Türkiye’de Osmanlı Devletinin son dönemlerinden günümüze gelinceye değin, sivil yönetimin sürdürülebilirliği noktasında hep sorunlu olmuştur. Muhtemelen bunun en bariz sebebini, Modernizasyon işlemlerinin ilk gerçekleştirildiği kurumun ordu olmasıdır. Ordudaki bu modernizasyon sadece teknik boyutlu değil, zihniyet boyutlu da olmuştur. Modernizasyon kapsamında ordu mensuplarına seküler, Batıcı zihniyet aşılanmıştır.
Bu zihni aşılanmaya maruz kalan askerler, hem siyasete ve devlet yönetimine yoğun ilgi duymuşlar, hem de tutucu olarak niteledikleri sivil yönetime güvenmemişler, kendilerini sürekli hep vesayet kurumu olarak görmüşlerdir.
Askerler, sahip oldukları bu hastalıklı zihniyet noktasından yalnız kalmamışlardır. Çoğu sivil paşalar, aydınlar, medya vd. etkili çevrelerden de, askerlerin bu vesayetçi ilgisine, çeşitli şekillerde gerçekleştirdikleri askeri müdahalelere etkin destekler gelmiştir. Esasen çoğu vesayetçi müdahaleler, burada sözü edilen sivil çevrelerle mutlak iş birliği içinde yapılmıştır.
Otoriter Ayrıştırıcı Cumhuriyet Rejiminin Sadık Bekçileri
Maalesef, vesayetçi çevreler, Cumhuriyetin vatandaşlarını ayrıştırmacı bir zihni yapıya sahiptir. Bazı sivil görünümlü vesayetçi zihniyeti mutlak olarak olumlu gören çevrelerin etkin desteğini alan askeri vesayetçi odaklar, halkın geniş samimi dindar kesimlerini, hiçbir şiddet eylemi gerçekleştirmedikleri halde, sırf dindarlıklarından dolayı, kendi kurguladıkları otoriter, militan, dışlayıcı laik cumhuriyetle barışık görmemişlerdir. Bu ayrıştırıcı/bölücü anlayış neticesinde, vesayetçi güçler, otoriterleştirmeyi amaçladıkları Cumhuriyeti korumak için, ya doğrudan ya da dolaylı yollarla yönetime müdahale etmekten kaçınmamışlardır.
Bu zihniyet mensuplarına göre, otoriter, militan, dışlayıcı laik cumhuriyetin mutlak sahibi kendileridir. Kurguladıkları otoriter Cumhuriyet rejiminin sahibi ve kurucu unsuru olarak gördükleri vatandaşlar, esasen Türk toplumunun küçük bir azınlığını teşkil etmektedir.
Askeri vesayetçi kesimlerin kesinlikle demokrasiyi koruma, cumhuriyeti demokratikleştirme, cumhuriyetin demokratik kimliği ile halkın bağrında kök salmasını sağlama gibi bir kaygısı, amacı, ideali mevcut değildir. Bu vesileyledir ki, vesayetçi azınlığın korumak istediği rejimin adı, “demokratik cumhuriyet” değil, toplumun geniş kesimlerini ötekileştiren, toplumu fiilen “beyaz Türkler-siyah Türkler” şeklinde ikiye ayırıp, sistemin kurucusu olarak “beyaz Türkleri” gören ve beyaz Türkler olarak niteledikleri toplumsal kesimlere tanıdıkları hakları, siyah Türkler olarak nitelenen samimi dindar kesimlere tanımak istemeyen, ayrımcı, imtiyazcı, dışlayıcı bir azınlıkla bütünleşen “otoriter cumhuriyet”tir.
28 Şubat, dindar bir neslin yetişmesine mutlak olarak karşı olan, yukarıdan aşağıya dini hassasiyetleri rafa kaldıran seküler bir toplum inşasını amaçlayan vesayetçi odakların, halkın geniş kesimlerine ve siyasi temsilcilerine yönelik kaba-saba gerçekleştirdikleri bir operasyonudur. Temel amaç, demokratik cumhuriyetin yerine, vesayetçi antidemokratik bir cumhuriyeti ikame etmektir.
28 Şubat operasyonunun iki kanadı mevcuttur.
Birincisi toplumun dindar kesimlerini hak mahrumiyetlerine maruz bırakmak.
İkincisi, geniş halk kesimlerini desteği ile iktidara gelen, milli iradeyi temsil eden siyasi iktidarın yıkılmasını sağlamaktır. Bununla amaçlanan, milli iradeye PRANGA vurulmasıdır.
