MEDENİYET-İ ZALİME-İ HAZIRA: VAHŞİ KAPİTALİZMKapitalizm; yüksek çıkar ve yüksek kâr elde etmeyi amaçlayan, sermaye birikimini savunan, rekabetçi, serbest piyasacı ve çalışanların çok emeğine karşı az ücret öneren bir sistemin adıdır. Günümüzde piyasaya hâkim olan ekonomik anlayışın kendisidir. Kısacası bir çeşit sömürü sistemidir. Faiz en temel dayanağıdır. Herkesi tüketici ve müşteri olarak görür. Hayata mücadele olarak bakar. Güçlüden yanadır.
Georg SİMMEL daha 1900 yılında “insanlık büyük ölçüde parasallaşmış bir mübadele sisteminden, neredeyse tümüyle paranın egemenliğindeki bir sisteme geçilmesi ve paranın mantığının, her şeyi sayılara, hesaba indirgemesi ve insanlar arası ilişkilerin de parasallaşmasına ve nesnelleşmesine sebep olacağını” söylemişti. Bu öngörü günümüzde aynı ile vaki oldu.
Yine Üstad Bediüzzaman da 1900’lerin ilk çeyreğinde “Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcatını tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazırası sû’-i istimalât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avam ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. ” diyerek vahşi kapitalizmin insanları nasıl sömüreceğine dikkatleri çekmiş. Ve insanların lüks ve konforlu bir hayat için daha çok tüketme ihtiyacı duyacaklarını ve normal çalışma yöntemleri ile bu ihtiyaçlarını karşılayamayacakları için gayri meşru yollara başvurarak, usulsüz kazanç, zulüm, yolsuzluk ve haram kazanca yöneleceklerine dikkatleri çekmişti. Maalesef günümüzde gelinen nokta budur. Hakikat acıdır.
Yine Bediüzzaman Hazretleri aynı mevzu üzerine şunları söyler:
“Beşerin hayat-ı içtimaîsinde (toplum hayatı) bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir:
Birisi: “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?”
İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribâ (faiz sisteminin uygulanması) ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekât (zekâtın zorunluluğu) ve hurmet-i ribâdır (faizin yasaklanması).
Hem değil yalnız eşhasta (fertte) ve hususî cemaatlerde, belki umum nev-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün, belki devam-ı hayat-ı insaniye için (insanlığın hayatının devamı için) en mühim bir direk, zekâttır. Çünkü, beşerde, havas ve avâm, iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan; ve avâmdan havâssa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır. Yoksa, yukarıdan avâmın başına zulüm ve tahakküm iner; avâmdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer, daimî bir mücadele-i mâneviyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur.”
İnsanın dünya hırsı ve derd-i maişetle sarhoş olması, dünyada ebedi yaşama arzusu, sürekli ve daha çok kazanma isteği; insani ve İslami değerlerinin yozlaşmasına sebep olmaktadır. İşte bunun en birinci çaresi yani kapitalizmin panzehri; faizin yasaklanması ve zekâtın emredilmesidir.
Zekatı terk etmenin en büyük sebeplerinden birisi dünya hırsı ve çok kazanma arzusudur. Hâlbuki bilmiyor ki zekâtı vermemesi halinde, yine en az zekât miktarı kadar bir mal elinden çıkacak ve boşu boşuna heba olup gidecektir. Bu konuda yine üstadı dinleyelim:
“İşte, ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belâlı birşey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâp ve haram-helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz; hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekâtı, hırs yolunda terk ediyorsunuz? Halbuki, zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır (belaların def edilmesi). Zekâtı vermeyenin, herhalde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.” Yazık! Günahı boynuna kalacaktır.
İnsanın elması elmas bildiği halde kıymet vermeyip, kırık cam parçalarına tercih etmesi ne kadar şaşılacak bir iş. İşte dünya hayatı da aynen böyle. Elmasa nazaran kırık cam parçaları hükmündedir.
Rivayette “ahir zamanda dini en son terk eden namaz kılan az bir grubun kalacağı, onlarında namazlarının kendilerine bir fayda sağlamayacağı ve ahlaksızlıklarına devam edeceklerini” haber veriyor. İnşallah günümüz Müslümanları bu rivayete dâhil olmayacaklardır.
Rabbim bizi ve neslimizi istikametten ayırmasın. Zekâtı verenlerden ve namazı hakkıyla kılanlardan, onun ahlak nizamına uyanlardan eylesin. Âmin!
Allah razı olsun sayın hocam. Çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş.
Amin. Ekrem hocam.
Kalemine, yüreğine sağlık. Yararlı, verimli bir yazı. Allah ilmini arttırsın.
Az miktarda kalan namazlılardan salatı işe yaramayanlardan eyleme yarabbi!
Allah razı olsun hocam.Namazı kılın, zekatı verin emrine hakkıyla uyanlardan olma duasıyla…..
Amin elinize sağlık inşallah umduklarımızı yaşarız
Amin değerli dostum güzel insan.
Ellerine yüreğine sağlık değerli dostum sevgili hocam Allah bizi imandan ayırmasın hakk yolundan ayırmasın inşallah velhasıl kelam vesselam