Yılanlı kuyuya adım adım yaklaşıyoruz. Ancak oraya düşmeden bir gün öncesine bir
gidelim.
12 Aralık Çarşamba
“O gece, karanlık üstüne karanlıktı. Parasızlıktan ani ve garip bir şekilde geliveren birkaç
yüz liralık elektrik ücretini ödeyememiştim. Hapishane müjdesi olarak, hapse girmeden tam
bir gün evvel evimin elektrikleri kesilmişti. Gece hafakanlar içinde, vaziyeti unutup da
korkunç bir “tık” sedası duydum. Peşinden ikinci bir uykusuzun, çilekeş kadının sesini işittim:
“Bilmiyor musun, kestiler ya bugün elektriği!”
“Ha öyle ya, unutmuşum uyuyalım.”
Ve ikimizde bir birimize karşı uyku taklidi yaptık…”
Ve yılanlı kuyu…1952 hapishane günlükleri…
26 Aralık Cuma
“Şehrin üstüne yağmur yağıyor, kalbimin üstüne yağar gibi… Oturdum ve deli pösteki
sayar gibi bir hesap yaptım. Mahkûmiyetim 9 ay, 12 gün değil mi? Bunu alt alta bütün zaman
ölçülerine vuralım.
9 ay 12 gün
37 hafta 5 gün
282 gün
6768 saat
40.680 dakika
24 milyon saniye ha! Eh pek fazla bir şey değil. 24 milyon kere göz açıp kapayıncaya
kadar geçer…”
28 Aralık Pazar
“Beni sayısız günahlara batmış, günahsızlık iddiasından ateş gibi korkan, her an günaha
karşı istidadıyla kendisini nereye götüreceği belli olmayan bir fert biliniz. Fakat yine de iyice
biliniz ki ben küfür fırçasının resmettiği insan değilim…”
4 Ocak Pazar
“Mükemmelsin! Demir gibisin. Kurtuluş anına bir gün daha yaklaşmış bulunuyorsun. Kalk
ve Allah’a şükret! Böylece uyandım ve gördüm ki hava fevkalade güzel. Her taraf günlük
güneşlik… Neşe, şevk… Varlık şevki, vazife iradesi. Ey nimet, büyük nimet, ilahi nimet! Dol
kalbime ve beni kurtar…”
5 Ocak Pazartesi
“Penceremde zengin bir kuş cıvıltısıyla uyandım. Hava yine bir harika. Biraz sonra da
çoktan beri öksüz kaldığım mektep çocuklarının tatlı sesleri başladı…”
7 Ocak Çarşamba
“Mehmet’im, Ömer’im, Ayşe’m, Osman’ım! Benim güzel çocuklarım. Allah’ımın bana
lütufları. Ve sen çilekeş kadın, sevgili zevcem. Acaba ne yapıyorsunuz şu anda? Bilsem ki
iyisiniz, hiçbir derdiniz yok, hatta babanızı, kocanızı da düşünmüyorsunuz; ne bahtiyar
olurdum. İyi olurdum, hafiflerdim, kendime gelirdim. Zevceme tarafımdan yazılmasını
söylediğim birçok mektuba, Müslümanların hiç birinden cevap yok. Heyhat, heyhat! Bu mu
Müslümanlık ahlakı? Zavallılar öyle ürkmüşler ki…”
10 Ocak Cumartesi
“Saat tam sekize çeyrek var… Günlerden beri üzerinde olduğum “Sonsuzluk Kervanı”
isimli şiirimi bitirdim…”
14 Ocak Çarşamba
“Annem geldi ve hemen gitti.
“Bana dua et anne!”
Hiç cevap vermedi. Sadece başını salladı.
“Hem de nasıl dua ediyorum, bilsen!” Demek istediğini anladım.
Bana söylemiyorlar ama bakışlarından anlıyorum ki bitkinim. Halimi hiç beğenmiyorlar…
Bugünden itibaren günün namazlarından başka kaza namazlarına da başlıyorum…”
17 Ocak Cumartesi
“Uyanır uyanmaz, odama bağlı küçük holün daima açık penceresinde bir cıvıltı duydum.
Bir kuş, beni sanki ismimle çağırıyor. Ruhuma tatlı bir aşinalık dolduran bir sesle:
“Kalk bana ekmek ver!”
Gibi bir mana sezdim. Kalktım, ona ve arkadaşlarına ekmek verdim. Sonra mahzun
mahzun yatağıma oturdum…”
Uzun yazıların okuyucuyu sıktığının farkındayım. Bu yüzden yarın yine devam edelim
inşallah…
Dün üstadın hapishane günlüklerinden kısa pasajlar sunmuştuk. Bugün 1960 yılı ve
sonrası yıllara değinmek isterim. Mezkûr yıllardan sonra Necip Fazıl’a fikir ve sanatını
duyurabileceği bir alan daha açılır. Konferanslar… Türkiye’nin birçok yerinde kitleleri
peşinden sürükleyebileceği konferanslara imza atar.
1973 yılında hacca gider. 1974’te bütün şiirlerini “Çile” de toplar. “Çile” için şöyle söyler:
“İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar ve bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir, bana, adıma
ve ruhuma mal edilemez. ” Keşke yazmasaydı dediğim 1976 yılından 1980 yılına kadar siyasi
içerikli 13 sayı şeklinde “Rapor” adlı eserlere imza atar. O günün siyasi liderlerini
değerlendirdiği “Rapor” kitapları umumiyetle bir hissiyat patlamasıdır. İsmet İnönü ve Bülent
Ecevit en fazla eleştirdiği liderler arasındadır. Süleyman Demirel’i de pek beğenmez. Birkaç
mesele yüzünden anlaşamadığı Necmettin Erbakan da eleştirilerinden nasibini alır. Milliyetçi
ve mukaddesatçı gençlik sayesinde Alparslan Türkeş’le yolları birleşir. Bu birleşme onu
ülkücü gençliğe yaklaştırır. Bu gençlikte kendisini görürken; ülkücülerde aradıkları dava adamlarından biri olarak onu görürler. Üstad, fikirleriyle milliyetçi ve mukaddesatçı gençliğe
yön çizme sevdasındadır. “İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim,
dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben
oradayım.”
O dönemlerde yeni bir parti kurma aşamasında olan Turgut Özal sık sık Necip Fazıl’ı
evinde ziyaret eder. Türk Edebiyatı Vakfı tarafından, 26 Mayıs1980’de, Baki’den sonra
Sultanu’ş Şuara (Şairler Sultanı) unvanına sahip ikinci şair olarak tarihe geçer. 1982 yılında
“Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu” adlı eseriyle “Yılın Fikir ve Sanat Adamı” seçilir.