İnsanın ürettiği kurucu değerleri, Allah’ın indirdiği kurucu değerlerin önüne geçiren toplumlar Allah ile ahitli (العهد) değildir. Ahit, insanın Allah’a verdiği sözü ifade eder. Allah’ın başta gelen kurucu değeri imandır. İman da insanın Allah ile samimi ve derinlikli bağına dayanır. Hz. Muhammed(s.a.) “din samimi olmaktır.” buyurdu. ‘Kime karşı samimi olmaktır’ diye sordular. “Allah’a Allah’ın kitabına, Allah’ın kitâbını getiren resulüne, müslümanların idarecilerine ve müslümanların tamamına karşı samimi olmaktır” buyurdu.[1] Bu hadis, yapılan işlerin içtimai meşruiyetini, fertlerinin Allah’a ve birbirlerine karşı duyduğu samimi bağlılıkla inşa edilen ve ilahi bir ahitle güçlenen bir “kutsal” zemin üzerinde açıklanmıştır. Bu zemin, insan yapımı ideolojiler yerine Allah’tan gelen değerleri merkeze alır.
Sokrates-Platon-Aristo üçlüsünün sorgulayıcı, idealizm ve realizm diyalektiğinde aklı keşfettiği söylenir. İnsanın ürettiği bir değer olarak “demokrasi” de keşfedilen bu aklın ebeliğinde dünyaya gelmiştir. Toplumların Allah ile samimi ilişkisi anlamında kutsalın yerini modern dünyada insanın ürettiği bir değer olarak demokrasi almıştır. Modern dünya insanı, demokrasi ile modern ulus devlet arasındaki ilişkiyi de ustaca keşfetmiştir. İktidar oluncaya kadar demokrasi senin için kutsaldır. İktidar olduktan sonra da devlet senin için kutsal hale gelir. İktidar olup ipleri tam olarak eline geçirdikten sonra demokrasi kutsalını peynir ekmek gibi yiyebilirsin. Toplumun meşruiyet mutabakatı, Allah ile sözleşme/ahitleşmeden meydana geliyor ise kutsal algısı ona göre şekillenmektedir. Toplumun meşruiyet mutabakatı, Allah’tan gelenin etkisiz kalması ve insanın ürettiği değerlerin revaç bulması/üstün gelmesi üzerine bina edilmiş ise kutsal algısı da ona göre şekillenmektedir. Kutsal algısındaki değişimin eğitim, sağlık ve hukuk gibi alanlarda yansıması muhakkak olmaktadır.
Modern dünyada yaşanan hukuk ihlallerine karşı protest duruş olarak dinden ve ilahi olandan bağımsızlaştırılmış bir adalet ve ahlak söylemli değer üretimi de dikkat çekmektedir. Beşer üretimi bir değer sistemi olan demokrasi, protest duruşlarla meşruiyetini takviye etmektedir. Adalet ve ahlakın ‘ilahi olan’dan bağımsızlaştırılması pratikte zulmü önlemiş de değildir. Sadece hukuk alanında değil, eğitim, sağlık ve çevre ile ilgili konularda da değerler üretiliyor. Üretilen değerlerin ilahi olan’dan bağımsız olmasına özen gösteriliyor. İslami endişe sahiplerinden, üretilen bu değerlerin oluşturduğu üst kimlikte Allah ile ahdi inkâr eden pagan/müşriklerle birlikte yaşama yeteneklerini geliştirmeleri isteniyor. İslami endişe sahipleri de ne yazık ki kendilerinden istenen rolün dışına çıkamıyor.
