Aydınlanma çağı ve Fransız devrimi, sonrasında yaşanan gelişmelerin küresel çapta büyük değişikliklere sebep olması hasebiyle tarihin önemli dönüm noktalarından kabul edilmektedir. Aydınlanma çağı modern tabir edilen kurum, düşünce ve yaklaşımların temeli addedildiğinden bu çağdan öncesi pre-modern (modernlik öncesi) dönem olarak adlandırılmaktadır.
Temelleri Rönesans ve reform hareketlerine dayanan modernleşme, Fransız ihtilali sonrasında yayılarak önce Avrupa’yı akabinde ise diğer coğrafyaları etkisi altına alarak devlet, ekonomi, toplum ve düşünce anlayışlarında köklü değişiklikleri beraberinde getirmiştir.
Bu dönüşümün dünyayı getirdiği noktayı göstermesi açısından geçtiğimiz haftalarda Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü’nün “dünyanın feci bir ahlaki başarısızlığın eşiğinde” olduğunu belirten bir açıklaması dikkate değerdir.
Açıklamanın ana omurgasını zengin ülkelerin, ellerindeki imkânı kullanarak fakir ülkeler aleyhine aşı stoklaması ve bu ülkelerde genç ve sağlıklı bireylerin bile aşılanabilmesi mümkün iken, gelişmemiş ülkelerde aşı önceliğinde her ülkede ilk sıralarda yer alan sağlık çalışanlarının bile bu imkana sahip olamaması oluşturuyordu. Çarpıcı olması açısından bir ülkenin sadece 25 adet aşı temin edebildiğini söylüyordu.
Bu açıklama, küresel sistemdeki adaletsizliğe karşı bir durum tespiti ve feryat olmasının ötesinde bize şöyle acıtıcı bir mesaj veriyor işin esasında: temeli adaletsizlik ve bencillik üzerine kurulu bir sistemler manzumesinden hakperest, adilane bir tavır çıkar mı?
Antik Yunan’dan başlayıp günümüze kadar uzanan mecrasında batı felsefesi dediğimiz günümüz dünyasını şekillendiren fikirlerin temelleri, büyük oranda 18.yüzyılda ortaya atıldı. 20. Yüzyıla geldiğimizde ise batı düşüncesinin dünyanın kaderini belirleyici olması artık öğrenilmiş bir çaresizlik idi. 19. Yüzyıl ise büyük oranda fikir akımlarının üstünlük mücadelesine sahne oldu.
Artık siyasette, devletlerarası ilişkilerde, ekonomide, kısacası dünya düzeninde, hakim unsur, ana eksen maalesef bu bireyci, ben-merkezci, çıkarcı bakış açısı olmuştur.
Bugün hayatın her safhasında temel sorun olarak karşımıza çıkan gelir dağılımındaki adaletsizliğin temelinde yine bu çıkarcı bakış açısı bulunur.
Bunun siyasetteki yansıması çıkar gruplarının çarpışması esasın dayalı demokrasi iken, toplumsal yansıması ise çeşitli düzeylerde milliyetçi akımlar olmuştur. Diplomasi ve uluslararası ilişkiler bağlamında ele alındığında ise Bismark’ın reel politik dediği, işin esasında bugün siyasi ahlak sorunu olarak ele aldığımız husus karşımıza çıkmaktadır.
Ahlaki değerlerden yoksun, çıkarcı siyasetin bedeli, 2 büyük dünya savaşı ve sonu gelmez çatışmalar olmuştur.
Böylelikle insanlık maalesef acı tecrübelerle siyasette değerlere dayalı bir diplomasi ve uluslararası ilişkiler yaklaşımına muhtaç olduğunu öğrenmiştir.
Bu süreçte karşımıza çıkan en önemli karşı çıkış batı düşünce sistemi ve kazanımlarının bilimsel bir dogma haline geldiğini, ortaçağ kiliselerinin ikamesi olarak ortaya çıktığını savunan Avrupa merkezcilik eleştirileridir.
Bu eleştiriler neticesinde batı haricindeki düşünce sistemleri, doğu felsefesi, kadim Afrika medeniyetleri ve İslam yeniden ve daha önyargısız bir yaklaşımla ele alınmaya başlamıştır.
Bu kritik kavşakta Türkiye üzerine düşeni yapmakta, dünyaya siyasi ahlakın önemini uygulamalı olarak göstermektedir.
Pandeminin dünyanın kasıp kavurduğu günlerde gelişmiş-gelişmemiş tüm ülkelere sunduğumuz tıbbi cihaz, dezenfektan ve maske desteği ortadadır. Ayrıca ülkemizin ekonomisi en gelişmiş zengin ülkeler arasında sayılmamasına rağmen dünyanın en büyük donör ülkesi olmayı sürdürmesi, milli gelirinin nerdeyse % birini (0.79) insani yardım için ayırarak “Dünya’nın en cömert ülkesi” olmaya devam etmesi bu yaklaşımın somut örnekleridir.
Yerli aşının devreye girdiği günlerde ülkemizin yine bir hamiyetle aşıya erişim sorunu olan ülkelere gerekirse bila bedel ulaştıracağına geçmiş uygulamalarımız canlı şahittir.
Bunları yaparken, ahlakı savunmanın bir gereği olarak ahlak sorunu olanlara karşı durulması, yine siyasi ahlaka sunduğumuz en önemli katkılardan biridir. Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda defaatle dile getirdiği “dünya beşten büyüktür” yaklaşımının bu yaklaşımın küresel bir sloganı olarak kabul gördüğünü memnuniyetle gözlüyoruz.
Çünkü biliyoruz ki hırsıza hırsızlığını unutturursan gelir sana dürüstlük dersi verir.
İslamın şartı beş, altıncısı haddini bilmek, yedincisi haddini bildirmek derler. Bu bağlamda ahlakın bir boyutu ve bağlamı da ahlaksız ve ahlaksızlıkla mücadelenin ahlakın bir gereği olmasıdır.
İnsan merkezli olmak, erdemdir, ahlaktır, diğer-gamlıktır; yoksa çıkarcılık, ben-merkezcilik değildir.