Siyasi bir parti, ölümüne tutulacak, hiç vaz geçilmeyecek bir şey değildir.
Siyasi parti, bir tercih olabilir, saplantı olamaz. Tercihler de, kişinin varsa ideolojisi, dünya görüşü, anadan atadan gördüğü, yıllardır beynine zerk edilen anlayışlar. Mesela “Olmasaydı olmazdık” şirki. Takım tutar gibi parti tutma anlayışı. Tuttuğu partiden menfaat beklentisi. Ezeli rekabet anlayışı gibi, “hadi artık bu sefer iktidar olalım ya” dercesine sonucunda ne olacağı çok da umurunda olmayıp, sadece partisinin galibiyetini görme arzusu. Sosyal medya algılarına kapılma Kendi ideallerini o partide görme ve onunla icra edilmesini beklemek… gibi daha birçok parametler bu tercihlerde rol oynar, oynayabilir.
Şu var ki, insan hatalardan hâli olmadığı gibi, hatalı insanların oluşturduğu siyasetin de hatalardan uzak olması mümkün değil. Öyleyse neye bakılacak? Seyyiat-Hasenat, Doğru-Yanlış, İyi-Kötü dengesine. Yani hangisinin çok olduğuna bakılacak ve bakılmalı.
Böyle bakıldığında mevcut iktidarın hesenatının, seyyiatına, yani sevapları, günahlarına. Doğruları yanlışlarına. İyilikleri, kötülüklerine üstün olduğunu görmemek insafsızlık olur. Bir çakıl taşı göze çok yaklaştırılırsa koca bir dağı görmeye mani olur. İnadın işi şeytanı melek, meleği şeytan gösterir. İşte insafla olayları değerlendirmeye çalışan biri olarak; 21 yıldır eksiğiyle gediğiyle Türkiye’de çok güzel icraatlar yapan Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a desteğimi devam ettireceğim.
Doğalgaz bulduk diye, oturup ağlayacak gibi olmak, insafla, vatanseverlikle bağdaşmaz.
Ben icraata bakıyorum, insafla bakmaya çalışıyorum.
MİLLETİN ADAMI
Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile siyasi arenada tanındı. Oradaki büyük başarısı ile kamuoyu tarafından tanındı. O algılarla, reklamlarla değil, icraatıyla kendini tanıttı. 28 Şubat sonrası ülkenin kaynakları iç edilince akabinde siyasi bir parti kurarak siyasete devam eden Sn. Erdoğan, büyük bir başarı kazanarak tek başına iktidar olmuştu.
O gün bugündür birçok seçimlere girdi. “Yendi de yendi” ama hep milletten aldığı reyle yaptı bunu.
Milletin verdiği reyi, namus bilip sahip çıktı. Milletinin verdiği yetkiyi; Darbecilere, balansçılara, bolyozculara, gezicilere, 17-25 Aralıkçılara, FETÖ’cülere, PKK’lılara, İç ve dış mihraklara bırakmadı. “Şapkasını bırakıp gidenler” gibi olmadı.
Evet, Sn. Erdoğan uzun soluklu bir mücadeleye girmişti. O Merhum Erbakan’ın ve şehid M. Mursi’nin yaptığı hatayı yapmadı. Neydi o. Hata? Daha devlette, bürokraside, medyada ve başka alanlarda güçlenmeden, devleti tanımadan iddialı, sloganist laflar etmek… Evet, Recep Tayyip Erdoğan bunu yapmadı. Baştan hemen iddialı laflar etmedi, ama iddialı olduğunu hissettirdi.
Zaten siyasete İstanbul gibi rüştünü ispat ettiği bir yerden geldi. Diklenmedi ama dik durdu. Milletin adamı olduğunu her cihetle ispat etti, ediyor. İşte gelinen noktada artık bizlerin takip etmekte zorlandığı açılışlar yaptı. Bunları burada saymayalım. Anlatmaya gerek gerek yok, görüyorsunuz.
Tayyip Erdoğan’ın bu ülke için nasıl bir değer olduğunu gösterecek çok şey var ama şu iki husus üzerine bilhassa dikkatleri çekmek istiyorum. Gezi olayları ve Fetö.
Yıl : 2013
Türkiye IMF’nin borcunu ödeyip kapı dışarı etmiş, Faizler (İnşaallah bir gün tam bitecek) %4’lere kadar düşmüştü. 15 gün sonra Gezi olayları patladı?
7 Ağaç taksimden sökülecek diye 20 gün boyunca sokakları ateşe verdiler, 600 Aracı, 309 binayı yakıp yıktılar, Türkiye’ye 100 milyarlarca dolar zarar verdiler. Sonra Gezicilerin temsilcileri hükümetle masaya oturdu,
Peki Hükümetten ne istediler.
1- Kanal İstanbul projesinden vazgeçilecek,
2- 3.HavaLimanının yapımı durdurulacak,
3- 3.Köprünün yapımından derhal vazgeçilecek,
4- Enerji santrallerinin yapımı durdurulacak.
5- Gözaltına alınanlar (yabancı AJANLAR) derhal serbest bırakılacak.
Peki, ne yaptı Reis? Olaylar olduğunda yurt dışındaydı geldi ve resti çekti. “Yüzde 50’yi evlerinde zor tutuyorum” dedi. O böyle söylerken, Abdullah Gül ve Bülent Arınç çoktan yelkenleri indirmişti. Arınç “Verdiğiniz mesajı aldık” demişti. Geziciler başarılı olsaydı. Türkiye’nin ne halde olacağını düşünmek zor değil.
Ve FETÖ
40-50 Yıllık bir oluşum bir yapılanma. Dini kullanarak devlette ve her yerde olan kökü dışarda Uluslararası Masonik bir yapılanma. Reis onların On yıllarca olduğu bir zeminde siyasete başladı. Kendini onların içinde buldu. Ne yapacaktı? Evet, o da doğrudan onları karşısına almadı. Belki de baştan o da onları her cihetle bilemiyordu. Fetö elebaşının itiraflarıyla aslında yerine göre onları çokta sevmiyordu. Sonuçta bu milletin değerlerini kullanan münafık bir örgüt Fetö. Öyle PKK gibi net düşman değil ki. Gerçi o net düşmanın da Pkk’nın da haddini bildirdi Reis. Ama bu maskeli terör örgütüyle mücadele kolay değildi. 17-25 Aralık derken ve dershanelerin kapanması derken, iyice ipler koptu, restler açıktan çekildi. Ve Fetö terör örgütü son altın vuruşu 15 Temmuzla yapmak istedi, Reis’in dirayeti, milletin dirayeti, en başta Rabbimin inayetiyle bu uçurumdan kurtulduk.
Reis’in kıymeti anlatmakla bitmez… O milletin, ümmetin kabul olmuş duasıdır. Onun yanında olmak insafın, hakkaniyetin, vatanseverliğin yanında olmaktır. Karşısında olanlara bakmak da onun yanında olmak için yeterlidir.
Rabbim 14 Mayıs seçimlerini vatan, millet ve ümmet için hayırlara vesile etsin. Amin.