musibetine dağıtmak da yanlıştır. Akıllı insan sabır gücünü bulunduğu zaman dilimine kullanır, çünkü onun için verilmiştir.
Dördüncü ikaz da ise, “Şu kulluk vazifesinin ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor” diye sorar. Ya da insanın kimi korku ve kaygılarla nice ağır işlerde çalıştığını hatırlatır. Hâlbuki namazda ruhun aklın ve kalbin büyük bir rahatı vardır. Namazın dünya misafirhanesindeki aciz insanın, kalbine kuvvet. Bir menzili olan kabrinde nur ve gıda. Bir mahkemesi olan mahşerde, beraat senedi. İster istemez üstünden geçilecek olan sırat köprüsünü aydınlatacak nûr ve bir binek vazifesi yapacak burak gibi ücretlerinin olması az mıdır? diye sorar.
Üstad Said Nursi Beşinci İkazda ise, Acaba seni namazdan alıkoyan dünya işlerinin çokluğu ve geçim sıkıntısı mıdır? der.
Bu soruya şu anlamlı cümle ile mukabeleye başlar. “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun”
Bu ikazı da birçok farklı bakış açılarıyla açar Said Nursi.
Konunun sonunda ise namaz kılıp da kimi vesveselere girme ihtimaline karşı şunu söyler.
“Hem deme ki, benim namazım nerede şu hakiki namaz nerede?”
Evet, şeytan namazdan vaz geçiremeyince bu sefer kişinin namazları esnasında verdiği vesvese ile namaza karşı bir ümitsizlik hâli vermeye çalışır. Meselâ namazda aklımıza gelmeyen şeyler gelir. Şeytanın bu vesveseler ile yapmaya çalıştığı bellidir. Namaz kılan kimseyi daha güzel namazlarla kıyas ederek kendi namazını küçük görsün bir yerden sonra ise, o vesveselerden dolayı namazı terk etsin.
İşte bu noktada bir hurma misali verir Said Nursi Hazretleri ve der ki; Bir hurma çekirdeği ile hurma ağacı arasında birçok fark vardır, sonuçta biri çekirdek, diğeri ağaçtır. Ama ikisinin de ortak paydası hurma olmasıdır. Velev ki, biri çekirdek biri ağaç olsun. İşte bizim namazlarımız da inşaallah ağaç gibi namazları olanların bir çekirdeği gibi görmeyi niyâz ederek, şeytanın bu vesvesesini uzaklaştırır.
Evet, kıymetli okuyucularımız.
Bizim kısmen özet bir şekilde kimi katkılarla izah ederek anlatmaya çalıştığımız bu namaz konusunu asli kaynağından okumaya davet ediyorum sizleri. Mevzû Sözler isimli eserde 21. Söz 1. Makam olarak işlenmektedir. Tabi bir de şöyle Osmanlıca Türkçesi bilsek hatt-ı Kur’an ile okusak ayrı bir feyz alırız Allah’ın izniyle.
Rabbim, ibadetlerin özü olan namazı, manasını anlayarak ve razı olduğu şekilde kılmayı bize neslimize lütfeylesin. Hoşçakalın, namazla kalın.
Hocam elinize kaleminize sağlık
Allah cc razı olsun Enes Hocam. Yazılarınızın devamı bekliyoruz.