Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde harika bir câmi var. Adı Millet Camiî. Ankara’da yaşayanlar, Ankara’ya yolu düşenler gelip burayı ziyaret etmeli. Kezâ devâsa Kütüphaneyi de.
İşte bizim de gelip bir namaz için orada olduğumuz bir zamanda, namaz çıkışıydı.
Bir baktım genç bir arkadaş ayakkabısını arayıp duruyor. Biraz dikkatimi çekti. Baktım, tek tek küçük dolap gözlerini açıp açıp kontrol ediyordu. Ayakkabısını bilsem yardım edesim var. O esnada cemaatten yaşlı bir adam, genç adama şöyle söyleniyordu;
- “Ne oldu ayakkabına?
- Baştan nereye koyduğunu düşünmeden mi koydun?
- Niye koydun?
- Ee yerini bilmezsen tabi zorlanırsın” gibi şeylerle güya yardımcı oluyordu!
Gençte; - “Ya amca ne olur, Allah aşkına başımdan git, söylenip durma” dedi.
Bu konuşmaya tebessüm ederek şahit olmuştum.
Yaşanan hadise beni düşündürmüştü. Ara ara çevreme sadece bu haliyle geçen bir hâtıra olarak değil de, işin ibret tarafıyla da bu hadiseden bahsederim.
Şimdi öyle yapacağım.
Evet, hayatta da böyle durumlarla karşı karşıya kalır mıyız, kalıyor muyuz sizce?
Kaçırdığınız fırsatlar vardır, nasip olmayan şeyler vardır. Tüh, keşke dedirten.
Meselâ birileri çıkar alır sizi geçmişe, yaşanılanlara götürür ve sürekli olumsuzluk pompalar.
“Şöyle yapmazsan böyle olmaz tabi, şunu niye zamanında yapmadın” vs. gibi.
İyi de geçen geçmiş, olan bitmiş, ne olacaksa olmuştur.
Ayrıca sizin tavsiyelerinizi yapınca da kaderin neyi takdir edeceği de yine meçhuldür.
Ümit vermek, maneviyat (moral) vermek dururken… Nasip olmayanlar üzerinden niçin can sıkılır ki?
“Nasip böyleymiş, hayırlısı olsun, gün doğmadan neler doğar, bir kapıyı kapayan Allah, nice kapılar açar.
Sağlık olsun, Allah bugünlerimizi aratmasın, yine fırsatlar çıkar, zararın neresinden dönülürse kardır, hayat devam ediyor”… vs. gibi bizim nice ümit bahşeden kelimelerimiz, cümlelerimizi varken, Niçin karamsarlık, niçin bedbinlik telkin edilir ki!? Neden kaş yapayım derken göz çıkaran tabirlerle güya yardım edilir ki?
Tabi göz çıkartmamak için bu yazdıklarım.
Şöyle güzel bir söz okudum.
Çaresi olan işte acze düşme
Çaresi olmayan işte cezaâ sarılma.
Lemaat’ta geçen bu ibarenin başlığını Üstad Bediüzzaman;
“Acz ve cezaâ bîçarelerin kârıdır” başlığı ile ifâde etmiştir.
Evet, İnsanın yapabileceğini yapmayıp, acze, tembelliğe sığınması ne kadar yanlışsa.
Olmuş, bitmiş, geçmiş, yaşanmış ve çaresinin o esnada olmadığı şeyler için de ağlayıp, sızlanmak manasında olan cezaâ sarılması da aynı şekilde yeriliyor ve yanlış bulunuyor.
Peki ne tavsiye ediliyor?
“Çare ara, ne yapabilirim diye sor kendine, istişareler et, kavlî (sözlü) fîili (çalışmayla) dualar et.”
Öyle ya devlet yollar yapar ve karşına bir dağ çıkınca, “karşımıza bir dağ çıktı yol buraya kadarmış” demez, tünel açılır, içinden geçilir. Devamında bir nehir gelince de yol orada kalmaz, köprü yapılır üstünden geçilir. İşte bu tavsiye bize; hayatın zorlukları, sıkıntıları ve beklentilerin karşısında da durmayı, tükenmeyi, vaz geçmeyi değil; “Ya içinden, ya üstünden geçecek yollar aramayı” salık verir. Evet, ara, çözüme odaklan ve varsa acze düşme, âcizlenme, şikâyetlenme, tembel olma, çalış gayret et” der.
Ama çare bulamadığın şeyler vardır, “öldüyle, olduya çâre yok” denir. Yani olanı artık değiştiremezsiniz, çünkü yaşanmıştır. En fazla telâfi etmeye, düzeltmeye, tamir etmeye, bir daha yapmamaya, dikkatli olmaya çalışırsınız.
Çaresi olan ve olmayan şeyleri iyi ayırt etmekte lazım tabi.
Hani bir “kaçan at” hikâyesi vardır.
Yaşlı adamın güzel bir atı kaçar, insanlar “tüh tek atın vardı gitti” derken, o “bu şimdilik bir sonuç” der.
Bir bakarlar o at, bir zaman sonra yanında birçok atı beraberine katıp getirmiştir. Bu sefer ona hak verir köylüler. O yine “bu da şimdilik bir sonuç” der. Sonra evladı atın birinden düşer, ayağı kırılır, yaşlı haliyle o esnada sıkıntıda kalır. Etrafındakiler “bu halinle zorluklar çekeceksin” gibi şeyler söylerler. O yine aynısını söyler “bu şimdilik bir sonuç.” Sonra bir savaş çıkar ve bütün gençler askere çağırılırken, oğlu ayağının kırık olmasından dolayı yaşlı ve ihtiyaçlı babasının yanında kalır. Ve yine aynısını söyler “bu sadece şimdilik bir sonuç siz acele ediyorsunuz”
Evet, hayatta böyle çok şeyler vardır. Nasip olmadığına üzüldüğünüz, sonra “iyi ki, nasip olmamış” diye şükrettiğiniz şeyler de vardır ve olabilir.
Öyleyse şöyle mi yapalım? Morale, ümide, şevke vesile olacak şekilde konuşalım muhataplarımızla.
Olmuş bitmiş şeylerin dertlerini deşmeyelim insanların.
Bulunmakta zorluk çekilen ayakkabıya bir zorluk da biz olmayalım.
Hatta biraz daha öteye geçip, asıl derdin derdiyle dertlenelim.
Ve şu çok anlamlı sözlere kulak verelim.
“İ’lem Eyyühe’l-Azîz! (Bil Ey aziz)
Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan (işlerinden) kazandığına mesrur (sevinçli) ve ne de kaybettiği şeye mahzun (üzüntülü) olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. (Doğmuştur) Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. (Beyazlamış) Vücudunda tavattun etmeye (vatanlaştırmaya) niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, (Bunun gibi) ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide (Sonsuz ömürde) göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!” (Mesnevi-î Nûriye)