Vesayetçi Zihniyetin Tarihi Serüveni
Milli iradeyi gasp eden 28 Şubat post-modern darbesini gerçekleştirenler, birden bire ortaya çıkmış değildir. Bu hareket, vesayetçi hadiseler serüveninin önemli bir halkasıdır.
28 Şubat darbecileri, Osmanlı Devletinin son yıllarından bu yana yüz yılı aşkın bir süredir süregelen marazi/hastalıklı bir zihniyetin devamı mahiyetibdedir.
Sultan Abdülaziz Han, intihar süsü verilerek katledildikten sonra V. Murat’ı saltanat tahtına geçirenler, aslında 28 Şubat darbecilerinin temsil ettikleri vesayetçi zihniyetin selefleridirler. Aralarında zihniyet olarak pek fark yoktur.
Hakkında “akıl hastası” raporu verilmesi sağlanan Sultan V. Murad’ı tahtından alaşağı ederek II. Abdülhamid Han’ı tahta çıkaranlar da aslında, aynı vesayetçi kesimlerdir.
Benzer şekilde, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini yapanlar, 12 Mart 1971 muhtırasını verenler, darbe teşebbüsleri akim kalan Talat Aydemir ve ekibi, 28 post modern darbecileri, bir kısmını bildiğimiz bir kısmını bilemediğimiz onlarca darbe teşebbüsleri, cuntacı faaliyetler hep aynı vesayetçi zihniyeti temsil etmektedirler.
28 Şubat Süreci’nde Yaşananlar
1994 yılında mahallî idareler seçimleri yapıldı. Bu seçimlere Refah Partisi üyesi olan katılan Recep Tayyib Erdoğan İstanbul, Melih Gökçek de Ankara Belediye Başkanı olarak seçildi. Ayrıca 28 Haziran 1996 günü Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında Refahyol koalisyon hükümeti kuruldu.
Bütün bu gelişmeler, otoriter, militan, dışlayıcı laik cumhuriyetçi kesimleri aşırı derecede hazımsızlığa ve reddiyeci tutuma sevk etti.
28 Şubat günü toplanan ve takriben 9 saat süren Milli Güvenlik Kurulunda (MGK), Refahyol’un temel felsefesi ile tamamen çelişen kararlar alınarak hükümete dayatıldı. Her ne kadar Anayasada Milli Güvenlik Kurulu’nun “zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınır” dense de, burada dikkate almanın ötesinde, milli iradeyi temsil eden hükümete yönelik mutlak bir dayatma söz konusu olmuştur. Bu vesileyledir ki, MGK’da kabul edilen “Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı kararlar, her halükârda mutlak manada tatbik edilmesi gereken ve hatta neredeyse Anayasa’dan da üstün hale getirilen bir metne dönüştürülmüştür.
MGK’da Alınan Kararların Bazıları Şu Şekildedir
* 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi. Bununla amaçlanan, İmam Hatip Liselerinin pasifize edilmesidir. Bu kararlardan, diğer meslek liseleri de büyük zararlar görmüştür.
* Kur’an kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanması, kaçak kursların önlenmesi. Bu kararla, esasen illegal hiçbir faaliyetleri tespit edilmeyen bazı vakıf ve dernekler tarafından, Anayasa ve kanunlar çerçevesinden faaliyet gösteren Kur’an Kurslarının kapatılması amaçlanmıştır.
* Tarikatların faaliyetlerine son verilmesi. Kanun dışı hiçbir faaliyetleri tespit edilmeyen tüm tarikatların kapatılmasının din ve vicdan hürriyeti ile uyumluluğu kesinlikle mevcut değildir. Bu kararla, din ve vicdan hürriyetine büyük bir darbenin vurulması amaçlanmıştır.
* Kılık kıyafetle alakalı kanunun ödünsüz olarak uygulanması. Bu yolla başörtüsü ve sakalın tüm kamusal alanlarda men edilmesi amaçlanmıştır.
* Yeşil sermayeye kısıtlama getirilmesi. Burada yeşil sermaye belirlemesi ile belli iş çevreleri sırf dindarlıklarından dolayı dışlanarak, kısıtlanmak istenmiştir.
* İrtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınması. Burada artık 28 Şubat mağdurlarının medya yoluyla mağduriyetlerinin dillendirilmesi men edilmiş olmaktadır. Katı bir sansür söz konusu.
* Kurban derileri derneklere verilmemesi. Bu yolla kişilerin Kurban derilerine bile müdahale edilerek, yaşam alanı kötürümleştirilmiş, vicdanları prangalanmıştır.