Peygamberler silsilesinin öğrettiği dini gelenekte insanla Allah arasındaki ilişki sembolik, farazî be bağlayıcılığı olmayan bir ilişki değil, hakikatin hakikatle ilişkisi kabilinden bir ilişkidir. Kişinin Allah’a bağlılığının sembolik ve farazî düzeyde kalmaması gerekir. Allah’ın emrettikleri ve yasakladıkları şeylerin kendisini bağladığını, onları yapmak zorunda olduğunu düşünmeyen kişinin ilişkisi/bağlılığı hakikate dayalı bir bağlılık değil sembolik ve farazî bir bağlılıktır. Kelime-i tevhidin özünde var olan “Allah’ın emrettikleri ve yasakladıklarının “bağlayıcılığı” göz ardı edilmemelidir. Hz. Peygamber bir hadisinde Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ile kulların Allah üzerindeki hakkını anlatmıştır. Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk etmeleri ve ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerinde hakkı ise bunu yaptıkları takdirde Allah’ın onlara azap etmemesidir.[2] Allah’ın emrettikleri ve yasakladıklarının “bağlayıcılığını” kabul etmemek bir hak ihlâlidir ve O’na ortak koşmaktır. Bunu yapan kimsenin Allah ile olan ilişkisi sembolik ve farazî bir ilişki olur. Allah ile kurduğu ilişkinin kendisini bağladığını düşünmemek şirktir. Putperestlikte insanların sadece putlarla (ilahlarla) ilişkisi değil, Allah ile olan ilişkisi de sembolik bir ilişkidir. Hakikate dayalı ilişki ile sembolik ilişki arasındaki fark şudur: Hakikatin hakikatle ilişkisinde taraflar bu ilişkinin sonuçlarını görür. Hayır ve şer anlamında önceki davranışlar sonraki davranışları doğurur. Sembolik ilişki, hukuki ve ahlaki sonuç doğurmayan ilişkidir. Önceki davranışlar sonraki davranışlara tesir etmez, ölüm öncesinde de sonrasında da ceza ve mükâfat olmaz. Zaten ilişkinin özü, sembolik bir aidiyete dayanır. Putperestlikte helal ve haramı Allah değil, insan belirler. Yapılması gerekenlerle yapılmaması gerekenleri de Allah değil, insan belirler. Putperestlikte hangi hayvanların ne şekilde kesileceğini, kimlerle evlenilip kimlerle evlenilmeyeceğini de Allah değil, insan belirler. Bununla birlikte insanın kontrolsüz şehvet ve kontrolsüz öfkesini tanrılar dünyasına sembolik olarak yansıtması ve kendine meşruiyet alanı açması pagan/putperest mitoloji kültürünün temelini oluşturmuştur. Öfkesine ve şehvetine kapılıp her günahı işleyen tanrıların tüm yaptıkları da insanların yaptıkları gibi sonuç doğurucu eylemler değil, sembolik değeri bulunan eylemlerdir.
Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber (s.a. ) ile mücadelesiyle öne çıkan Ebu Cehil’in dini de Ebu Leheb’in dini de aynı dindir. Bu dinin felsefesini günümüz şartlarında da anlamak mümkündür. Günümüzde Ebu Cehil’in dinini anlamak isteyenler paganizmi ideolojik olarak benimseyen kimselerin internet sitelerine bakmalıdır. Paganizm, modern dünyada müşahhas söylemleri olan, çok sayıda ülkede uzantıları bulunan bir akımdır. İnternet siteleri ve tüm yayınları incelenirse “insanın tek ölçüsü insandır; hayatın içeriğini belirleme işi aşkın bir varlığa bırakılmamalı, insanın kendisi belirlemelidir” şeklinde özetlenebilecek bir dünya görüşüne sahip oldukları görülür. Günümüzde bu dünya görüşüne sahip olanlara neopagan da denilmektedir. Neopaganların gündelik hayatları incelenirse tanrılar panteonunda yaşananların tümüyle anlatıldığı mitoloji edebiyatını okumaktan büyük keyif aldıkları görülecektir. Mitoloji edebiyatında geçen tanrılarda edep haya aranmaz, öfke kontrolü de aranmaz. Pagan/müşrik insan, ilahi kontrolün dışında bir hayattan keyif alır ve bu esasa dayalı olarak kendi kültür dünyasını inşa eder. Putperestlikte/paganlıkta kutsallık, insanın aşkın bir varlık olan Allah ile hakikate dayalı samimi bir ilişkiye geçmesinden değil, insanın aşkın olandan bağımsız ve özgür bireysel tercihinden doğar. Kendi hazlarına dayalı yaşam tarzını kutsamak için başkalarının yaşam tarzını da kutsarsın. Putperestliğin/paganlığın efsane ismi Makedonyalı İskender’dir. (ö. 323 MÖ) Putperestlik onun zamanında kitleselleşmiş, hatta küreselleşmiştir. İstila ettiği ülkelerde ilk yaptığı iş şu olurdu. Ele geçirdiği topraklarda tapınılan ilahın (tanrının) kim olduğunu öğrenip ona saygı gösterisi yapardı. Böyle yapmakla istila ettiği halkın gönlünü de ele geçirmiş oluyordu. Helenistik kültür denen şey, putperestliğin görenekleri, yaşam tarzı ve mitolojisiyle kitleselleşmiş halidir. Modern dünyanın Kopenhag kriterleri gibi “kurucu metinler” kendilerini özellikle Sokrates, Platon ve Aristo üçlüsünün katkı sunduğu Helenistik mirasa ve Roma medeniyetine dayandırır. Helenistik kültürde başkalarının tanrısına saygı tutumu, başkasının yaşam tarzına saygı olarak güncellenmiştir.