28 Şubatçılar, hükümetin MGK’de alınan kararları tam olarak tatbik etmeyeceği kanaatinde oldukları için, 18 Haziran 1997 günü kaba saba tehdit ve baskılarla Refahyol hükümetinin yıkılmasını sağladılar.
İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1997 yılında Siirt’te okuduğu “Minareler Süngü, Kubbeler Miğfer / Camiler Kışlamız Müminler Asker / Bu İlâhi Ordu Dinimi Bekler / Dillerde Tevhit Allahû Ekber” Dizeleriyle Tanınan “Asker Duası” ya da “İlahi Ordu” şeklindeki şiir sebebiyle, TCK’nin 312. maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkûm edildi, Sayın Erdoğan, 26 Mart günü cezaevine gönderilerek belediye başkanlığı görevi sonlandırıldı ve bir daha muhtar bile olamayacak şekilde siyaseten yasaklandı. Bu ceza, tamamen hukuka aykırı bir şekilde verildi.
Başta her türlü eğitim kurumları olmak üzere tüm kamu kurumlarında başörtüsü ve sakal yasaklandı. Bu yasaklama, Anayasanın hak ve hürriyetler rejimi alt üst edilerek yapıldı.
Anayasaya göre temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir (md. 13). Eğitim ve öğretim, kamu görevine girme, kılık ve kıyafet ve din ve vicdan hürriyetinin sınırlanması mahiyetinde olan bu yasaklamalar, Bakanlar Kurulu kararı ve genelgeler yoluyla ile yapıldı. Binlerce insan eğitim ve öğretim haklarından ve kamu görevlerinden mahrum edildi. Bu mahrumiyetlerin sebebi, hukuk dışı şiddet eylemleri değil, darbecilerin kurguladıkları seküler kalıba girmeyen dindarlıkları ve inançlarına uygun yaşamalarıdır. İrtica yaftası, bu hak mahrumiyetlerinin keyfi gerekçeleridir. Bu hak mahrumiyetlerinin hukuk devleti ve insan haklarına dayalı demokratik cumhuriyetle uyumluluğu kesinlikle mevcut değildir.
28 Şubat Zihniyeti ve Yeni Demokratik Sivil Anayasa İhtiyacı
Esasen 15 Temmuz ihanet kalkışması, 28 Şubat darbecilerinin vesayetçi zihniyetini sürdürmeyi amaçlayan, Amerika güdümlü bir darbe teşebbüsüdür.
Maalesef hala vesayetçi zihniyetin sivil destekçisi konumundaki bazı siyasi çevreler, 15 Temmuz ihanet kalkışmasına sahip çıkmayı sürdürüyorlar. “15 Temmuz Kontrollü bir darbedir”, “asıl darbe 15 Temmuz değil, 21 Temmuz’da (OHAL ilan günü) yapılmıştır”, “15 Temmuz’da milyonlarca mağduriyetler yaşanmıştır” şeklinde söylemleri dillendirenler, 28 Şubat zihniyetinin mutlak temsilcileridirler. Bu zihniyeti taşıyanlar, başta CHP olmak üzere bazı partilerde varlıklarını sürdürmektedirler. Orduda da bu zihniyete sahip olanlar olabilir, fakat orduda gizlilik ve örtülülük esas olduğu için, bu kesimin sayısını kestirebilmek zordur.
Gerek Anayasa değişiklikleri, gerekse kanuni düzenlemelerle askeri vesayeti güçlü kılan kurumsal ve normatif yapıda çok köklü değişiklikler yapıldı. Şu anda, askeri bürokrasinin üst kademesinin, büyük ölçüde TSK’nın demokratik zeminde sahip olması gerekli misyonla uyumlu oldukları söylenebilir.
28 Şubat benzeri hukuk dışı kalkışmaların tekrardan yaşanması ihtimalinin büyük ölçüde ortadan kaldırılabilmesi için, cumhuriyetin demokratik zeminde halkın bağrında kökleşmesini sağlayacak yeni demokratik sivil bir Anayasanın yapılması gerekir. Bu anayasa yoluyla, demokratik cumhuriyeti kuran anayasayla bütünleşen halkın büyük ekseriyetinin, anayasal düzene sahip çıkmaları neticesinde, darbeciler bir daha darbe yapamaz hale gelebilecektir.
Demokratik cumhuriyete sahibiyet bilincinde meydana gelebilecek her bir zaafiyet, darbecilerin iştihasını kabartacaktır. Buna fırsat verilmemesi gerekiyor. Artık darbe yapma ümidi kalmayanlar, kendilerini demokratik cumhuriyete mecbur hissetme noktasına geldiklerinde, darbelerin yapılma ihtimali oldukça zayıflayacaktır.