Putperest bir topluluk, ahitli toplum olamaz. Kur’ân’da ilâh kelimesi yaratıcı anlamında kullanılmamaktadır. Kur’ân’da ilâh kelimesi “yapılacaklar ile yapılmayacakları belirleyen varlık” anlamındadır.“İtaat edilen, hükmeden, ibadet edilen” anlamları da bulunmaktadır. Kelime-i tevhîd’in “Allah’tan başka yaratıcı yoktur” şeklinde tercüme edilmesi doğru değildir. “Allah’tan başka kulluk etmeye layık varlık yoktur” şeklinde ifade edilmesi doğrudur. Allah, kâinâtın ve insanlığın yegâne yasa koyucusu ve hükmedicisidir. Kur’ân kavramlarını anlamada antik filolojinin verilerinden yararlanmak faydalıdır. Mesela Aramice ve Süryanice’deki “Elah/Alaha” kelimeleri “emir ve yasakları kişiyi bağlayan, emir ve yasaklarına uyulması gereken tek varlık” anlamındadır. Kur’ân’da geçen Firavun, kendisi için ilâh kelimesini yaratıcı anlamında değil, emrettikleri ve yasakladıkları uygulanması gereken kurtarıcı anlamında bir unvan olarak kullanmıştır. Önderlik ettiği toplumda “yapılacaklar ile yapılmayacakları belirleme yetkisini” kendisinde gördüğü için bu isimlendirmeyi yaptı, yaratıcı olmadığını biliyordu.
Sonuç olarak, ahdi bozulan toplumlarda kutsal algısı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan meşruiyet zeminleri de değişmekte, bu değişim ise eğitim, hukuk ve sağlık gibi temel alanlarda kaçınılmaz sonuçlar doğurmaktadır. İslam’ın ‘öteki’si bugün modern bir kullanım olarak paganlık, neopaganlık olarak adlandırılan putperestlik ve şirktir. Modern Batı Medeniyeti kökü itibariyle paganizme dayandığı için şirk kavramını da tahrif etti, teorik bir çoktanrıcılık anlayışı ile algı oluşturdu. Şirk tamamen gündelik hayatta nelerin bizi bağladığı ile ilgiliydi. Tevhidi sayısal tevhide indirgediler. Tevhid, “Emrettikleri ve yasakladıkları kayıtsız şartsız beni bağlayan tek varlık Allah’tır” diyebilmek ve bunu hayata dönüştürmekti. İslam’ı belirsizleştirmek için uydurma ‘öteki’ler icat edildi. Uydurma öteki’ler İslam’ın bir söylem, bir dâvâ, tüm insanlığa cihanşümul bir çağrı olarak takdiminin önündeki ciddi engellerden biridir. Mesela İslam’ın ‘öteki’si hurafe değildir. Çünkü Allah mı değer üretecek Allah’tan bağımsız insan mı değer üretecek bu konuda duruşumuzu ortaya koymadan doğru bilginin de bizi selamete çıkaracağı tartışmalıdır. Önce bu konuda doğru ve sağlam duruş gerekir. İslam’ın ‘öteki’si herhangi bir ırktan gelen insanlar da olamaz. Herhangi bir ırka üstünlük atfı, insan kaynaklı bir değer üretimidir ve bu tutumun ‘öteki’si başka ırktan gelen insanlar olabilir. İslam’ın öteki’si zulüm ya da insan haklarının ihlali de değildir. Adalet, Allah ile ilişkili ise bir değerdir. Allah ile ilişkiden bağımsızlaştırılmış “adalet” bir değer değildir. Allah ile ahdini kaybetmişlerden her çeşit zulüm beklenir, onlara güven olmaz. Allah ile ahdini kaybetmişlerle adalet ve insan hakları başlıklarında birlikte hareket de makul ve makbul olamaz. Sonu izm’le biten ideolojiler de İslam’ın öteki’si değildir. Şirk Allah’tan ve Allah’ın emir ve yasaklarının mutlak bağlayıcılığını temel duruş olarak esas almadan değer üretmektir. Sonu “izm” ile biten ideoloji sahipleri Allah’ı devre dışı bırakarak değer ürettikleri ve kitapsızlığı tercih ettikleri kadarıyla ‘öteki’ olurlar. Kitapsız kelimesini semadan, aşkın olandan, daha açık ifade ile Allah’tan ilham almayı reddeden duruş anlamında kullanıyoruz. Türk Dil Kurumu sözlüğü “kitapsız” kelimesine ‘dört mukaddes kitabı kabul etmeyen zalim ve insafsız’ anlamlarını vermiştir. Bu açıklama da bizim kastettiğimiz manayı desteklemektedir. İslam’ın öteki’si ahitsizlik ve kitapsızlıktır. Allah kaynaklı değerler düzeninde ‘öteki’ sadece Allah’tan ve O’na olan ahitten bağımsızlaştırılmış “değer üretimi” ve üretilen bu değerlere mensubiyet ilanı olabilir. İslam’ın bütün çağrısı ve dâvâsı “ahit’li toplum inşası’ olarak nitelenebilir. Ahitsiz, kitapsız toplum inşa eden tüm düzenler İslam’ın ötekisi’dir ve tüm öteki’ler düşmanlığı hak eder.
[1] Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî Müslim b. Haccâc, el-Câmiu’s-sahîh (Beyrut: Dâru ihyâi türâsi’l-arabbiy, t.s.), “Îmân”, 95.
[2] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî Buhârî – thk. Mustafa Dîb el-Büğâ, el-Câmiu’s-sahîh (Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1987), “Cihâd”, 46; “Libâs”, 99, “İsti’zân”, 30; “Rikâk”, 37.